İmamoğlu: ''İBB süreçten dışlandı''

İmamoğlu: ''İBB süreçten dışlandı''
Güncelleme:

İBB Başkanı İmamoğlu, megakentteki koronavirüs salgınıyla mücadelede İBB’nin dışlandığını belirtti. İmamoğlu, “İBB’nin daha etkin sürecin içerisinde olması gerekirdi. Bu tercih edilmedi, tam aksine bir bilek güreşine dönüştürüldü" dedi.

Ülkenin koronavirüs salgınıyla tanışmasının üzerinden 2,5 ay geçti. Merkezi iktidarın uzmanların tüm uyarılarına rağmen “normalleşme” adımlarındaki ısrarı sürerken, hâlâ daha kent ölçekli, detaylı verilere sahip değiliz. Ancak pandeminin en çok 16 milyonluk İstanbul’u vurduğu biliniyor.

Bu süreçten elbette siyaset de nasibini aldı; iktidarı boyunca hemen hemen her kriz ortamını ‘fırsata’ çeviren AK Parti, pandemi günlerini de boş geçmedi. Bu süreçte İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) elinden Galata Kulesi alındı.

İçişleri Bakanlığı, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında, Beylikdüzü Belediye Başkanı olduğu dönemi kapsayan 27 soruşturmaya izin verdi. Peki, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hem Covid-19 sürecini hem de pandemi eksenli siyaset gelişmeleri nasıl değerlendiriyor?

İBB Başkanı İmamoğlu, Birgün'e konuşarak bu sorulara cevap verdi. 

İşte İmamoğlu'nun açıklamaları...

Ülkede vakaların yüzde 60’ının İstanbul’da olduğu söyleniyor, hatta “Türkiye’nin Vuhan’ı İstanbul oldu” denildi. Fakat megakent için hâlâ elimizde ‘sağlıklı’ bir veri yok? Siz İstanbul için son durumu nasıl  değerlendirirsiniz?
Bizim bir bilim danışma kurulumuz var. Açıkçası bu konularda haftada bir ana toplantı yapıyoruz. Onun dışında kendi içlerindeki toplantılar ile bize ışık tutuyorlar; böyle bir metodumuz var. Bu sürecin başlangıcından beri beraber çalıyoruz. Farklı kurumlardan temsilciler talep ettik; il sağlık müdürlüğünden tutun, tabipler odasında, farklı alanlardaki bilim insanlarına varınca kadar… Görünen şu: Bir yavaşlama söz konusu, bu bir gerçek. Ama tedbirli olma noktasında da kendileri süreci uyarlılarla tanımlıyor. Direkt bir rahatlama ya da hızlı bir şekilde açılma konusunda tedbirli bir süreci daha değerli buluyorlar. Bu konuda biz son raporumuzu gecen hafta itibariyle hem Sağlık Bakanlığı’yla hem de İl Pandemi Kurulu’yla paylaştık. Bunu kamuoyuna da açık şekilde kendi sayfamızdan duyurduk. Çünkü 2’nci bir fazın oluşması tehdidi halen var, olmaması temennimiz. Ama bu bir realite, olabiliyor; bazı ülkelerde, bazı kentlerde bunun görüntüsü oluşmuş durumda. İstanbul da Türkiye’nin bu anlamda ana merkezi olduğuna göre, özellikle burada periyodik olarak en az 14-15 gün tedbirli şekilde toplumsal dönüşümün daha doğru olacağı yönünde bir kanaat var.

