Paris'te son tango !
Hem aradığınız haberlere hızlıca ulaşabilmek hem de Haber3.com'a destek olmak için Google News'te Haber3.com'a abone olun.
Haber3'e Google News'te abone olun
Abone OlDuayen gazeteci Şansal Büyüka, büyük tepki gören Milli Takım hakkında çarpıcı yorumlarda bulundu.
Kampta küsenler, yüzünü düşürenler, beş karış suratla gezenler, hocaya tavır yapmaya çalışanlar vardı. Milli Takım kadrosunun içinde olanla, bu kadronun dışında kalanlar arasında laf getirip götürenler vardı. Bunun sonucu ikili tartışmalar yaşandı. İkili-üçlü gruplar oluştu.
Transfer ve prim konuları gündemden hiç düşmedi. Bütün bunların sonucu birlik olamadık, takım olamadık ve sonuçta başarılı olamadık. Ama hoca bunları deftere yazdı. Şurası kesin; bazı oyuncular “Paris’te son tango“ yaptı... Artık ay-yıldızlı formayı göremezler.
İspanya maçı sonrasında stat önünde ekip arkadaşlarımızı bekliyorduk. Üstünde Türk Milli Takımı’nın kırmızı forması bulunan 60 yaşlarında bir beyefendi Ömer Güvenç’in yanına yaklaştı. “Ömer Bey” diye seslendi ve “Yüzümün kızarıklığı giydiğim formadan değil, oynadığımız futboldan...“ diyerek devamını getirdi; “Ben 8-0 yenildiğimiz İngiltere maçında da tribündeydim... Bu kadar utanmadım...”
Maçın daha devre arasıydı. Lig TV adına yayın yaptığımız panoromik stüdyo İspanyolların arasındaydı. Bir İspanyol seyirci bizim ekipten sevgili Seren Çelik’e “Arda yürüyor, inanamıyorum“ dedi...
Söyleyeceğim o ki; sıfır futbol, sıfır gol, sıfır puan ve koşmak yerine yürüyen, savaşmak yerine teslim olan, hücuma çıkamayan, savunma yapamayan, şut atamayan, başlangıçtaki 10-15 dakikalık dirençten sonra hemen teslim olmaya hazır hale gelen, fazla kiloları formalarının üstünden bile belli olan, adı takım olan ama kendi olamayan, şampiyonanın en farklı yenilgisini alan bu ekip, maalesef 24 takımlı şampiyonanın “uzak ara” en kötü ekibi.
Açıkcası, “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir“ misali, kötü gideceğimiz günler öncesinden ilk sinyallerini vermeye başlamıştı... Öyle ki, gerek medya mensupları, gerekse federasyona yakın çevreler her fırsatta “içeride sıkıntı var“ diyordu. Nitekim o sıkıntı kamptan sahaya taştı ve bizi teslim aldı.
Negatif enerji
Değerli dostlarımdan birisi sürekli “negatif enerji salan biriyle dolaşma; düzenini, moralini, en sonunda sağlığını bozar“ diye beni uyarır... Maalesef bizim kamp döneminde de takım bu “negatif enerji“ yayanların etkisi altında kaldı. Ersun Hoca, İspanya maçı sonrasında güzel bir tespit yaptı. Hoca, “Ego ile yeteneği dengeleyeceksin. Ego, yeteneğinin önüne geçerse o yeteneğini de kullanamazsın“ dedi. Doğru, biz oynadığımız iki maçtan önce kampta yaşanan ve hızla yayılan “negatif enerjilere ve egolara“ teslim olduk...
Kampta küsenler, yüzünü düşürenler, beş karış suratla gezenler, hocaya tavır yapmaya çalışanlar vardı. Milli Takım kadrosunun içinde olanla, bu kadronun dışında kalanlar arasında laf getirip götürenler vardı... Bunun sonucu ikili tartışmalar yaşandı... İkili- üçlü gruplar oluştu ... Transfer ve prim konuları gündemden hiç düşmedi... Bütün bunların sonucu birlik olamadık, takım olamadık ve sonuçta başarılı olamadık...
Düşünün, milli takıma yeni giren, çok kısa sürede Türk insanının kahramanı olan Emre Mor‘a oynadığı maçlarda, hatta antrenmanlarda bile pas verilmediği Fransa’da herkesin dilinde dolaştı... Dakika bile tutmuşlar... “Slovenya maçında bilmem kaç dakika pas verilmedi” diye...
Peki, otoritesi ile tanınan Fatih Terim, bu işlere niye sessiz kaldı... Kampın havasını bozanları neden yollamadı? Hoca bunu yapsa, kötü bir sonuçta kıyamet kopacağını biliyordu... “Vay kadrodan çıkarılır mı, geri yollanır mı?” diye ensesinde boza pişirirlerdi... Ama hoca bunları deftere yazdı. Şurası kesin; bazı oyuncular “Paris’te son tango“ yaptı... Artık ay- yıldızlı formayı göremezler...
