Yalçın Küçükten şok açıklamalar !
Hem aradığınız haberlere hızlıca ulaşabilmek hem de Haber3.com'a destek olmak için Google News'te Haber3.com'a abone olun.
Haber3'e Google News'te abone olun
Abone OlProf. Yalçın Küçük, yine medya dünyasının çok konuşacağı açıklamalar yaptı !
Prof. Dr. Yalçın Küçük, ülkenin gündemine bomba gibi düşen ve pek çok tanınmış ismin şaşırtıcı soy kütüğünü ortaya çıkaran ‘sabetayizm’ tartışmasına açıklık getirirken, millici sabetayistleri’ sıraladı.
YENİ ÇİZGİ’den Nesrin Yanık Çorakbaş’a konuşan Yalçın Küçük, “Sabetayistler olmasaydı, cumhuriyeti kuramazdık” dedi...
Yalçın Küçük röportajının çarpıcı başlıkları şöyle:
Ben, zindandaydım. Şu teşhisi yaptım; Amerika, İsmail Cem’i cumhurbaşkanı yapmak istiyor ve kendi kendime “Yalçın” dedim, “senin bunu önlemen lazım”. Bir kısmı kesinleşmiş, yüz yıl kadar hapsim isteniyordu, durmadım, İsmail Cem İpekçi’nin İbrani asıllı olduğunu çıkarırsam, önleyebileceğimi düşündüm. Böyle başladı...
Ben Yahudi dönmesi demiyorum. Ayrıca “dönme” sözcüğü biraz ağır olduğu için “sabetayist” sözüne ağırlık verdim. Sabetayistlerimizi de özgürleştiriyorum. Ancak her yere, hiçbir kabiliyetleri olmadığı halde, sadece sabetayistlerin gelmesine isyan ediyorum. Sokaktan kız topluyorlar, “artiz” yapıyorlar. Sonra bir de reklam yıldızı yapıyorlar. Hiç birisi hak etmiyor.
Ermeni Tehciri veya 6/7 Eylül türü kıyamlarda, Türklerin seyirci olduklarını ve bunun aslında bir “Yahudi-Hıristiyan Savaşı” olduğunu gösterebiliyorum. Yeni gördüm, artık dış değerlendirmelerde yerini alıyor, “some Turkish historians” yollu başlıyorlar. Belki bu da bir sağ-sol yer değiştirmesidir. Bunu ülkücülerin, Bahçeli veya Perinçek taraftarlarının yapmasını temenni ederdim. Yapmadılar ve bana düştü.
Bugün eğlence sanayiine, televizyon sanayiine, reklam sanayiine İbrani olmayan giremez; bunu açıkça söylüyorum. Eğer Tarkan’dan şarkıcı olursa, benden de Marilyn Monroe olur. Soy adı “Tevet” olup, İbrani’da bir ay ve Tanrı adıdır. Araplara karşı savaşta kullanılan bir tankın adı da, Tevet’tir. Amcası Tevetoğlu, Amerika ve Suudi Arabistan için çok çalışmıştır.
• Şu anda Barzani tarafında ve pek çok Kürt’te şu tekrarlanıyor, “Öcalan iyi bir Kürt idi, Yalçın Küçük Kemalist ve Türkist yaptı” ve bu çok yazılıyor. Bana göre çok abartmadır, İmralı’dan Öcalan’ın verdiği cevabı da biliyoruz, Öcalan, Yalçın Küçük’ün görüşlerine, bana göre fazla önem veriyor...
Bir çözülüş döneminden geçiyoruz. Bu çözülüş döneminde bir takım tarifler de altüst oluyor. Bu zamana kadar sol olan sol olmaktan ve sağ olan da sağ olmaktan çıkıyorlar. Belki de şu anda “eski” sağ, sağ değil ve “eski” sol, sol değil. Şimdi ben, “Türkiye büyümezse, küçülür” diyorum ve Musul’da, yıllardır Ankara’nın yardımıyla kurulan Kürdo-Jüdaik Devlet’in eninde sonunda Türkiye’yi küçülteceğini ekliyorum. Sol, bunlara sessiz kalamaz ve ben sessiz kalmıyorum. Sizin sorduğunuz soruya göre, bundan daha millice ne olabilir? Ve buradaki mücadele de, tam bir milli mücadeledir.
Yalçın Küçük Abdullah Öcalan’ı etkilemiş olabilir; o kadar söyleniyor ki bunu kabul etmek zorunda kalıyorum. Öcalan’ın, ki Türkiye Kürtleri üzerindeki siyasi etkisi İmralı’dan beri artmıştır, Barzani’yi reddetmesi önemlidir. Bundan dolayı bana bir pay veriyorlarsa ne yapabilirim ki, yaptıklarımda bir devamlılık var. İlk mülakatımda kendisine söylemiştim, “Apo, sen de hep biz Türkleri seviyorsun, hiç Kürtleri sevmiyorsun” demiştim. Abdullah Öcalan’da abartılı bir Mustafa Kemal hayranlığı vardır.
Ey Devlet Bahçeli, ey Doğu Perinçek, Musul’da Kürdo-Jüdaik bir devlet çıkıyor, görmüyorlar. Ben görüyorum. Sizin derginizde, Umum Jandarma Komutanlarımızdan Şener Paşa bir mülakat vermiş, Fikret Bila’ya da söylemişti, “hata yaptık” diyor. Aynı düşüncedeyim ve ekliyor, bu oluşumunun bir santim daha ileri gitmesini önlememiz lazım, diyor ve yine aynı düşündeyim...
