Yüzyılın seçiminde amatör seçim kampanyası
Kılıçdaroğlu en riskli adaydı ama yine de kazanabilirdi. Yarışın başlarında “sonucu kampanya dönemi ve seçim günü belirleyecek” diye yazmıştık (16 Nisan).
Seçim günü sandıklara yeterince sahip çıkılmadı. Çok sayıda sandığa, bazı iddialara göre 20 veya 30 bin sandığa parti temsilcisi gönderilemediği anlaşılıyor. Kaç temsilcinin sayım işleminin sonuna kadar yerini terk etmeden beklediğini henüz bilmiyoruz.
200 bin civarı sandık ve oy tutanakları üzerinden yapılacak bir çalışma sonunda, muhalefetin seçim günü kaybettiği oy oranıyla ilgili daha sağlıklı öngörüler yapılabilir. Şimdilik tahminim, toplamda %1,0 – 1,5 civarında bir oy kayması yaşandığı (600-900 bin oy).
Kampanya nasıldı?
Kampanya başlıca iki ayak üzerine kuruluydu: Kılıçdaroğlu’nun evinden yaptığı video açıklamaları ve mitingler.
CHP gibi kurumsal kimliği en güçlü partimizin Genel Başkanı, niçin evinden yaptığı video açıklamalarını böylesine kritik bir seçimin merkezine koydu?
Anlaşılıyor ki, profesyonel danışmanları ona “CHP’nin kurumsal kimliğinden, CHP Genel Merkezinden, Altı Ok görüntüsünden uzak dur. Çünkü seçmende yaygın şekilde CHP’ye karşı direnç ve alerji var. CHP görüntüsünü asgariye indir” mealinde önerilerde bulunmuş.
Kılıçdaroğlu uygun bulmuş, o önerileri neredeyse aynen uyguladı. Video açıklamalarını evinden yaparken hiçbir CHP simgesi görüntüye girmedi, mitinglerde CHP bayrağı, vs. hemen hiç kullanılmadı.
Bunun ittifakla ilgisi yok. AKP, MHP, İYİP öyle yapmadı; parti kimliğin geri planda tutmadılar, bayrak ve logolarını bolca kullandılar.
CHP liderinin böyle kritik bir seçimde partisinin kimliğinden ve Altı Ok’tan uzak durması ve örtmeye çalışması akıl alacak şey değil.
CHP tarihinde, CHP’li kimliğini bulanık kılmaya çalışan bir Genel Başkan bugüne dek görülmedi.
Her şeyden önce, hayatta başarının şartı kendin gibi olmaktır. Siyasi kimliğini maskeleyen bir parti başkanı nasıl başarılı olabilir?
Erdoğan karşısında Kılıçdaroğlu’nun kritik dezavantajlarından biri, seçmen nezdinde yeterli güvene sahip olmaması.
Partili Cumhurbaşkanı olduğu için Erdoğan’ı en sert sözlerle eleştirmiş olmasına rağmen, seçilirse CHP Genel Başkanlığı’nı bırakmayacağını açıkladı. Yapması gerekenin tersini yaptı.
Kendi siyasi kimliğini ezerse, seçmenin güveni yükselebilir mi? Dilerim CHP’nin başına Altı Ok’tan sakınan bir genel başkan bir daha gelmesin.
O video açıklamalarının etkili olmadığını kendi de görmüş olmalı ki, Kılıçdaroğlu kritik 2. turda evinden açıklama yapmaktan vazgeçti.
Bu noktada, seçilen profesyonel danışmanların yetersiz olduğu ortaya çıktı. Siyasi partiye hizmet verecek danışmanın, güçlü mesleki birikim yanında hizmet verdiği partiye inanması da gerekir. Kusurlu tercih yapıldığı açık. CHP’ye inanan bir danışman böylesine sakat bir öneride bulunmazdı.
Seçimin ana sloganı “Sana Söz!” de, zihinlerde yarattığı imaj ve vurgusu zayıf, yetersiz bir tercihti.
Kılıçdaroğlu evinde hazırladığı videoları büyük ölçüde twitter hesabına ve partinin web sayfasına koyarak yaymaya çalıştı. Twitter’da izleyicisi 11 milyon, ancak tamamına yakını ona oy verenler. Kılıçdaroğlu diğer sosyal medyada daha da zayıf. Seçmen 64 milyon. Asıl hedef alınması gereken 50 milyonu aşkın seçmene nasıl ulaşıldı?