Teslim olmuşlar
Futbol Federasyonu yetkilileri ile konuştum. UEFA görevlileri “İnanamıyoruz“ demişler, “Fatih Terim takımları yenilir ama teslim olmazlar...“ Zaten herkesi şaşkınlığa düşüren bu teslim oluş, bu kabulleniş değil mi?
Oynamayanların oynadığı bir milli takımın hiçbir şey oynamadığı çok açık ortaya çıktı. Öyle ki, bu oynamayanların oynadığı milli takımda 3.5 kilo, 5 kilo, 6 kilo fazlası olan oyuncular var. Bunu yetkililer söylüyor. Bunların hepsi de kendi takımlarında ya hiç oynamayanlar, ya da çok az süre alanlar. Kabul etmemiz gereken gerçekler maalesef çok fazla. Milli Takım oyuncuları iyi çalışarak, iyi hazırlanarak, iyi motive olarak milli takıma gelmemişler. İnançları eksik, motivasyonları eksik, güçleri eksik, hızları eksik, futbol adına olması gereken ne varsa, tamamına yakını eksik...
Arda gözden uzak kalmalı!
Arda‘ya da bir öneri; kıskançlığın tavan yaptığı, şöhretlerin bozuk para gibi harcanmaya çalışıldığı, ekonomisinin dillerden düşmediği bizim ülkemizde biraz daha gözlerden uzak kalmalı. Evinin ve gönlünün kapılarını her gelene açmak yerine, gerçek dostları dışında herkese kapamalı.
Elbette Arda... İspanyol seyircinin “yürüyerek oynuyor, inanamıyorum“ demesi doğru... Atletico Madrid’teki o göz kamaştıran günlerin ardından Barcelona’da nasıl bu duruma geldi, inanılır ve anlatılır, hatta açıklanır gibi değil... Üstelik kaç maçtır ısrarla kötü oynuyor, hocası oyundan çıkartmak zorunda kalıyor...
Ancak bütün bunlar Türk Milli Takımı’nın kaptanını topu her ayağına alışında “yuhlama“ hakkını kimseye vermez... Islık bile değil, yuhalama... Ayıp ettik... Arda, daha altı ay önce Barcelona‘ya imza atarken ülkede halk kahramanı gibiydi... Altı ay sonra, Haziran ayında neredeyse “Vatan haini“ oldu...
Arda tartışması bile yapılamayacak kadar iyi insan, çok değerli bir futbolcu. Bu kamp döneminde de, daha öncesinde de yanlışları olabilir. Hangimiz yanlış yapmıyoruz ki... İçimizi acıtan bizim yuhaladığımız Arda‘ya İspanyol seyircisinin içten biçimde sahip çıkması oldu... Kendi evladımızı biz yoketmeye çalışıyoruz, elin İspanyolu sahipleniyor... Ne hallere düştük...
Arda‘nın yaşananlardan mümkün olduğunca çabuk sıyrılıp, çok iyi, bir sporcunun yapabileceği özellikleri taşıyan bir tatil yapıp hızla futboluna dönmesi gerekiyor... Arda‘nın sıcaklığından, samimiyetinden, iyiliğinden, ekonomisinden, şöhretinden yararlanan ve çevresinde bir halka oluşturan sözde dostlarına da bir uyarım var; Arda‘yı seviyorsanız, rahat bırakın, yalnız bırakın, futbolu ile başbaşa bırakın... Arda aşırı iyiliğinden, İspanya‘ya her gelenle “ayıp olur“ endişesi ile yakından ilgilenip, adeta kendini parçalamasından belki de işine gerektiği kadar motive olamıyor... Arda‘ya da bir öneri; kıskançlığın tavan yaptığı, şöhretlerin bozuk para gibi harcanmaya çalışıldığı, ekonomisinin dillerden düşmediği bizim ülkemizde biraz daha gözlerden uzak kalmalı... Evinin ve gönlünün kapılarını her gelene açmak yerine, gerçek dostları dışında herkese kapamalı... Gazeteler, sosyal medya, mümkün olduğunca hepsinden uzak durmalı...
Hem Galatasaray, hem Milli Takım olmaz
Fatih Terim, son anda katıldığımız 2016 için yeterli kamp süresini ve hazırlanma zamanını bulamamış, kadro tercihini iyi yapamamış, hatta kendisini şöhrete ulaştıran otoritesini iyi kuramamış olabilir. Bütün bunlara rağmen, Avrupa’nın çok saygı duyduğu, inandığı, hatta çekindiği bir teknik direktöre sahibiz... Çek maçından sonra “gereğini yapacağım“ ifadesinin kapsama alanını bilmiyorum. Bu kapsama alanında kendisi de varsa “sakın ha“ derim... Devam etmeli. Aklında hem Galatasaray, hem milli takım varsa, bunun olmayacağını bilmeli, ”gidiyorum - kalıyorum“ diye fal tutmaktan vazgeçip, milli davada devam etmeli.