Orhan Pamuk, devletin husumetini çekerse Nobel alabileceğine inandı ve bunun için “Kürtleri kestik, Ermenileri şişe dizdik” dedi. Dava açtırmak içindi ve sonra dava açıldı. Sonra hem hükümet korktu ve hem de Pamuk korktu, düşürdüler.
İnternetteki Yaşar Paşa'yla ilgili o iki sayfalık inceleme için de “senin öğrencilerin yazmış” dediler. Ben de baktım, ülkücü ve biraz da Fethullah Gülen tandanslı olabilir, bilenler öyle düşündüler. Ama araştırma teknikleri ve benim geliştirdiğim bilimden, disiplinden yararlanma açısından çok iyi bir çalışma olduğunu kabul ediyorum. Tanımıyorum, ancak on üzerinden on notu verebiliriz.
“İsrail’e hizmet edenler aramızda”
Bu sebatayistlerin 1967’ye kadar sadakati bizeydi, bu topraklaraydı. 1967’de, İsrail, Arapları hezimete uğratınca anladılar ki, İsrail yaşayacak. Bugün İsrail’i düşünenler, İsrail’e hizmet edenler aramızdadır. Bir de şunu söylüyorum, bütün köşe başlarını tutmuşlar. Bugün eğlence sanayiine, televizyon sanayiine, reklam sanayiine İbrani olmayan giremez; bunu açıkça söylüyorum
“MHP’nin toprağı kayıyor”
MHP’yi şu anda hiç millici bulmadığını söyleyen Yalçın Küçük, “Hiçbir iş yapmıyorlar; sabah-akşam Ermeni kötüdür, Kürt kötüdür, diyorlar. Ne olacak; Kürtlerimizin hepsini kazısak işlerimiz düzelecek mi? Yirmi yedi yıl yatmış bir kimseyi beş yıl daha mezara koyarsak, daha mı müreffeh olacağız; MHP budur” derken, Perinçek’in yıldızının, MHP’nin ise toprağının kaymakta olduğunu belirtiyor.
Ordunun yıpratılması için bir kampanya başlatıldığı konuşuluyor. Bir sitenin, Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt’ın ‘sebatayist’ olduğuna dair iddiaları da bunun uzantısı gösteriliyor. Elbette bu iddia da, akla hemen sizin isminizi getiriyor. Sizinle bir ilgisi var mı bu iddiaların?
Bir defa gayet açık olarak söyleyeyim, Türkiye’de Soner Yalçın “Efendi” kitabını çıkardı. Herkes Yalçın Küçük’ün yazdığını söylüyordu. Hiçbir ilgisi yok, Soner benim çok sevdiğim, çok değerli arkadaşımdır. İnternetteki o iki sayfalık inceleme için de “senin öğrencilerin yazmış” dediler. Ben de baktım, ülkücü ve biraz da Fethullah Gülen tandanslı olabilir, bilenler öyle düşündüler. Ama araştırma teknikleri ve benim geliştirdiğim bilimden, disiplinden yararlanma açısından çok iyi bir çalışma olduğunu kabul ediyorum. Tanımıyorum, ancak on üzerinden on notu verebiliriz. Ben, bu disiplinde neleri söylediysem, onlar uygulanmış ve ondan da bir sonuç almışlar. Ancak şu nokta da önemlidir, benim geliştirdiğim disiplinin bulguları ihtimalidir ve hiçbir zaman kesin sayamayız.
Bu soy araştırmasının sizinle ilgisinin olmadığını mı söylüyorsunuz?
Benimle hiçbir alakası yok bu net; ama bilim ortaktır, geliştirmiş olduğum teknikleri uyguluyorlar. Okuduğumu belli ettim ve bir de Yaşar Paşa Hazretleri’nin akrabalarını, soyadlarından yazmışlar. Birisi benim ihtilalci ve Teşkilat-ı Mahususa’dan dedemin soyadıdır, demek bizim yöredendir.
Ben bu kampanyanın, Yaşar Paşa Hazretlerinin durumunu sarsacağına inanmıyorum. Yaşar Paşa Hazretlerinin bu şekilde tartışılmasından da bir başka açıdan memnunum. Sedat Ergin, Murat Yetkin, ikisi de benim arkadaşım, her gün yazı yazdılar. Hilmi Paşa başkan olurken, “Yaşar Paşa gelecek, Yaşar Paşa şöyle...” Onların yıldızları Yaşar Paşaydı.
Bu yıldızın sönmesinden mutlu oldunuz o zaman...
Hayır, şunu yazdım; “Türk Paşalarını böyle klişelere sokmayın. Pişman olursunuz. Bir gün Yaşar Paşadan memnun olmazsınız.” Şimdi, Yaşar Paşa’nın Erkan-ı Harbiye Reisi olmasını istemeyenler var.
Hayır hayır, kriz veya çöküş döneminde Türk Silahlı Kuvvetleri son derece demokratiktir. Bir bütün olarak hareket ederler, Hilmi Paşanın durumu istisnaidir. Belki 2001 devalüasyonuna bağlayabiliriz. Çok ürktüler. Yüksek komutanlar tartışmadan, güçlü bir aydın kurumundan çok çekiniyorlar. Hilmi Paşa çok çekinenlerdendir, Rektörler bana gelselerdi kabul etmezdim, diyebilmektedir. Bu yayınların Yaşar Paşayı olumsuz olarak etkileyeceğini de sanmıyorum.
Sabetayizme gelince, kim Vedii Bilget Paşadan daha millici ve solcu olabilir, kim Atilla İlhan’dan daha solcu olabilir; sabetayistler olmasaydı, bu cumhuriyeti kuramazdık. Ben bir bilim yapıyorum. İçlerinden, çocukluğumdan beri övündüğüm, kuvay-i milliye’de “çete reisi” olan, ki ben de çocukluğumda hep “çete reisi” olmak isterdim, dedem çıkıyor ve yazıyorum.