SOMUT BİR VERİYE SAHİP DEĞİLİZ
Sizin sürecin başından beri vurguladığınız kimi hususlar var. Daha önce birçok kez İstanbul için ayrı bir strateji uygulanması gerektiği yönünde açıklamalar yaptınız. 16 milyon nüfusa sahip bir şehir ile 150 binlik şehirde aynı strateji uygulanmak istenmesini nasıl yorumlarsınız?
Başından beri vurguladığımız şey hep buydu. Bu her yönüyle geçerli; İstanbul için Covid’e dayalı bir tedbir stratejisinin yanı sıra ekonomik olarak da başka gözle bakmak lazım. Çünkü bir gerçeklik var; İstanbul şu anda hem vaka sayısı açısından hem de ekonomik açıdan en üst seviyede etkilenen şehir. Gerçekten de çok dinamik yapısı olan bu kentin bir anda bu dinamizmden uzaklaşması çok etkili olur. İstanbul’un negatif etkilenmesi demek, eşittir Türkiye’de çok daha büyük sorunların yaşanması demektir. Bu bağlamda İstanbul özel bir stratejiye muhtaç. Bizim başından beri uzun süreli bir sokağa çıkma yasağı talebimiz de hep bu yöndeydi. Daha erken toparlanacağına olan inancımız vardı. Bilim danışma kurulumuzun bize verdiği raporların karşılığı olarak bunu ifade ettik. Ancak farklı uygulamalar yapıldı. Şu an gelinen noktayı değerlendirdiğimizde, İstanbul’un hâlâ özel bir stratejiyle yönetilmesi önemli. İstanbul’da başta ulaşım ve toplu taşımacılık olmak üzere, birçok hususuyla çok daha derin bir etki var. Toplu taşıma, ekonomik yaşam, günübirlik kazanarak hayata tutunanların şu anki durumu ve kentteki yoksulluk, bütünüyle özeli bir strateji tabi. Tabii devletimizin özellikle sadece İstanbul boyutunda yaptıkları ile ilgili ya da Covid-19 süreciyle ilgili somut veriye sahip değiliz. Bu veri Sağlık Bakanlığı tarafından ya da diğer bakanlıklarca açıklanırsa bilebiliriz. Bu kesiti bilemiyoruz.

ÜÇ AYDA ÜÇ TOPLANTI…
Tam da bu noktada şunu sormak isterim: Merkezi hükümet ile diyalog salgın sürecinde nasıl sağlandı? İl pandemi kurulları var, buralarda neler yaşandı?
Açıkçası valilikle beraber işlemsel bir koordinasyonumuz var. Ama karar alma mekanizmalarını oluşturmada ya da kararların öngördüğümüz biçimde hayata geçerilmesi hususunda ya da düşünelim ki pandemi kurulu, ismine bakınca çok önemli; il pandemi kurulu… Ama bizi meşgul eden pandemi süreci dolalı 3 ay oldu, biz de pandemi kuruluyla 3 kez toplantı yaptık. Bu aslında işlevselliği açısından üst seviyede bir noktada değil. Daha iyi olmalıydı, hatta çok daha iyi olmalıydı. Ama bürokrasideki ama belediyedeki herkes, kendi rolüyle süreci en sağlıklı yönetme konusunda bireysel gayretler gösterdi diyebilirim.

BİLEK GÜREŞİNE DÖNDÜRÜLDÜ
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, İstanbul için özel tedbirlerinin olmadığını söylemişti. Peki siz nasıl önlemler aldınız? Devamında pandemi karşısında sizce İstanbul’da nasıl bir sınav verildi?
Tabii bu alan tümüyle bizim dışımızda. Bizim sadece dayanışma içerisinde olduğumuz anlar oldu; hastanelerin dezenfeksiyonu olsun, sağlık çalışanlarının ücretsiz taşınması olsun, neredeyse 2 bin sağlıkçının konaklamalarını sağlamak olsun… Biz bu dayanışmayı sürdürdük, bunu yaparken de hiçbir şekilde talimat almadık. Biz bunları öngörerek yaptık. Sıkı koordinasyon gereken birçok hususta ne yazık ki iletişim bozukluğu oluştu. Biz birçok öncü karar aldık, bakarsanız ilk faaliyetleri kapatan biz olduk. Bizden sonra bakanlık açıkladı. Ulaşımla ilgili ilk öncü tedbirleri alan da biziz. İstanbul’dan aslında Türkiye’ye akılcı mesaj verdik. Tabii ki bu sadece bilimin ışında olan bir şeydi, bireysel bir karar değil. Bu yönüyle hareket kabiliyeti olan bir kurumun daha etkin sürecin içerisinde olması gerekirdi. Tabiri caizse İBB, her daim merkezi hükümetin toplantılarında bir koltuğu varmış gibi görüşülmesi gereken bir kurum olmalıydı. Bu tercih edilmedi, tam aksine bir bilek güreşine dönüştürüldü, siyasal zemin oluşturuldu. Açıkçası biz de bunu bazen üzülerek, bazen de gülerek takip ettik ama işimize baktık.

