Vergi sistemimizdeki yanlışlıklar
Mali sistemimiz 3 köşeli bir masanın etrafında şekilleniyor.
Masanın bir tarafında mükellef, diğer tarafında vergi dairesi, öbür tarafında ise vergi mahkemeleri oturuyor.
Mali sistemin içinde bulunduğu sıkıntıların temel sebebi ise masanın taraflarının, birbirlerinin yaşadığı sorunları, özellikle de mükellefin yaşadığı sorunları tam olarak idrak edememesinden kaynaklanıyor.
Yani ülkemizin mali sisteminde bir idrak sorunu var
Geçenlerde bu konuyu ve Türkiye’nin cari açık sarmalından nasıl kurtulabileceğini mali müşavirim ile konuştuk.
Değerli mali müşavirim Mehmet Bey, okuldan mezun olduktan bir müddet sonra masanın vergi hakimliği bölümünde oturmuş, bir müddet sonra ayrılıp masanın vergi bölümüne oturmuş ve mali müşavir olmuş şu anda ise Trakya da entegre bir tesiste büyük baş hayvancılık yapan bir müteşebbis olarak masanın diğer tarafını tecrübe eden birisi.
Belki de masanın bütün bölümlerini tecrübe etmiş Türkiye’deki ender şahsiyetlerden biri.
Yukarıda bahsettiğim birikime sahip müşavirime göre, bu gün Türkiye’nin mali sisteminde aşılması gereken 3 temel sorunu var.
Bunlar Vergi güvenliği, SGK prim güvenliği ve Kıdem Tazminatı mevzuatı.
Bu sorunlardan ilk ele alınması gerekeni vergi güvenliği sorunu.
Mehmet beye göre hiçbir işveren bu vergi sistemi içerisinde yatırım yapamaz. Çünkü mevcut sistemimizde maliyeti ispat yükümlülüğü var.
Yani, bir malın maliyeti ve şirket giderleri, satış tutarından düşürülüyor, ortaya çıkan fark o maldan edilen karı tanımlıyor, bu da vergi matrahını, yani vergiye tabi olan tutarı oluşturuyor.
Fakat bu tür bir ölçümlemede her bir maliyet ve gider unsurunun gerçek olması gerekiyor.
Oysa bu durum her bir mal grubu ve imalatı için bir görecelilik içeriyor. İspat gerektiriyor.
İspat yükümlülüğü safhasında devreye vergi denetmenleri giriyor ve bu görevi ifa edenlerin birbirlerinden farklı yorumları ya da yargıya intikal edenlerin yargı kararlarındaki değişkenlik, mali sistemi yatırımcı nezdinde güvensiz hale getiriyor.
O halde, iş dünyasını ticari kazançlar açısından bu yükümlülükten kurtarmak ve güvenli hale getirmek gerekiyor.
Halbuki mükellefin bu vergi yükü, kar üzerinden değil hasılat üzerinden hesaplanmış olsa, böyle bir yükümlülük altına girmeyecek.
Örneğin bu günkü sistemde %10’a denk gelen kar üzerinden hesap edildiğinde ödediğimiz vergi, hasılat üzerinden %2,5 oluyor.
Oysa direk hasılat üzerinden hesaplansa verilen vergi %1’lik karlılığa tekabül ediyor.
Yani mükellef hasılat tutarı üzerinden %1in %25 ini, yani 25 kuruş ödüyor. Halbuki bu diğer hesapla 2,5 liraya tekabül ediyor.
Bu bakış açısı sadece parasal olarak katkı sağlamıyor aynı zamanda vergi güvenliğini sağlıyor yatırımcının önünü açıyor.
İktidarın yatırımcı üzerindeki sopası kalkmış oluyor vergi müfettişleri boşa düşmüş oluyor.
Aynı şekilde KDV hesabını %10 net kar üzerinden 1.8 olarak hesapladığımızda 1000 liralık satış yaptığımızda 43 lira vergi ödemiş olacağız. Yatırımcıyı gönül rahatlığı ile ödeyebileceği bir vergiye muhatap etmiş olacağız.