Bir açıklayıcı sistem kurduk. Bir kısmının ülkeye sadakatinin kalmadığını ve hep İsrail’in iyiliğini düşündüklerini bulup gösterdik ve bir de bir gizli örgüt olup, subaşlarını tuttuklarını çıkardık. Bu artık halkımızın bilimidir. Yaşar Paşaya gelince, bizim Paşamızdır.
Sabetaycılık meselesini Türkiye’nin gündemine sokan kişi siz oldunuz. Hala da sizin açtığınız yoldan ilerleyip listeler tutanlar var. Bu muydu bu tartışmayı açma amacınız, ne yararı var insanların nereden geldiğini bilmenin?
Bir çok yararı var. Türk aydını için “imkansız yoktur”, buna inanıyorum. Bir devrimcinin, sizin deyiminizle bir millicinin, “elimden bu kadar geliyor, ben zindandayım, hiçbir çarem yok, hiçbir şey yapamam” düşüncesinde olmadığına inanıyorum. Ben, zindandaydım. Şu teşhisi yaptım; Amerika, İsmail Cem’i cumhurbaşkanı yapmak istiyor ve kendi kendime “Yalçın” dedim, “senin bunu önlemen lazım”. Bir kısmı kesinleşmiş, yüz yıl kadar hapsim isteniyordu, durmadım, İsmail Cem İpekçi’nin İbrani asıllı olduğunu çıkarırsam, önleyebileceğimi düşündüm. Böyle başladı...
Amacınız yalnızca bu muydu yani?
Başlangıçta amacım sadece buydu. Ama sonradan bir bilim haline geldi. Çok da memnunum, şimdi her yerde bu çıkıyor.
Hanımefendi, bu yolla Türklüğü ibra ediyorum. Ermeni Tehciri veya 6/7 Eylül türü kıyamlarda, Türklerin seyirci olduklarını ve bunun aslında bir “Yahudi-Hıristiyan Savaşı” olduğunu gösterebiliyorum. Yeni gördüm, artık dış değerlendirmelerde yerini alıyor, “some Turkish historians” yollu başlıyorlar.
Belki bu da bir sağ-sol yer değiştirmesidir. Bunu ülkücülerin, Bahçeli veya Perinçek taraftarlarının yapmasını temenni ederdim. Yapmadılar ve bana düştü.
İnsanların ana babasını seçemeyeceği gerçeğinden yola çıkarsak, nasıl ki Kürt vatandaşlarımızla ilgili ayrımcılık yapılmaması gerektiğini aklı başında her aydın söylüyor, neden “Yahudi dönmesi” dediğiniz vatandaşlarımız konusunda aynı hoşgörü yok ülkemizde?
Ben Yahudi dönmesi demiyorum. Ayrıca “dönme” sözcüğü biraz ağır olduğu için “sabetayist” sözüne ağırlık verdim. Sabetayistlerimizi de özgürleştiriyorum. Ancak her yere, hiçbir kabiliyetleri olmadığı halde, sadece sabetayistlerin gelmesine isyan ediyorum.
Sokaktan kız topluyorlar, “artiz” yapıyorlar. Sonra bir de reklam yıldızı yapıyorlar.
Hiç birisi hak etmiyor. Haksızlıkların hepsine karşı savaş, benim görevimdir.
Bir bilimdir, Subaşı Camii’ndeki “su’lular”ın namazını da, benim geliştirdiğim açıdan ele almanızı diliyorum.
İslam kalvinizmi imiş, uyduruyorlar. Peygamber Hazretleri, çalışmak ibadettir, diyordu ve peki Kalvin bundan başka ne dedi? Kalvinizm İslamda vardır. Peygamber Hazretleri tüccar idi, Kalvin ne diyebilir ki, peşinen var.
Bir de şöyle bakabilirsiniz, Zapsu’ların eşleri varlar. Musa Anter, Zapsu’ların akrabası idi ve ben Yahudi kökenli olduğunu yazmıştım. “Anter” soyadını dünyanın her tarafında Yahudiler taşıyorlar ve Musa Anter benim dostum idi. Şimdi orada adı geçenleri alın, kitaplarımı alın ve çalışın, judaizm ile karşılaşabilirsiniz. Demek ki çalışmalarım yararlıdır.
İslam judaize olmuştur. Ak-istler arasında önemli ölçüde İbrani asıllı var.
İnsanların gözlerinin açılması, kötülemek demek değildir. İlk önce en sevdiğim eniştelerimi deşifre ettim. Şimdi daha yukarılara geliyorum. Hep sevgiyle yapıyorum. Ancak açıklamak ve devamlı aydınlatmak benim işimdir.
Bayezid veya Ata misli insanlar, İsrael’de olsalar, katiplik işi dahi bulamazlar. Burada çuval çuval para veriyorlar. Bu sayede, tiyatro, şan, sinema, sanatları gitti, ahlakımız bitti. Bütün subaşlarını tuttukları için, kabiliyetlere bütün kapıları kapattıkları için tükeniyoruz.
En son Çamlıca’da Subaşı Camii’nde çıktılar.
Sebatayist dediğinizde, bir kısım vatandaşlarımızı huzursuz etmiş olmuyor musunuz?
Hayır, o da aşıldı. Bir kısmı da memnun. Adını vermeyeceğim, Türkiye’nin en zengin ilk 5-10 kişisi arasında olan birisine, samimi olduğu öbür zengin arkadaşı, “Yalçın Hoca senin ailenin sebatayist olduğunu söylüyor, ne diyorsunuz” demiş ve “sayesinde kökümüzü öğrendik” cevabını almış. Bu, birinci el bilgidir.