AKLA, MANTIĞA SIĞMIYOR
Peki, koronavirüs krizi kentlerin sağlık altyapılarını da açığa çıkarttı. İstanbul’un sağlık altyapısı açısından durumu nasıl değerlendirirsiniz? Geriye dönüp baktığınızda neler ihmal edilmiş?
Sağlık tesisi bakımında İstanbul’un bir eksiliği olduğunu hiçbir şekilde hissetmedim. Bu değerli, bu yönüyle baktığımızda İstanbul’un hem devlet hastaneleri hem de özel hastaneleri bakımından çok yüksek ve üstün kapasitesi var. Tabii Covid sürecinde birebir takip ettiğimiz yüzlerce çalışanımız vardı; bunların sağlıklarıyla birebir ilgilendik. Bunun yanı sıra çok yakın tanıdığımız arkadaşlarımız, insalarımız oldu. Tabiri caizse bir yandan toplumsal süreçle ilgilenirken bir yanda da bireysel anlamda da ilgilendiğim için bu kabiliyeti görüyorum. Bu değerli bir şey. Tabii pandemi başka bir kavram. Bulaşıcı hastalık, birçok yönüyle etkin olduğu için olay sadece orada bitmiyor. Bir de tehditleri yüksek olabilir, başından beri biz belli alanları geçici sahra hastaneleri dönüştürülmesi hususunda önerilerde bulunduk. Ama burada ne yazık ki anlamsız biçimde bir pandemi sürecinde yapılan sahra hastanelerin çalışmaları oldu. Bunların birisi İstanbul Atatürk Havalimanı’nın pistlerini yok ederek, tam bir tasarımsız, düşüncesiz biçimde bir mekânsal tanımlama ile tarihsel, belki daha sonra işe yaracak, belki planlamalarda yarın farklı değerlendirecek olan bir alana şehircilik diliyle görgüsüzce bir yatırım yapıldı. Halbuki hazır binalar kullanabilirdi, bu kadar masrafa gerek yoktu. Bu konuda tepkilerimizi, uyarılarımızı ama sözlü ama yazılı ama kamuoyuna ulaştırarak söyledik. Bu alana yukarıdan bakın, yoldan bakın, içeriden bakın hangi tarafı akla mantığa vicdana sığıyorsa biri bana anlatsın. Hiç sığmıyor, akla mantığa sığdıranın da belki başka bir niyeti var, onu bilemem, onu zaman gösterecek. Ama çok kötü bir tasarımdı. Keşke bizim önerdiğimiz gibi sahra hastaneleri hazır mekanlarda, hazır yapılarda tanımlansaydı. Üstelik bu, bugüne dair de değil, yarın istendiğine -Allah korusun, yine olmasın- sahra hastanesine dönüştürülebilir, süreç bittiğinde kaldırılabilir. Bu bir hastane değil, onlarca milyonluk yatırıma gerek duymaksızın süreç tanımlanabilirdi.

MANZARAYI GÖRDÜKÇE CİĞERİM YANIYOR
Üstelik inşa edilenler sahra hastanesi de değil, sahra adı altında yapılan kalıcı hastaneler… Sizin bu sahra hastanelerinin sonrası için tahminiz nedir?
Bazı tanımlamalar yapılıyor; özel uçakla gelen hastalar inecek, burada bakımı yapılacak, sonra gidecek. Dünyada böyle bir düzen nerede var? Ben duymadım açıkçası… Özel uçakla gelebilecek varlığa sahipse, neden pistin üstüne yapılmış, çadır görüntüsündeki hastaneyi tercih etsin? İstanbul’da çok güzel hastaneler var, niye onlara gitmesin de çadır görünümlü hastaneye gitsin? Hiçbir mantığa ve tanıma uymuyor. Benim ciğerim yanıyor, o manzarayı gördükçe. Ulaşım kabiliyeti olan alanda tutarsız bir yatırım yapıldı. Bu ihanet gibi bir şey... Toplumun bunu vicdanlarında yargıladığını düşünüyorum. Kötü bir düşünce, kötü bir yatarım tasarımı… Arka planında hangi niyet var, onu zaman gösterecek.