Miting organizasyonunda ciddi kusurlar vardı. Seçmen açısından 14 Mayıs, her şeyden önce “Kılıçdaroğlu mu, Erdoğan mı?” sorusuna verilecek cevap anlamına geliyordu.
Mitinglerin merkezinde Kılıçdaroğlu olmalıydı. Ama ondan önce gereksiz ölçüde çok sayıda kişi konuştu. Hatta bazıları Kılıçdaroğlu’ndan epey daha uzun konuşmalar yaptı.
Kılıçdaroğlu elinde mikrofon konuşurken sahnede çok sayıda insan bulunuyordu. Hemen arkasında kameramanlar, fotoğrafçılar, başka kişiler bir yandan öte yana devamlı dolaşıyor, bazıları kendi aralarında sohbet ediyordu.
Doğru kural, mitingde baş aktör konuşurken sahnenin tamamen boşaltılmasıdır. Güvenlik veya başka zorunlu nedenlerle sahnede bulunacak az sayıda kişi bir kenarda olabildiğince hareketsiz ve konuşmadan durmalıdır.
Kampanyanın içeriği berbattı. Sağlam bir içerik stratejisi yoktu. Profesyonel bir çalışma göremedik.
6’lı Masa’nın büyük enerji harcayarak hazırladığı 240 sayfalık “Ortak Mutabakat Metni” güçlü bir programdı. Ama Kılıçdaroğlu’nun kampanya içeriğinin Ortak Mutabakat ile neredeyse hiçbir ilgisi yoktu.
Halbuki bizzat Kılıçdaroğlu, aday açıklanmasını en sona bırakmanın gerekçesi olarak, ortak metin bitmeden aday açıklanmayacak çünkü aday kamuoyuna neler anlatacağını o metinde görecek bahanesini kullanmıştı.
Muhtemelen yakın çevredeki danışman grubunun hazırladığı vaatlerin çoğu yeterince çalışılıp hesabı yapılmamış, altı doldurulmamış, üstünkörü derlenmiş, göz boyamaya dönük, bazen kaba yanlışlar içeren açıklamalardı.
Aşağıda sadece az sayıda örnek verebileceğiz.
– Asgari ücretliden vergi almayacağız.
Asgari ücretten gelir vergisi almayacağız mı demek istiyor? Ama asgari ücretten zaten gelir vergisi alınmıyor. Acaba hangi ‘uzman’ önerdi?
– Refah artışından, ücretlilere paylarına düşenden 200 milyar dolar eksik ödendi. Vergi dilimlerini yeniden düzenleyerek bu farkı onlara geri ödeyeceğim.
Nasıl hesaplandı, nasıl bir düzenleme yapılacak, belli değil. Ücretlilerin ödediği gelir vergisi yılda 20 milyar dolar civarında. Tüm gelir vergileri sıfırlansa, 10 yıl sürer. En basit hesabı yapılmamış
– AB vizesini 3 ayda kaldıracağım.
AB’nin işleyişi iyi biliniyor. 3 ayda imkansız. Üstelik, başka siyasi yetkililerin kararına ve iradesine bağlı bir konuda böyle süre vermek yakışık alır mı?
– Bir kararname ile esnafın kira vergi stopaj vergisi sıfırlanacak.
Vergiler kanunla değişir. Esnaf tarifi kimi kapsıyor? Esnaf olmayan işyeri kiracıları ne yapacak? Galiba, işyeri kiralarından vergi stopajı kaldırılacak demek istiyor.
– Vallahi billahi beşli çetenin çaldığı 418 milyar doların hepsini geri getireceğim.
En sık kullandığı, en önemli vaatlerden biri. Ama sorun dolu. Beş inşaat şirketi haksız kazandığı 418 milyar $’ı yurt dışına kaçırmış, geri getirecekmiş gibi konuştu.
Ama öyle değil. İşin aslını gazeteci Çiğdem Toker anlattı. Bazı bürokratlar 2022’de parti için çalışma yapmış, 20 yıl boyunca (2002-2021) kamunun parasal işlemlerini incelemiş. Sadece inşaat değil. Tüm kamu ihaleleri, vergi prim ve cezalar, banka ve sermaye piyasaları, enerji ve madencilik dahil pek çok sektör incelenmiş. Yani ekonominin çok geniş bir alanı.
İncelenen 20 yıllık işlerin toplam bedeli 9970 milyar $, yani yaklaşık 10 trilyon. Mesela kamu ihalelerinde, 1000 liralık bir işte ortalama 170 lira (%16,6) işi alan şirkete fazladan ödeme yapıldığı varsayılmış.