Biz savaşlarda vururuz, kırarız, ama biz bu topraklarda yaşayanları çıkarmayız, içeri alırız. Ermenilerde savaş için bir tedbir var, ama sonrası Türklük geleneklerinde yoktur, tarihinde yoktur. Kurtuluş Savaşında bize küçük bir taş bile atmamış Elenleri, bir buçuk milyon, ihraç etmek bizim üslubumuzda yoktur. 6/7 Eylül, bize uymamaktadır. Biz Türkler, bütün bu acımasızlıkların sadece figüranı yapıldık.
Bir sonuç çıkıyor, “ey Türk milleti, masumsun!” Annem yaşasaydı çok sevinirdi. Kavmime güven veriyorum.
Araştırmanız öyle bir noktaya vardı ki, Türkiye’de sebatayist olmayan Türk kalmadı neredeyse...
Yok yok, ama doğrudur, belki daha çoktur.
Arşivlerimde var, kız kardeş iki İspanyol şarkıcı gelmişti, İstanbul’da iki gün kaldılar ve “Türkler, biz İspanyollara benziyor” deyip gittiler. Doğrudur, spikerleri, şarkıcıları mankenleri gördüler; bilimsel konuşmak istiyorum, çok büyük çoğunluğu, sefarad’tırlar. “Sefarad”, İbrani’de İspanyol demektir. Artık, renkli gözlü, uzun yüzlü, çoğu esmerimsi olmayan spiker kalmadı, sefarad’tırlar.
Elitler mi; İspanyol asıllıdır. Bunu söyleyebiliyorum.
Peki genetik olarak biz silme yeşil gözlü müyüz? Türko-Moğol, Türkmen ırkımız uzun yüzlü mü? Gerçeğe yiğitçe bakmaktan korkmamayı öneriyorum.
Benim temel düsturum, bilgi devrimcidir. Bilgi güzeldir. Ben bunları, birazcık tedrici kullandım. Benim beynimde öyle bilgiler var ki bu konuda, onları yazsam Türkiye’de asıl alt-üst oluşu yaşayabiliriz. Yazmıyorum, temkinli davranıyorum. Toplumumun kabul edebileceği ölçüde vermeye çalışıyorum. Şurası muhakkak, ilk çıktığı zaman herkeste bir boğulma etkisi vardı, ama onu aştık.
Bir suçlama olarak algılanmasın mı diyorsunuz o zaman sebatayist olmak?
Niye öyle algılansın. Ama bir suçlama tarafı şu, çok açık söylüyoruz. Bu sebatayistlerin 1967’ye kadar sadakati bizeydi, bu topraklaraydı. 1967’de, İsrail, Arapları hezimete uğratınca anladılar ki, İsrail yaşayacak. Bugün İsrail’i düşünenler, İsrail’e hizmet edenler aramızdadır. Bir de şunu söylüyorum, bütün köşe başlarını tutmuşlar. Bugün eğlence sanayiine, televizyon sanayiine, reklam sanayiine İbrani olmayan giremez; bunu açıkça söylüyorum. Eğer Tarkan’dan şarkıcı olursa, benden de Marilyn Monroe olur. Soy adı “Tevet” olup, İbrani’da bir ay ve Tanrı adıdır. Araplara karşı savaşta kullanılan bir tankın adı da, Tevet’tir. Amcası Tevetoğlu, Amerika ve Suudi Arabistan için çok çalışmıştır. Bunlar var, ama sesi yok; playback olmadan bir buçuk dakika ses çıkardığı bile tartışmalıdır, açık hava konserlerini dahi playback yapıyor. Bugünkü teknoloji ile ve playback konser olursa, beni de yıldız bir şarkıcı yapabilirsiniz...
Bu, bir isyandır.
Sebatayistlerin hakimiyetinde olduğunu söylediğiniz medyanın sizin açıklamalarına bu kadar ilgi göstermesi mazoşist bir görüntü çizmiyor mu o halde?
Hayır efendim. Medyanın bana ilgi gösterdiği doğru değil, orada bir yanlışınız var. Ben ilgi istemiyorum. Ama mecburlar. Çünkü benim görüşlerim yayılıyor.
Ayrıca, savaştım, Gazi’yim, hücrelerde yattım. Bir masa büyüklüğündeki taş zeminde günlerce kaldım. Hhapis yattım, sürgünde yaşadım. Bu tür insanlarla, bunun beşte birini yaşayanlarla, dünyanın her yerinde ilgileniyorlar. Abartmayınız.
Hanımefendi, sağ-sol kayması dediniz, o kadar taş hücrelere kondum ki, Uğur Mumcu, “Yalçın Küçük’ün haftalık görüşmesi” yollu yazıyordu, çok hoş, ama daha hoşu, beni sık sık taş hücrelere koyanlar, şimdi bana sevgi selamları gönderiyorlar. “Aman dikkat edin” yollu uyarıyorlar. Bu selamlar çok değerlidir. Beni yaşama bağlıyor.
Bundan birkaç sene önce kitap yazıyordum, Çankaya Berberi Reşat Bey ile de konuşuyoruz., çok Kemalisttir, “Mehmet Ali Erbil, genç bir kızla evlendi” dedi. “Nasıl oldu?” dedim. “Gelmiş burada evlenmiş” dedi. Eve döndüm, “yakında boşanır” dipnotu düştüm. Boşandı. Çünkü ben, bir teoriyle bunu söylüyorum. Beş taş oynamıyorum.
Teorilerinizde yanılma payınız ne kadar?