SİYASİ BİR AKIL TUTULMASI
Merkezi iktidarın seçimi kaybetmesinden bu yana İstanbul’a yönelik özel bir politika uyguladığını görüyoruz. Açıkçası İstanbul’u yalıtmak istiyorlar. Seçilmiş bir başkan yokmuş gibi hareket etmeleri de özel bir stratejilerinin olduğunu gösteriyor. Yani bir nev-i İstanbul’un kolu kanadı kırılmak isteniyor. Siz bu konuya dair neler söylemek istersiniz?
İnsanların canını, yaşamını tehdit eden böylesine bir pandemi sürecinde, sürece hangi duyguyla sarılabilirsiniz ki? İnsani duyguların ötesinde birleşme, uzlaşma, insanların birbirlerine sevgiyle, vicdanla bakıp, yardımlaşma duygusunu en üstte tutup, güvenli ortam sağlama… Böyle bir atmosferin dışında ne düşünülebilir ki? Ama baktığınızda uygulamalara ve sahaya verilen mesajlara akıl duracak gibi… Akıl tutulması gibi siyaset dolu mesajlar… Düşünsenize; hastane açıyorsunuz, açılış yapıyorsunuz ve siz oraya İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nı davet edip, beraber açmak nezaketini göstereceğinize, İBB’ye ya da başkanına laf atıyorsunuz. Bu siyasi bir akıl tutulması… Tabii bu demokrasiye, insanlığa, toplumsal birliğe, beraberliğe ve bütünlüğe zarar veriyor. Çünkü yukarıdaki yöneticiler bu tür ortamlarda insanların toplumsal olarak birbirlerini sevmelerini sağlayamaz ve bir güven ortamını oluşturamazsa gerçekten bu derin çatlaklar yaratır. Bu çatlaklar insanların yarınlarında kolay kolay tamir edemeyeceği hasarlar bırakır. Bu manada siyasal zemini daha kuvvetli, pandemi ruhundan uzak iş ve işlemler yapılmıştır. Örneğin İBB Meclisi’nin olağanüstü meclisinde siyasi bir karar verilmiştir. Halbûki şu an siyasal bir karar zamanı mı? Siyaset bir oyuncağınız olabilir, bunu kullanabilirsiniz ama bu zamanda da mı? İnsanların canının tehdit edildiği zamanda da mı? “Bu bizim siyasi kararımız,” cümlesini bire bir, yüzüme grup başkanvekili kullandığı için söylüyorum. Biz halbûki siyasi karar verilmemesi ve siyasi hareket edilememesi için bütün iletişim gücümüzü kullandık. Nasıl kullandık? Koordinasyon birimi kurduk, bütün belediyeleri davet ettik. “Olağanüstü meclis oturumu yapacağız,” dedik, herkesi sürecin içine katmak için çaba gösterdik. Beraber karar alalımı defalarca anlattık, sıkı bir iletişim ile süreç yönetme konusunda hassasiyeti gösterdik. Bununla da kalmadık, TBMM’de grubu olan siyasi partileri bile davet ederek, koordinasyon merkezi oluşturduk. Herkesin aklına, herkesin fikrine, herkesin ihtiyacına karşılık verecek bir mekanizma kurmaya çalıştık. Çünkü bu tür seferberlik sürecini ancak böyle aşarsınız. Toplum birbirini severse, bir güven ortamı doğurursunuz. O güven ortamı size muazzam bir demokrasi ortamı doğurur. Bu şekilde aşamayacağınız bir engel yoktur. Bu söylediğim mottonun tam tersi hâlâ gün gün, saat saat işletiliyor. İşine bakarak, yok sayarak, toplumu önceleyerek, toplumun temel ihtiyaçlarına cevap bulmaya çalıştık. Bunu sadece kendim için söylemiyorum. Özellikle Cumhuriyet Halk Partili 11 büyükşehir belediye başkanı olmak üzere… Çünkü biz sık sık, her hafta toplantı yaparak, hareketlerimizi ve eylemlerimizi konuştuk. Planlarımızı bu şekilde harekete geçirdik. Örneğin Türkiye’de şu an bu siyasi dilin belki de en çok etkilediği mekanizma yerel yönetimler mekanizmasıdır. Gelir daralma seviyesi en üst seviyede ancak kamusal ihtiyaçlar karşılanmak zorunda. Bütün belediyeler bu ihtiyaçları karşılamada belli bir süre sonunda zorlanacak. Bunun AK Partilisi, CHP’lisi HDP’lisi, İYİ Partilisi yok. Yani hepsi… Belediyeler Birliği’ni “Siz siyasi bir kurum değilsiniz. Kanunla kurulmuş, 1940’lı yıllardan beri var olan ve hangi siyasi parti iktidar olursa olsun, yerel yönetimlerin hakkını arayan, yerel yönetimlerde olan bir tersliğe müdahale etmeye çalışan bir kurumsunuz,” diye defalarca uyardık. Hâlâ daha da uyarıyoruz ama sanki hükümetin bir parçası gibi ya da bir siyasi partinin yerel yönetimler kolu gibi hareket eden başkanı ve yönetimi var. Bu çok acı… Bu manada bütün bu hal ve hareketler aslında Türkiye’nin demokrasisine de sıkıntı yaratan, kötü örnek olan davranışlar. Dediğim gibi, biz gerçekten çok büyük bir titizlikle ve büyük fedakarlıkla hareket ettik. Toplumsal vicdanı harekete geçirerek, yardımlaşma ruhunu en üst seviyede tutarak, toplumsal ihtiyaçları en üst seviyede karşılayan yerel yönetimler olduk. Biz gerçekten çok güzel mücadele verdiğimize inanıyoruz.