Ayrı ayrı her sektör için, tahminen yüzde şu kadar yolsuzluk yapılmıştır diye varsayımlarda bulunmuşlar. Böylece, 20 yıl boyunca fazladan ödeme yapıldığı tahmin edilen miktar toplam 418 milyar olarak $ bulunmuş.
Toplam 10 trilyon $ iş hacminde, her iş kalemi ortalama 10 milyon $ olsa (ki çok yüksek bir ortalama), tam 1 milyon dosya eder!
Fazla ödeme yapıldığı varsayılan 100 binlerce gerçek ve tüzel kişi kimler, o paralar nerede, elde hiçbir bilgi yok.
Milyona doğru yükselecek yüz binlerce dosya için önce soruşturma, sonra mahkemelerde yüz binlerce dava açılacak. Haksız ödeme yapıldığı herhalde çok çok uzun sürecek hukuki süreçler sonunda kanıtlanacak.
Hukuki süreç karara bağlanırsa, fazla ödemeden sorumlu çok sayıda kamu görevlisinin de ceza alması gerekiyor. Daha sonra o ödemeleri geri almaya çalışacaklar!
Yolsuzlukla, daha çok Nasrettin Hoca hikayesini anlatan böyle bir yöntemle mücadele edilemez. 418 milyar $ hikayesi gayri ciddi.
Kılıçdaroğlu samimi değil. Elinde sağlam veri olmadan göz boyamaya ve seçmeni aldatmaya çalıştı.
Samimi ise, o yirmi yılın büyük kısmında ekonominin birinci sorumlusu olan Ali Babacan’ı niçin Cumhurbaşkanı Yardımcısı yapacağını ilan etti?
– Dokuz adet Özel Ekonomi Bölgesi kuracağım.
Gittiği birçok yörede, burada Özel Ekonomi Bölgesi kuracağım dedi. Ama biri hariç fazla ayrıntı vermedi. Toplam 9 adet.
Sadece “Bay Kemal’in Tahtası-4” başlıklı videoda Adana-Mersin Özel Ekonomi Bölgesi’ni biraz daha ayrıntılı anlattı. O bölgede yüksek nitelikli metal rafinerileri, finans merkezi, yüksek teknoloji ve bilişim kümesi, otomotiv kümesi, biyokimya ve biyoteknoloji alanları kurulacakmış. Tam 835 bin kişiye doğrudan istihdam sağlanacakmış.
2022 fiili gerçekleşme verilerine göre Türkiye’de 1 kişiye istihdam sağlamak için ortalama 91,000 $ yatırım gerekiyor. Kılıçdaroğlu’nun yüksek teknoloji yatırımları için ortalamayı bile esas alsak, Adana Mersin bölgesi için gereken yatırım 76 milyar $.
Dokuz adedi için belki 500-700 milyar $. Kaynak belli değil. Masa başında yapılan amatörce bir çalışma. Şaka gibi.
– Yapacağım en büyük devrim eğitimde!
Kılıçdaroğlu 8 Mayıs videosunda, milli eğitimin perişan durumunu (ki tamamen doğru) nasıl düzeltebilirim diye uzun uzun düşünüp taşındığını ve en sonunda cevabı bulduğunu, en büyük devrimi o konuda yapacağını müjdeledi.
Eğitim çok önemli olduğu için, Milli Eğitim Bakanlığı siyaset dışına çıkarılacak ve en yetenekli uzmanlar işin başına getirilecekmiş. Bakanlığın siyaset üstü statüsünün daha sonra değişmemesi için özel düzenlemeler yapılacakmış. Nasıl yapacaksa.
Ama savunma da hayati, siyaset dışına çıkarıp başına yetenekli komutanlarımızı getirelim. Dış ilişkiler son derece hassas konu, akıllı diplomatlarımıza bırakalım. Adalet, sağlık, ekonomi, enerji, vs. gibi kritik alan o kadar çok ki.
Bu muhakemenin varacağı yer demokrasi dışı bir rejimdir. Kendisini sosyal demokrat gören bir siyasetçinin, bilim ve siyaset arasındaki hayati ilişkiyi zihninde doğru bir yere koyamaması üzücü.
“Güneş enerjisinden elektrik üretip çiftçiye bedava vereceğim, çünkü Allah’ın güneşi bedava” gibi, devletin parası sonsuzdur sanısıyla bol kepçe dağıtılan vaatlere giremiyoruz.