Bilim yanılma üzerinedir. Ama çok dikkat ediyorum. “Bu düzende Kaya Çilingiroğlu’nun boşanma özgürlüğü yoktur” da dedim. Bunları da izliyorum. Çocukcağız boşanmak için, skandal üzerine skandal düzenledi, sperm yakalattı, Hürriyet Gazetesi nerede ise kızı hapse attıracaktı. Doğru çıkıyor. Bana bir gazeteci soruyor; “Hülya Avşar, Kaya’dan bir çocuk istiyorum demiş, ne diyorsun hocam” diye. Bu demektir ki, yeşil gözlü beyaz tenli birisinden çocuk yapmak istiyor. İş budur
O zaman ben de size bir soru sorayım, dedim; Helin nam kızın annesi mi ablası mı? Şimdi bütün kanallar bu sorunu tartışıyormuş, “Helin” var ve bir de “Emral”, düşündürücüdür. Bunu, onun kızı mı kardeşi mi olduğunu düşünmeyen gazeteci, ahmaktır. Bugün “büyük” spikerler ve “büyük” gazeteciler ahmaklaşmak yolundadır. Şöhreti kaybetmiş spikerleri alıp saatlerce, nasıl dövdü, nerene vurdu “muhabbetleri” yapanlar, bir kim kime’nin cim cime ile son nişanını ana haberde saatlerce anlatanlar, ahmak olmak zorundadırlar. Ahmak ahmak gülmeye de başladılar...
Bugün Ağca cezaevinden kuşkularla çıkıyor ve ağabeyi, öldürülen İpekçi hakkında ‘dönmelik’ iddiasını yeniden ortaya atıyor. Doğru buluyor musunuz bunu, gündemi mi çarpıtıyorlar nedir sizce?
Bu soru bana çok soruldu. Bu soruyla çok karşılaştım, Mehmet Ali Ağca’nın kardeşinin verdiği beyanatı okudum. Orada çok açık bir ima görmedim. Herhalde, İpekçi “dönme” olduğu için öldürüldü ve bu nedenle de tahliye edildi. Medya, önce bu savı yaymak istedi. Sakattır. Bir kez, İpekçi Ailesi, kendilerinin İbrani asıllı olduğunu kabul etmiyorlar. İsmail Cem reddediyor, “duymadım”, diyordu. İkincisi, Abdi İpekçi, 1979 yılında öldürüldü, o zamanlar, dönmelik veya sabetayizm, bugünkü karar alevli değildi...
Çarpıtmayı medya yapıyor mu diyorsunuz?
Evet. Onun söylediği de müphemdi ama, bu açıklığı görmedim. Ama sabetayizmden önemli noktalar var. Bunu kamufle etmek istemiş olduklarını düşünüyorum.
Bir mektup gelmişti. Sanıyorum Aydın Doğan gazeteleri hiç görmediler, rakip bir gazetede çıkmıştı, kitaplarımda var. K.H. bu gazeteyi, Milliyet’i, almak istiyordu. Sahibi E. Karacan satıyordu, Abdi İpekçi satışa karşı çıktı, “öldürüldü”. Doğru mu, değil mi; sadece önemlidir ve Ağça’nın İpekçi’yi öldürdüğü kesin olmaktan uzaktır, biliyoruz.
Bakın, “büyük” gazeteciler ahmaktır, diyorum, artık bakamıyorlar. Bir, Milliyet genel yayın yönetmeni öldürüldü, Milliyet satıldı. İki, Hürriyet genel yayın yönetmeni öldürüldü, Hürriyet satıldı. Üç, Milliyet satıldı, satın alan aldığına pişman edildi, hapse girdi, bu satış sırasındaki hükümet düştü. Satın alan Korkmaz Yiğit’i korkuttular ve yiğitlikten döndürdüler.
Demek ki Hürriyet ve Milliyet sahiplikleri çok önemlidir. Bana göre bu işe Dünya Yahudi Partisi karışmaktadır. Müdahale etmektedir. Demek ki buraya bakıyoruz ve ben başka açıdan bakıyorum.
PKK örgütünün üst düzey yöneticilerinden Şemdin Sakık, yazdığı kitabında sizi ‘PKK’yı meşrulaştıran isimlerden biri’ olarak zikrediyor. Bunu kabul ediyor musunuz?
Üç kişilik bir oda vardı. Ben Abdullah Öcalan ile konuşmaları bitirdikten sonra, o odaya giderdim. Oradakilerden biri Şemdin’di. Sonra Abdullah Öcalan gelirdi. “Hocam bunlar cezalı” derdi. Ben de bilmezlikten gelirdim. Gözlerinden oradan ayrılacağını hissediyordum. Anlattığım yer Bekaa’dır ve Şemdin, daha o zaman ayrılmayı düşünüyordu.
Şu anda Barzani tarafında ve pek çok Kürt’te şu tekrarlanıyor, “Öcalan iyi bir Kürt idi, Yalçın Küçük Kemalist ve Türkist yaptı” ve bu çok yazılıyor. Bana göre çok abartmadır, İmralı’dan Öcalan’ın verdiği cevabı da biliyoruz, Öcalan, Yalçın Küçük’ün görüşlerine, bana göre fazla önem veriyor...
PKK örgütünü meşrulaştıran siz misiniz, Doğu Perinçek ile birlikte?
Bana, mülakata başlarken, “sağol Hocam, İsmail Cem’in cumhurbaşkanlığını önlediniz” dediler ve ben de hep, hayır, benim o kadar gücüm yok, o yönde çalıştım, diyordum. Bu sorunuzla ilgili olarak da benim cevabım şudur; Kürdisite tartışmalarını da biz çıkardık. Biz kimiz, Türkiye İşci Partisi, başta Aybar ve Behice Boran, biz çıkardık. Bakın bu dergi, 1970 tarihlidir, Türkiye İşci Partisi, “Kürt vardır” kararını aldı ve öylece başladı. Parti kapatıldı, Behice Boran ve arkadaşları on beş yıla mahkum edildi.