Koronavirüs salgını sürecinde Haydarpaşa ihalesine dair yargı kararı çıktı. Topladığınız bağışlara dair hesaba bloke konuldu. Bir de bu dönemde Galata Kulesi elinizden alındı. Tüm bunların toplumsal dinamiklerin sessiz olduğu döneme denk gelmesini manidar buluyor musunuz?
Tabii. Kanal İstanbul’u da katabilirsiniz bu dediğinize. Bir kısmı görevde olmama rağmen hakkımda açılan soruşturma dosyaları olarak da bakabilirsiniz. Bunun adına; fırsatı kaybetmeyen, dönemin ruhunu hiç yakalamamış, basiretsiz bir yöneticilik örneği ile hareket etme biçimi diyorum. Bunların hepsi hukuksuz ve haksız. Bunlar demokrasiye saygı duyma ruhuna da aykırı uygulamalar.

GALATA KULESİ’NDEKİ YANLIŞTAN VAZGEÇİN
Galata Kulesi ile ilgili ayrıca bir şey daha soru sormak istiyorum. Çünkü İstanbul’un simge kulelerinden yapılarından bir tanesi. Malum bugünlerde de çok gündemde. Siz bir mektup kaleme aldınız. Buna dair ne söylemek istersiniz?
Başından beri hep şöyle baktım: Evet, bizim bir mülkiyet hakkımız var ve evet orada gerçekten İBB yok sayılmış. Bir hukuki süreç işletilmiş. Bu işin duayenleri, uzmanları da hiç tereddütsüz “Bu İBB’nindir,” dediği noktayla ilgili tekrar hukukla biz bu mülkiyet sürecini elde edebileceğimizi biliyoruz. Ama ben bunu kenara koyarak, sayın Bakan’la [Mehmet Nuri Ersoy] hep şu iletişimi kurmaya çalıştım. İstanbul turizmi demek, Turizm Bakanlığı demek değildir. İstanbul turizmi demek, İstanbul demektir. İstanbul’un da kurumları var; İBB var, Beyoğlu Belediyesi var, Fatih Belediyesi var. Yani buradaki kurumları içselleştirerek, beraber hareket ederek, süreci yönetmelisiniz. Ve dedim ki, madem bu süreci önemsiyorsunuz ki biz de önemsiyoruz. Bunlardan birisi de çok önemsedikleri – Bakan’ın bize ilettiği- Galata Köprüsü üzerinden İstiklal Caddesi ve Taksim’e ulaşan bir rotadan bahsedildi. Dedim ki: “Ne güzel, bu rotayı hep beraber yapalım.” Yani bırakın şurası senin, burası benim… Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi, Kültür Bakanlığı’na tahsis edilmişti. Üç senedir çivi çakılmamıştı, biz bunu konuştuğumuzda. Ve geri almaya kalktığımızda, hemen bir hararetle “Biz başlıyoruz,” dediler. Galata Kulesi için de devredin, devredin, devredin… Senin, benim… Sen kim, ben kim… Yani devlet anlayışında bu olmaz. Ben bunu, şuna benzetiyorum: Şu parti yaptı, bu parti yaptı. Parti kim? Parti araç. Para devletin, para milletin, sermaye milletin; bunu yöneten çekip çeviren siyasi iktidarlar olabilir ama unutmayalım ki her şey o topraklara aittir, o şehre aittir ve bu ülkenin 83 milyon insanına aittir. Benim baktığım bu pencerenden ortaklaşabiliriz. “Galata Kulesi ile ilgili bir müze projemiz var. Hazır başlayacağız. Biz de oranın bir kafeterya olarak kullanılmasını çok doğru bulmuyoruz tek başına ve buna başlayacağız,” dedim. Bu ısrarlarıma, bu yazılarıma rağmen beni sanıyorum iki ya da üç kez TV ekranlarında ‘işimiz engelleniyor’ şeklindeki sözü ile suçlayınca, bu mektubu yazmak zorunda kaldım. Kamuoyuna açıktı ve kendisine yolladım. 