Sonuçta görüldü ki, köylü kurnazlığı ile seçim kazanılmıyor.
Kampanya nasıl olmalıydı?
Kısaca özetleyelim.
AKP’nin medyada elde ettiği baskın konum belliydi. Medya dezavantajını dengeleyecek doğru hamle, kapı çalarak tek tek ev ziyaretleri yapılacak büyük bir kampanya çalışmasını hazırlamak olmalıydı.
O amaçla, bölgelerin farklı özelliğini de dikkate alan, kapsamlı bir hazırlık ve eğitim çalışması en az bir yıl önceden başlamalıydı. Böyle bir çalışma partinin üye sayısını da artırırdı.
Twitter ve diğer sosyal medya elbet tamamlayıcı kampanya araçları olarak her zaman önemli yere olmalıdır.
Ankara’nın Çankaya ilçesinde oturuyorum. Kapı çalarak ev ziyaretleri bir tarafa, mahallemizdeki apartmanların posta kutusuna kampanya boyunca tek bir broşür bile bırakılmadı. Ya uzak yöreler?
Kritik bir konu içerik stratejisidir. O konuda elbet seçmenin öncelikleri dikkate alınmalıdır. Pek çok araştırmanın açıkça gösterdiği gibi, seçmenin iki büyük önceliği var; sırasıyla ekonomi ve sığınmacılar. Diğer konular açık ara geride kalıyor.
Kampanyanın pozitif yönü bu iki başlık altında toplanmalıydı.
Ağırlıklı birincisi olmak üzere, ekonomi ve sığınmacılar konusunda, olabildiğince kısa ve basit ifade edilmiş, somut, sloganlar şekline getirilmiş, kolay anlaşılır; ama kesinlikle iyi çalışılmış, altı doldurulmuş, gerçekçi çözüm önerileri kampanyanın temel içeriğini oluşturmalıydı.
İşin üzücü tarafı, Millet İttifakı içinde bütün bunları rahatlıkla yapabilecek insan gücü mevcuttu. O kişilerden bazıları kampanya sırasında kamuoyu önüne daha sık çıkmalıydı.
Birinci turda sığınmacılar konusu etkili ve doğru bir program çerçevesinde işlenseydi, Kılıçdaroğlu 2. turda ırkçılık sınırlarında dolaşan fanatik milliyetçi Ümit Özdağ’la pazarlık nedeniyle konuyu önemsemeye başlayan aday konumuna düşmeyecekti.
İlaveten, bu iki öncelikli konuda rakibin üstüne gidilmeliydi; yani kampanyanın hücum yönü.
Ekonomi ve sığınmacılar konusunda AKP iktidarının ve Erdoğan’ın yaptığı vahim yanlışlar ve ödenen bedeller; yine somut, basit ve kolay anlaşılır ifadelerle, ama yoğun sloganlar ve afişlerle gündeme gelmeliydi.
Hemen hemen bunların hiçbiri yapılmadı.
Seçim 28 Mayıs’a kalınca, önceden hazırlanmış 2. tur planı olmadığı da ortaya çıktı. Zaten yaşanan şoktan uyanmak bir hafta sürdü ve iki haftalık sürenin yarısı büyük ölçüde boşa harcandı.
Zafer Partisi başkanı Ümit Özdağ, yer yer ırkçılık sınırlarında dolaşan en fanatik milliyetçiliği temsil eder.
Tüm seçim kampanyası boyunca en trajik an, Kılıçdaroğlu’nun Özdağ’ın hazırladığı milliyetçilik sınavına girmeyi, Özdağ tarafından sorguya çekilmeyi ve ona kendi milliyetçiliğini beğendirmeyi içine sindirmesi oldu.
Birileri Kılıçdaroğlu’nu ‘milliyetçilik dalgası yükseliyor, fanatik milliyetçilerle konuş anlaş, belki seçimi kazanırsın’ zırvasına inandırdı.
Deniz Baykal’ın izlediği katı laikçi, başörtüsü düşmanı, askerleri siyasete müdahaleye özendiren, Kürt sorununda şoven politikalar AKP’yi güçlendirip iktidara taşımıştı.
Halefi Kılıçdaroğlu döneminde yapılan zincirleme yanlışlar, komaya girmiş AKP ve Erdoğan’ı yeniden hayata döndürdü.
CHP’nin onlara attığı ikinci hayat simidi oldu.