Lütfen bakın, şu kapakta adları olanlardan ayakta olan benim ve hala aynı yerdeyim.
Bekaa Vadisi’ne ben gittim. Musul’da yıpratma savaşına işaret ediyorum, aynı yerde devam ediyorum. Hep söylüyorum, bu çizgiyi biz Türkler çizdik.
Cebimde, Bekaa’da Öcalan ile yaptığımız mülakat, Toplumsal Kurtuluş’ta basacağız. Kürt arkadaşlarımızın hepsi kaçtılar. İlk Kürtçe türküleri de biz söyledik, Toplumsal Kurtuluş’un sahipliğini de yapan Bilgesu Erenus söyledi, Kürtler söyleyemediler. “Kürt vardır” dedik ve kabul ettirdik. Bu Türk aydının, Türk solunun çileli bir mücadelesidir ve başarısıdır.
Peki bana bu soruyu soruyorsunuz, ben size iade edebilir miyim, “PKK meşru mu?” Sanmıyorum. Şunu söylüyorsanız, bizim Kürtlerimiz özgürce “Kürdüm” diyebiliyorlarsa ve burada bana bir rol veriliyorsa, seve seve kabul ediyorum. Bizim sabetayistlermiz, özgürce “sabetayisttim” diyorlarsa, yine seviniyorum.
Bundan 35 yıl sonra ise, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı “Kürt Sorunu vardır” dedi...
Ondan önce Süleyman Bey de söylemişti; belleğim beni yanıltmıyorsa Demirel, “Kürt Realitesi” demişti; Tayyip Bey’in sözünü abartmamak yerindedir. Sözünde duramıyor, o sözler devlet içinde değerlendirmelerden çıkmıyor. Daha sonra üst kimlik-alt kimlik ile karıştırdı, hocası Erbakan’ın “künefenin altı” kelamını hatırlatmaktadır.
Meşrulaştırmaya gelince, birincisi PKK hala meşru değildir ve ikincisi biz bu tartışmayı açtığımızda henüz PKK yoktu. Bu ad da, “Paryiya Karkaren Kurdistane”, Türkiye İşci Partisi’nin çevirisidir.
Kürt realitesinin kabulünde bir rolümüz var. Memnunum.
Geçmişinizde PKK ve Öcalan yakınlığınızı hatırlatıp, bugünkü ulusalcı çizginizi ‘döneklikle’ tanımlayanlar olduğu gibi, siz de demokrat olduğunu söyleyenleri ‘döneklikle’ suçluyorsunuz. Demokrasiye inanmayan bir solcu musunuz o halde, nasıl tanımlıyorsunuz kendinizi?
Ben, bana demokrat denilirse bunu küfür sayıyorum. Ben demokrat değilim. Şu anda bayilerde olan Yeni Harman’da, “Ben Bekaa Vadisinde, Abdullah Öcalan ile Musul meselesini çok konuştum” dedim. Orada ne yaptıysam, şimdi de aynısını yapıyorum.
Benim hiç değişmediğimi söylüyorlar ve öyle olmak istiyorum. Aynı yerdeyiz, Kürtler olmadan ve PKK’lılar dahil, Musul’daki Kürdo-Judaik oluşumu önleyemeyiz. Kürtler ile yakınlığım, şu anda daha değerlidir.
Peki millilik bunun neresinde?
Sadece ekonomik olarak değil, kültürel ve tarihsel kökler açısından da Avrupalı olmak istemiyorum. Avrupa’da birbirine yakın olanlar birleştiler ve biz de yakınlarımızla birleşeceğiz. Arapların mümtaz evladı Nasır’ın, “Asyalı ve Afrikalı olduğum için onur
duyuyorum sözü” benim de sözümdür. Milli olmayı, Avrupa’yı reddetmek olarak anlıyorum.
Avrupalı olmak istemiyorum. Bunu söylerken de, ben onların dilini biliyorum. Paris’te, Londra’da olduğum zaman, ben onların entelektüelleriyle konuşurken, bir kısmı komplekse kapılıyorlardı. Benim, Avrupalı olmak türünden bir kompleksim olmadı. Avrupalı olmayı, gayri millicilik sayıyorum. Benim milli davranışlarımın hepsinin, zaman içinde eriyeceğini düşünüyorum. Ki bu bölgenin, Türkiye toprakların bir insanı olarak, klasik müzik neredeyse dinlediğim tek müziktir, hep yerel kalmak istiyorum. Daima da şunu söylüyoruz; biz Türkiye’nin onurunu, bu toprakların onurunu savunuyoruz. Bundan daha fazla millicilik nasıl olur; böyle anlıyorum.
Öcalan şu anda düşünce olarak hangi noktada?
Beni birinci derecede ilgilendirmiyor. Ancak, Öcalan’ın Barzani devleti ve liderliğini ve Musul’un, bazılarının sözüyle, “ikinci İsrael” olmasını kabul etmeyeceğini tahmin ediyordum. Etmemektedir.
Kürtlerle ilgilenmiyor musunuz?
Hayır, Kürtlerle ilgileniyorum. Biz bir iş yapıyoruz. Gücüne ve kuvvetine bakarız. Demin de açık olarak söyledim. Öcalan şimdi hapistedir. Ama diğer yandan, isim de verdim, bir mülakatımda, “bugün Kandil Dağlarında şunları şunları tanırım, onlar, bir Barzani devletini kabul etmezler” demiştim. Beni ilgilendiren mesele, Barzani devletini kabul ediyorlar mı etmiyorlar mı. Envanter yapıyorum, beş taş oynamıyorum.