165 yıldır İBB’ye ait olan, İstanbul’un simgelerinden Galata Kulesi’ni ‘Turizm Bakanlığı’na ya da Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne alacağım’ diye bir ısrar ortaya koyan bir Bakan’ın; Sirkeci Garı giderken ya da Haydarpaşa Garı birilerine peşkeş çekilirken sıfır duyarlılıkla süreci izlemesi çok manidar. Yani derdiniz turizm ve kültür mü, İstanbul mu, yoksa başka bir şey mi? Bu manada ben bu süreci ve buna benzer süreçleri çok önemsiyorum. Bu toplumsal karakter açısından zedeleyici işler ve işlemler. Mücadelemize devam edeceğiz. Asla vazgeçmeyeceğiz. Bu yerlerle ilgili senin, benim kavgası diye bir şey olmaz. Yani İBB de 16 milyon insanın, Turizm Bakanlığı ya da devletin kurumu da 83 milyon insanımızın. Bu anlayışın yerleşmesi lazım. Hani çıkıp diyorlar ya: “Ben yaptım, bu parti yaptı, bak biz ne yaptık.” Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde böyle bir tarif olmaz. Çünkü yatırımlar, işler, planlamalar bütünüyle devlete aittir, millete aittir. Bu anlayışı var edeceğiz. Ben her yerde söyledim. Başardığımız yaptığımız hizmete açtığımız ve açacağımız bütün işler İBB’ye aittir, İstanbul halkına aittir. Yani CHP’nin tek başına yaptığı iş ve işlem değildir. Öyle bir siyasal tanımlaya karşı bir duruşum var. Şu anda Galata Kulesi ile ilgili sürdürülen süreç yanlıştır. Israrla yanlışta dönmelerini tavsiye ediyorum. Günün sonunda belediyemiz haklı çıkacak çünkü Galata Kulesi İstanbullularındır. İstanbul halkına emanettir ve İBB’nin de mülküdür.

SİYASAL KİBİR, GÖREMEME HASTALIĞI YARATIYOR
Son dönemlerde siyasi iktidarın kutuplaştırıcı, toplumu geren söylem ve uygulamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? En son İzmir’deki meseleden tutun, son birkaç hafta geriye gittiğimizde de adım adım tırmandırılan siyasi bir gerilim var.
Hiçbir faydası yok. Bunun bu topluma işlemediğini, toplumun bütün zorlamalara, bütün zorluklara rağmen çok güçlü bir demokrasi bilinci olduğunun farkına varamayacak kadar gözlerinin körleştiğini düşünüyorum. Bu bir siyasi kibir aynı zamanda. Ben öyle tanımlıyorum. Görememe hastalığı yaratıyor bu siyasi kibir. Çünkü toplum bu tür durumlarda demokratik yollarla en değerli dersi çok değil, bir yılı bile dolmadı, yakın bir zamanda verdi. Bence vermeye de devam eder. Ama iktidarın da böyle bir tercihi var. Onların tercihlerine yapacak bir şey yok. Biz yine demokratik mücadelemize devam edeceğiz.

KAZANMAK İÇİN HER YOL MUBAHTIR ANLAYIŞI
İktidar bu ‘tercih’ ile neyi amaçlıyor olabilir? Neyi tazelemek istiyor ya da neyi gizlemek istiyorlar?
Çokça sebepleri olabilir. Kazanmak adına her yolu mubah görme anlayışı olarak görüyorum. Burada toplumun zarar görmesi, insanların vicdanlarının sızlanması, hukuksuzluğa dönük insanların mağdur edilmesi, belki yüzbinlerce mağdurun oluşması umurunda değil. Tabii bu sorumlu devlet adamlığı ruhuna da uyumlu değil. Bunun adı, kazanmak için her yol mubahtır anlayışı.