Bu düzenlemeler sonrasında hala vergi ödemeyen mükellefe o zaman ağır hapis cezası uygulaması çok daha anlamlı hale gelebilir.
Aynı şekilde bu gün %37,5 olarak hesaplanan SGK prim oranları da çok yüksektir ve bu nedenle çoğu işveren, maaşları asgari ücret üzerinden gösteriyor ve gerçek maaşlar gösterilmiyor, bu da sadece hak kayıplarına sebep olmuyor aynı zamanda emeklilik sitemimizi sıkıntıya sokuyor.
Bu zafiyeti ve gelir kaybını önlemek için, sigorta primleri %5-%10 arası bir orana çekilebilir, böylece sistemi besleyen prim oranındaki ödenebilirlik bir düzene girmiş olur.
Aynı şekilde kıdem tazminatları hesaplaması ise %1-2 düzeylerine çekilmesi halinde, işvereni hile yoluna sapmadan gerçek yatırımcıya dönüştürmek mümkün olabilir.
Bu gün ki vergi sistemi, işverenin yaptığı işten kazanacağı varsayılan maddi değeri baz alan bir mantığa oturtulmuş, yani vergi sistemi işverenin kazancına çökmek üzerine dizayn edilmiş.
Oysa onu devletine ve istihdama katkı sunan bir işveren haline dönüştürmek istiyorsak, güvenli bir sistem olan hasılat üzerinden vergi alımını gerçek bir kalkınma için süratle düşünülmeliyiz.
Aksi takdirde işveren sermayesini koruyabilmek adına mevcut sistemi atlatabilmenin riskli yollarını deneyerek devleti vergi kaybına uğratmaya devam eder.
Meselenin özü, kimsenin vergi kaçırmaya tenezzül etmediği bir sistemde, ödenemez oranlarla 100 lira toplamaya kalkıp 10 lira toplayabilmektense, sistemi mâkul hale getirip devleti mevcut verginin 10 katı tutarında güvenli gelire kavuşturmak olmalıdır.
Eğer bu yükler kaldırılırsa, işveren çok rahatlıkla maliyetlerini hesaplayıp yatırımlarını planlayabilir.
Aksi takdirde karanlık bir dünyanın içine hiçbir işveren girmez.
Ülkemizdeki cari açık ve yatırım konusuna baktığımızda ise temel kaynağın halkın parası olduğunu görüyoruz.
Eğer halkın parası ile cari açık karşılanacak ve yatırımlar yapılacaksa, bu konuda borsa gibi kuruluşlar bir nevi kooperatif görevi görebilirler.
Yani devlet kendi güvencesi ile arazi tahsis edip hatta binalarını yapıp faaliyete geçirip senetlerini halka arz edebilir, hatta inşaat aşamasında bile bunu yapabilir, dolayısı ile bu şekilde yapacağı sermaye birikimi üzerinden daha sonra gerçek sahiplerine profesyonel yöneticilere bu fabrikaları devredebilir. Bu sayede devletin, aynen tahvil ihracatı gibi halktan para toplaması mümkündür.
Bu durumda istihdam ve üretim artar, akabinde cari açık düşer, ve bu birikimler yatırımlara dönüşür.
Sonuç;
Bu 3 güvence olmadan, Türkiye’de yatırım olmaz. Yatırım olmayınca da üretim olmaz, istihdam olmaz. Üretim olmayınca da ihracat olmaz. İhracat olmayınca da cari açık kapanmaz enflasyonla savaşılmaz.
İşte mali sistemimizin tümüne hakim değerli mali müşavirimin konuya ilişkin yaklaşımı bu.
Ekonomimizin içinde bulunduğu sıkıntıları ve açmazları düşündüğümüzde böylesi radikal bir reforma ihtiyaç duymamız açık değil mi?