Envanter yaparken yüksek komutanlarımızın ne yaptıklarına bakmıyorum. Ülke geleceği ve güvenliği için kendimize dönüyoruz.
Sizin Abdullah Öcalan üzerindeki etkinizden dolayı soruyorum. Bugün Öcalan’ın, geçmişteki ayrılıkçı söylemlerini bırakmış olmasında rolünüz var mı?
Hayır, söylemlerinin değiştiğine katılmıyorum. Sadece üslubu biraz farklı. Yalçın Küçük Abdullah Öcalan’ı etkilemiş olabilir; o kadar söyleniyor ki bunu kabul etmek zorunda kalıyorum. Öcalan’ın, ki Türkiye Kürtleri üzerindeki siyasi etkisi İmralı’dan beri artmıştır, Barzani’yi reddetmesi önemlidir.
Bundan dolayı bana bir pay veriyorlarsa ne yapabilirim ki, yaptıklarımda bir devamlılık var.
Aynı şekilde de, ilk mülakatımda kendisine söylemiştim, “Apo, sen de hep biz Türkleri seviyorsun, hiç Kürtleri sevmiyorsun” dedim. Abdullah Öcalan’da abartılı bir Mustafa Kemal hayranlığı vardır.
Peki benim Bekaa Vadisinde ne işim var, bu soruyu en çok ben soruyorum. Ama ben başka bir insanım, bize karşı savaşı var, iddiası ne, bunu halkımın bilmesi gerekiyordu ve kimse yapmıyordu. Kimse yapmıyorsa, ben yaparım. Profesörlüğüme bakmam, riskine bakmam ve yaparım. Hep yapılmayan işi yapıyorum.
Kolay mı Hanımefendi, kendimi çok korkak görüyorum, ama, Şam’ı Beyrut’a bağlayan karayolunda gideceksin. Arkanda Suriye istihbaratı olacak, bir yerde “atla” diyecekler. Atlayacaksın. Elinde çanta, içinden devamlı “Yalçın herkes sana akıllı, der ve seni şimdi tam burada öldürseler...” Bekaa Vadisi deseler de bir tepe idi. Biz bunları hesaplamayacak kadar çocuk değiliz. Keçi gibi o dağlara çıkacaksın, ne olacağını bilemezsin. Ama bende bir görev duygusu var; kim veriyor, bilemiyorum. İçimden geliyor. Kaç defa başkasının adına yazılı pasaportla seyahat ettim, onun da bir heyecanı var, tavsiye ederim. Sonunda ölmedim. Şu anda da çok memnunum. Şimdi çok ağır sözler söyleyebiliyorum; iyi karşılıyorlar. Hep söyledim; Abdullah Öcalan’ı Öcalan yapan, Diyarbakır hapishaneleridir. Abdullah Öcalan’ı o hapishanelerdeki insanlık dışı olaylar yarattı. Ve İmralı’da yeniden diriltti. Bülent Bey, yine de sezgisiyle almak istemedi. Şimdi bütün bunlar geride kaldı ve önümüzde başka bir görev var.
Bana ne söylenebilir? Ey Devlet Bahçeli, ey Doğu Perinçek, Musul’da Kürdo-Jüdaik bir devlet çıkıyor, görmüyorlar. Ben görüyorum.
Sizin derginizde, Umum Jandarma Komutanlarımızdan Şener Paşa bir mülakat vermiş, Fikret Bila’ya da söylemişti, “hata yaptık” diyor. Aynı düşüncedeyim ve ekliyor, bu oluşumunun bir santim daha ileri gitmesini önlememiz lazım, diyor ve yine aynı düşündeyim..
Hurşit Tolon Paşa, Şener Paşa ve yine bazı emekli paşaların siyasetle yoğun olarak ilgilenmeye başlamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok iyi bulurum. Ne yaparlarsa yapsınlar iyidir. Yapmazlarsa kötüdür. Genç yaşta emekli oluyorlar, iyi muhafazalı bir askeri lojmana kapanmaya layık değiller. Her şekilde politikaya girmeleri büyük kazançtır. Politikanın ihtiyacı var.
Demokrat sözcüğünden neden bu kadar tiksiniyorsunuz?
Kişiliksiz demokratlar. Bunun teorik nedenleri de var.
Solculukla demokrasi yan yana iki kavram değil mi?
Demokrasi bitmiştir Türkiye’de. Bu bir soytarılıktır. Oyların % 25’ini alan bir parti, Anayasayı değiştirebiliyorsa, buna demokrasi diyemiyoruz. Tekeliyet’te demokrasi olmaz, başka yollar arıyoruz. Halkın politika yapmadığı bir yer demokrat mı olabilir? Bu kadar büyük tekeller olursa, insanlar küçülür. Bir yanda sürüler ve diğer yanda oligarklar varsa, demokrasi bitmiştir. Ben ölmüş atı kırbaçlamıyorum.
Kim kimi kandırıyor; sokak adaleti var. Buna TÜSİAD adaleti diyoruz. Bir, Orhan Pamuk hakkında dava açıldı. TÜSİAD medyası ve borazanları çalıştı ve davayı düşürdüler.
İki, Rektör Yücel Aşkın, nahak yere hapse atıldı, tutuklama tedbirdi. Deliller toplandı, ifadesini verdi, yine tahliye etmediler. TÜSİAD, “bırakın, çıksın” dedi, çıktı.
Üç, Mehmet Ali Ağca, tahliye oldu, görülmemiş bir histeri yaşadık. “Hapse hapse” deyu ayinler yaptılar ve tekrar hapse attılar. TÜSİAD adaleti işliyorsa, demokrasi yoktur. Olmayan davaların peşinde koşmuyorum.