ÖRNEK BİR DÖNEM YAŞATTIĞIMIZI DÜŞÜNÜYORUM
Kendi döneminizle eski dönemi kıyasladığınızda gördüğünüz en net fotoğraf nedir? Değişimi siz nasıl özetlersiniz?
İstanbul’a çok kötü bir on yıl yaşatıldı. Özellikle son beş yılı çok trajiktir. Ekonomik açıdan, sosyal adalet açısından, şehre yapılan ihanetler açısından… Ki bu ihanet cümlesi bana ait değil. İnsanların gerçekten daha huzurlu olduğunu ve şehrin teminat altında olduğunu hissettiklerini görüyorum. Bu gerçekten derin bir mutluluk ve huzur veriyor. Örneğin yaptığımız araştırmalarda “eşit mesafede olmak”, “adil olmak” gibi kavramların insanların belleklerinde daha öne çıktığını görüyoruz. Bu çok değerli. Çünkü bunlar olmadığı zaman diğerlerinin bir anlam ifade etmediğini, toplumu analiz edenler bilirler. Biz gerçekten adil, şeffaf, süreçleri halka açık yöneten; sorgulanmasına fırsat tanıyan, bunlardan ders çıkaran, siyasal, sosyal, örgütlü hangi kurum varsa her türlü dinamikle süreci yönetme kabiliyetini ortaya koyan bir açılımı gerçekleştirdik. Bu kabul gördü. Bence sokağa çıkma yasağında Eyüpsultan’da, Üsküdar’da, Esenler’de, Kâğıthane’de sokak aralarında yürürken insanlar bizi stadyumdan döner gibi alkışlarla, ıslıklarla karşılıyorsa, bu, bunun karşılığı. Tabii ki hizmetlerimiz var. Bütün zorluklara rağmen olağanüstü yatırımlarımız var. Titiz, duyarlı, ihtiyaca dönük, -ne yazık bir kısım yatırım çöplüğüne döndürülen sokak arasındaki her kazılan yeri de bir yandan toparlayan- anlayışımızla üst seviyede iş gören bir belediyeciliği ortaya koyduk. Durağan birçok faaliyeti de harekete geçirdik, başta metro hatları olmak üzere birçok şantiyeyi harekete geçirdik. Daha yeni binlerce konutu insanlara teslim ettik. Problemli bir projeyi teslim almıştık ve biz tamamen temizlenmiş, pirüpak hale getirilmiş plan ve iskân sorunu olmayan konutları KİPTAŞ tarafından teslim ettik. O anlamda hem icraatçı ama hem demokrat hem de sahanın ruhunu hisseden ve İstanbul gibi kutsal bir kentin yönetimine yakışan kentlilik adına ve kentsel planlama adına olgun adımlar atan bir belediyecilik ortaya koyduk. Bu da karşılık gördü. Ben çok büyük fark olduğunu görüyorum. Siyasal anlamda kötücül cümlelerle bizi darbelemeye çalışan tavırlarına rağmen, pandemi zorluğuna rağmen çok değerli ve örnek bir dönemi İstanbul’a yaşattığımızı düşünüyorum.