Ancak şunu belirtmeliyim; sosyal medya ile ilgilenmem... Görüşlere, eleştirilere değer veririm ama, küfüre, hakarete isyan ederim. Onun için bakmıyorum, takip etmiyorum. Maçın ertesi sabahı gösterdiler, okuttular, insanlığımdan utandım. Fatih Terim‘in hamile kızı için öyle twetler atılmış ki, tek kelime ile iğrenç... Utanç ötesi...
Ramazan ayındayız, müslümanız, ağzımızdan - dilimizden “Allah’ı” eksik etmiyoruz, ama hamile bir yavrucağın daha doğmamış çocuğuna beddua ediyoruz... Yuh olsun... Bu kadar mı bittik... Ahlak olarak, kalite olarak bu kadar mı çöktük... Fatih Terim, bir baba olarak bunları buldurmaz, hukuki bir süreç başlatmazsa O’na da yazıklar olsun. Yeter be... İğrençlik de, ahlaksızlık da bir yere kadar...
Kulis yapıyor iddiaları ile anılmak hoş değil
İşin biraz da tekniğine taktiğine bakarsak iki bekimiz Gökhan Gönül ve Caner Erkin ne kadar içeri girerek oynadılar, kenarları ne kadar boş bıraktılar... Arkalarına ne kadar çok adam kaçırdılar... Hücuma çıkmakla meşhur iki bekimiz, bırakın hücuma çıkmayı geri dönüp rakibi durduramadılar, pas yollarını kesemediler.
Hakan Çalhanoğlu, Almanya‘da harikalar yaratıyor. “Frikiklerin efendisi“ olarak tanınıyor... Bu konuda haklı bir şöhreti var... Ancak bu haliyle Türk milli takımında oynama şansı yok... Sanki “gerçek” Hakan Çalhanoğlu Alman Ligi’nde, “sanal“ Hakan Çalhanoğlu Türk Milli Takımı’nda... Açıkcası bugüne kadar bir yararını göremedik... Oğuzhan, Beşiktaş‘ı şampiyon yapan bir- iki lider oyuncudan biri. Bu genç yaşına rağmen rahatlıkla “lider oyuncu“ diyebiliyorum. O Oğuzhan milli takımda beş dakika, on dakika olsun hiç ama hiç görünmedi. Oğuzhan istese de bu kadar kaybolamaz. Bu kayboluşun bir, belki de birden fazla sebebi olmalı. Bir başka isim Selçuk İnan. Türk futbolunun en değerli orta saha oyuncusu. Çok mu iyi oynuyor, hayır. Çok mu kötü oynuyor, hayır. Neredeyse varlığı ile yokluğu belli değil. Adın Selçuk İnan ise sazı eline alacak, çalacak, oynatacaksın... Bunu yapmışlığın var, çalmışlığın, oynatmışlığın var... Şimdi niye yapmıyorsun, seni bozan bir şey mi var? Üstelik Selçuk gibi bir değerin, bir ustanın takımı derleyip toparlaması gerekirken “kulis yapıyor“ iddiaları ile anılması hiç hoş değil... Açıkcası buna inanmak istemem...
Yeter ki isteyin!
Bütün bu teslimiyetçiliğe, kabullenmişliğe rağmen halen şansımız sürüyor. Şampiyonanın “en kötü takımı“ olarak ülkeye dönersek, inanın Türk futbolunun prestiji adına çok şey kaybederek dönmüş oluruz... Değerli bir dostum, halimizi anlatan, takımın ruhen çöküşünü tarif eden çok iyi bir benzetme yaptı; Futbolcularımız sanki birbirlerine sarılmamak için gol atmak istemiyorlar. Düştüğümüz hale bakın. Bu yatış, bu kabulleniş, bu çaresizlik bizim, sizin, Fatih Terim’in tarzı olamaz. Bütün bu olumsuzluklara rağmen ayağa kalkabiliriz, golü atabiliriz, birbirimizi kucaklayabiliriz... Çok yaptık, gene yaparız. Yeter ki isteyin, yeter ki yeteneklerinizin önüne yüreğinizi koyun...
Zorunlu açıklama
Maç sonrası yaptığım açıklamada, “Fatih Terim bırakacak” demedim. Bu görüşte de değilim. Medyaya böyle yansımalar olduğu için açıklama zorunluluğu duyuyorum.
Hem aradığınız haberlere hızlıca ulaşabilmek hem de Haber3.com'a destek olmak için Google News'te Haber3.com'a abone olun.
Haber3'e Google News'te abone olun
Abone Ol