O zaman sizin derdiniz demokrasinin kendisiyle değil...
Ya “hıristiyan demokrat” ya “sosyal demokrat” ya “hakiki” demokrat. Kimse başına sıfat koymadan anlatamıyor. Muz misalidir.
Türkiye’de de İslami demokratlar var, değil mi?
Bir kelimeyi anlatmak için başına sıfat koyuyorsanız, bitmiştir. Başka türlü bakabilir miyiz; 2002 yılında, nomenclatura ne idi? Özkan, Yılmaz, Öksüz, Durmuş ve çoğunun adını ben bile hatırlamıyorum. Şimdi hiçbirisi yoklar ve adlarını bilmediklerimiz varlar.
Babacan veya Bağış, birisi arada bir Anafartalar’da havlu satmış, diğeri Beyaz Saray’da çevirmenlik yapmış; birden bire tüm politik kadrolar siliniyor. Politika ile hiçbir ilgisi olmayanlar geliyor. Asıl istikrarsızlık budur. Her dört-beş yılda bir politik kadrolar yok oluyorsa, demokrasi yoktur. Halkın politika yapmadığı bir ülkede demokrasiden söz edemeyiz.
İslami demokrasi mi, bunları İslam saymak çok zordur. Tayyip Bey, Picasso müzesini gezmiş ve “Picasso’yu rahmetle” anmış; gazeteler yazdılar. Bir Hıristiyan’a “rahmet” dilenmeyeceğini dahi bilmiyor; İslam’a göre yalnız Müslümanlar “merhum” olurlar. Çok yazık, bir de hem imam ve hem de hatip; bu böyleyse, diğerlerine hiç bakmıyoruz.
İslam da bir araçtır, insanımızı çok edilgen yapmak istemenin yoludur. Kaç tane grev yapıldı, kaç tane konferans oldu; bunlar yoksa, demokrasi yoktur.
Sizin kuşağınızdan isimlerin de içinde yer aldığı bazı aydınlar, Başbakan Erdoğan ‘Kürt sorunu’ dedi ve ardından ‘alt-üst kimlik’ tanımlaması yaptı diye, Ak Partinin tavrını çok demokratik bulduklarını söylediler. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz. Onların önemli bölümü benim arkadaşımdı, şimdi değiller. Yaranmak istiyorlardı ve bir fırsat buldular. Sonunda ben onların aydın değil “maydın” olduklarını ilan ettim. Bir kısmı sustu ve bir kısmı “Erdoğan demokrat değildir” dediler.
Aydınların bir kısmını kaybettik. Yenisini yetiştireceğimiz için, eskinin hükmü yoktur.
Hanımefendi, aydın olmak, bir devamlı haldir. Nerde idiler; maydın oldular.
Adalet Ağaoğlu örneğin, beni şaşırtan bir isimdi aralarında...
Adalet, pişmanlık işaretleri veriyor. Adalet Ağaoğlu, arkadaşlarına çabuk kanar; kandırılmış kızlarımızdandır. Ama “pişman oldum” yollu demeçler vermektedir.
Dünyanın zulüm gören edebiyatçıları listesine, Türkiye’den Elif Şafak, Orhan Pamuk ve Yaşar Kemal’i aldılar. Buna ne diyorsunuz?
Ertuğrul bile, “bu kadar da olmaz” diyor. Yaşar Kemal bizim arkadaşımız. Yaşar Kemal hiçbir zulüm görmemiştir. Bir kere hapishaneye girmiştir, o da normal bir cinayetten oldu. Yaşar Kemal, bizim sevimli yalanımızdır.
Orhan Pamuk, devletin husumetini çekerse Nobel alabileceğine inandı ve bunun için “Kürtleri kestik, Ermenileri şişe dizdik” dedi. Dava açtırmak içindi ve sonra dava açıldı. Sonra hem hükümet korktu ve hem de Pamuk korktu, düşürdüler.
Elif Şafak’a gelince, Tarkan’dan sonra Yeni Dünya’da yaşayan ve arada bir ülkemize gelip romanları, konferansları ile “Allah” yazan bilezikleriyle bizleri sevindiren Şafak’ımızdan bahsediyorsanız, herhalde şaka yapıyorsunuz.
Ne diyebilirim, “şaka” diyorum.
AKP Hükümetinin Güneydoğu meselesine yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biz buna daha genel bakıyoruz. Taban kaybeden partiler, iki direğe tırmanıyorlar. Bunu ilk defa Adnan Bey yaptı. 1956 yılına geldiğimizde, çok büyük bir taban kaybına uğradı ve 57’den itibaren iki icatla çıktı. Bir; Şeyh Sait’in torunu olarak 22 yaşındaki Abdülmelik Fırat’ı milletvekili yaptı. Kürtlerle flört etti. İki; Said-i Nursi’yi çıkardı, gezdirdi. Ak-istlerin de dar tabanları daha da daraldı; amma tırmanacakları direk de kısa kaldı. Esti geçti, ciddiye almıyorum. Kürtler ile daha çok flört etmek zorundadır. İslam’ı daha çok gıdıklamak durumundadır. Sanıyorum, yaptıkça daha çok toprak kaybetmektedir.
Emine Erdoğan’ın kızlık soyadı olan Gülbaran, Kürtçe bir isim mi?
Hayır efendim. Kürtler kullanmaz. Yeni yeni kullananlar var, Kürtçe “yağmur” anlamındadır.
Hem aradığınız haberlere hızlıca ulaşabilmek hem de Haber3.com'a destek olmak için Google News'te Haber3.com'a abone olun.
Haber3'e Google News'te abone olun
Abone Ol