Bir ay sonra 23 Haziran seçiminin üzerinden bir yıl geçmiş olacak. Siz bu bir yıllık sürecin bir bilançosunu nasıl çıkartırsınız? Yapmak isteyip de yapamadığınız projeler var mı?
İstanbul’un çok eksiği var. Türkiye’nin ekonomik anlamda zor bir döneminde süreci devraldık. Bu belediye yönetimine de yansımış durumdaydı. Keza malum pandemi süreci de işin artık özellikle sosyal, ekonomik boyutu ile dibe vurmasını sağladı. Bizim öngörülerimizle sadece İBB bütçesinde bu yılki bütçe kaybı 6,5 milyar liraya yakın olacak. Bunlar büyük rakamlar… Bir yılı tamamlandığımızda mali disiplini sağlamış, bütçe dengesini oturtmuş bir seviyeye gelmeye hedefliyorduk. Gerçekten verilerimiz bize ocak, şubat aylarını ele aldığımızda çok dengeli bir bütçe yönetimini gösteriyordu. Hatta bu mart ayının bir kısmında da devam etti. Hatta Meclis’te AK Parti Grubu, “Size borç vermiyoruz çünkü iyi bir ocak, şubat ayı geçirdiniz,” gibi bir gönderme de yaptı. İlk üç aylık verilere bakarak, çok manalı, manidar bir tavırla hareket ettiler. Ama dediğim gibi iyi noktaya getirdiğimiz bu bütçe dengesinin özellikle pandemi sonrası yeni bir stratejiye ihtiyacı olduğunu görüyoruz. Biz bu şehrin her kuruşunun şehirliye ait olduğunu, şehir adına kullanılması gerektiğini, çok ahlaklı bir şekilde yönetilmesi gerektiğini söylüyoruz. Çünkü gerçekten o mali bütçedeki dengeyi kuramadığınız takdirde uygulamaya koyduğunuz demokratik uygulamalarınız, metotlarınız, katılımcılık, şeffaflık bölümünü de destekleyemez oluyorsunuz. Yani ikisi çok dengede gitmeli. Biz bu bir yıl bittiğinde bunu tamamlamayı isterdik ama pandemi süreci buna ne yazık ki el freni çekti. Bu bizim için sıkıntılı bir durum haline dönüştü. Ama bunu da aşacak kabiliyete sahiptir İstanbul. Bunu aşacağız, çok çalışacağız. Şu anda özellikle bir kısım şehir yaşamına hızlıca dokunmayacak bazı projeleri durdurma kararı aldık. Her birimimizle ilgili ciddi tasarruf toplantıları yaptık ve milyarlarca liralık tasarruf bütçesini aslında şehrin bundan sonraki dönemi için -yani 2021 için- uygulamaya koyduk. Tabii 2021’de bizi ne bekliyor, ona bakıp yolumuza devam edeceğiz. Tekrar toparlamak için zamana ihtiyacımız olacak. Belki icraatla ilgili çok düzenli hale getirdiğimiz bir kısım işler, İstanbul’a çok değerli sürprizlere dönüşecekti. Örneğin Mecidiyeköy- Mahmutbey hattını 19 Mayıs’ta hizmete açacaktık ama ne yazık ki şubat ayında pandemi süreci başlayınca, buranın elektronik mekanik kısmını harekete geçirecek olan firmanın ve çalışanların İspanyol olması ve bunların ülkelerine dönmeleri bizim bu sürecimizi ne yazık ki engelledi. Bunun gibi etkileri var. Pandemi etkisiyle bazı projelerde ne yazık ki bu sorunları yaşıyoruz. Yoksa gerçekten çok müjdeci, çok ilginç, etkileri yüksek seviyede Nisan Mayıs Haziran periyodunu İstanbul’a hazırlamıştık. Ama hâlâ faydalı bir süreci devam ettiriyoruz. Biraz gecikmeyle de olsa, ne kadar ciddi projeleri harekete geçirip bitirdiğimizi İstanbulluya en azından kalan bu altı ay içerisinde yine 2020’de yaşatacağız.

ADAYLIK İÇİN NİYETİM YOK
Erdoğan sizi 2023 seçimleri için açık bir rakip olarak görüyor. Cumhurbaşkanı adaylığınız sık sık dillendiriliyor. Hatta ana muhalefetin sizi hazırladığı söyleniyor. Sizin hakikaten böyle bir düşünceniz, böyle bir tasarrufunuz var mı?
Ben işimi yapıyorum. Her yerde söyledim, böyle bir niyetimin olması mümkün değil. Doğru da değil. Yani siz İBB gibi kutsal bir süreci yönetirken, böyle bir görevi yaparken, gözünüz başka işlerde ise işinizde başarılı olma şansınız yok.

Peki, muhalefet sizi aday gösterirse?
Bunlar çok sonraki işler… Şu anda biz bahsettiğimiz toplumsal süreçleri, sorunları aşmalıyız. İstanbul ile ilgili konuları aşmalıyız. İnanın gündemimde veya hiçbir şekilde zihnimin bir köşesinde yok. Şu anda benim tek derdim İstanbulluya ve İBB en üst seviyede hizmet yapan, en başarılı belediye başkanı olmak.
 

Birgün