Türkiye'nin Büyük Krizi
Başbakan Ahmet Davutoğlu, kimi Alevi vatandaşlarımızı davet etmiş. Onlara hitaben yaptığı konuşmada ağzından bal akmış.
Alevilere ve Alevi düşüncesine övgüler düzmüş. Kardeşlikte filan söz etmiş.
Alevi konuklardan biri, peki bizim sorunlarımızı, mesela Cemevi sorununu niye çözmediniz diye sorunca, şu cevabı vermiş:
- Seçimlerde iktidara gelseydik, el atacağımız ilk işlerden biri bu olacaktı.
Şimdi sorayım, AKP'ye oy verenler dahil, bu sözlere inanan acaba kaç kişi olabilir?
AKP iktidarı, 2009'un ilk aylarında bir Alevi Açılımı başlatacağını açıkladı. Ben o zaman bu açılımın olumlu bir netice vereceğini düşünüyordum.
Çünkü AKP'de bir reform yapma iradesi olduğunu sanıyordum ve sorunu çözmek aslında çok zor değildi.
Kısa süre sonra Alevi Açılımı'ndan bir sonuç çıkmayacağı belli oldu. Onun üzerine, elimden geleni yapmaya giriştim. Yaklaşık 5,5 yıl AKP milletvekilliği yaptım. O dönem boyunca, en çok uğraştığım konulardan biri Alevi sorunu oldu.
O zamanın AKP lideri ve Başbakan Tayyip Erdoğan, bazı ilgili bakanlar ve partinin genel merkez yöneticileri, konuyla ilgili milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanı dahil pek çok kimseyle konuştum. Neler yapılması gerektiğini anlatmaya çalıştım ve makaleler yazdım.
Hiç bir sonuç çıkmadı. Gördüm ki, en büyük direnç hep Erdoğan'dan geliyordu.
Alevilerin sıkıntısı çok. Ama hiç olmazsa Cemevi sorunu çözülebilirdi. Üstelik bu işin çözümü o kadar kolay ki!
AKP'nin yapması gereken şey, sadece şunu söylemesiydi: "Siz istediğiniz yerde ve istediğiniz gibi ibadet edin. Siz kendi ibadetiniz için neyi uygun görürseniz, devlet de onu geçerli kabul edecektir."
Bunu kadarını dahi söyleyemediler.
13 yıl süren iktidar dönemi boyunca o konuda tek adım atmamış AKP'nin şimdiki genel başkanı diyor ki, 7 Haziran'da iktidar olsaydık çözecektik!
Şimdi kim inanır buna? İşte, üstelik Profesör olan bir siyasetçinin uğradığı derin güven erozyonu.
Ama burada asıl işaret etmek istediğim, Alevi sorunu veya Davutoğlu'nun yitirdiği inandırıcılık değil.
Asıl konu şu: Sadece Alevi konusu değil, AKP'nin hiç bir önemli sorunu çözebileceğine artık güven kalmadı.
AKP, Kürt sorununu çözebilir mi?
Akan kana, şiddete ve iç savaşa gidişe son verebilir mi?
Türkiye'yi AB üyesi yapabilir mi?
Suriye'de savaşın bitmesine ve barışın gelmesine katkı yapabilir mi?
Hukuk devletini yeniden ayağa kaldırabilir mi?
Demokrasi ve insan haklarına dayalı bir rejime dönebilir mi?
Hırsız siyasetçilere dur diyebilir mi?
Ekonomide Türkiye'yi tekrar güçlü bir ülke yapabilir mi?
Bu ülkeyi 2023'te, kişi başına 25 000 dolar seviyesine çıkarabilir mi?
Bu soruların hepsine olumsuz cevap verenlerin sayısı giderek artıyor. 2023'e sadece sekiz yıl kaldı ve AKP'nin ekonomide verdiği sözlerin tutmayacağı da belli oldu.
Ayrıca unutmayalım ki, ekonomi dahil yukarıdaki soruların hepsi iç içe geçmiş durumda. Yani her biri diğerini derinden etkiliyor.
Bunun anlamı basit olarak şu: AKP Türkiye'yi yönetme kabiliyetini kaybetti. O nedenle oyları 9 puan düştü. Göreceksiniz düşmeye devam edecek. En azından yükselmeyecek, tekrar eski günlere asla dönemeyecek.
Krizin esas nedeni
Ama, 13 yıl tek başında kalmış bir partinin düşüş sürecine girmesinden daha doğal bir şey olabilir mi? Hiç bir demokraside böyle bir durum, büyük bir kriz nedeni olmaz.
Yorulan partinin yerine, iktidara başka bir parti gelir. Kaybeden parti de kendini yeniler ve seçmenin güvenini tekrar kazanırsa, bir süre sonra tekrar iktidar olabilir.
Ama şimdi Türkiye'de bu yol işlemiyor. O nedenle ülke büyük bir kriz yaşıyor.
Bu tamamen bir siyaset krizi.
Peki, o yol niçin işlemiyor?
Bu sorunun cevabını iyi görmek ve doğru cevap vermek hayati önem taşıyor.
O yol işlemiyor, çünkü temel neden, siyasi bir seçeneğin bulunmaması. Daha basit ifadeyle, muhalefetin perişanlığı.
AKP'den iktidarı devralabilecek bir siyasi seçenek bulunmuyor.
MHP'nin durumu ortada. MHP, milyonlarca seçmene en ağır bir şekilde hakaret eden bir parti. Ülkenin sorunları için çözümü yok. Önerdiği çözüm, sıkıyönetim!
Ana muhalefet CHP ise, tam anlamıyla umutsuz vaka. Bunun nedenlerini daha önce bu sayfalarda ayrıntılı yazdım, tekrar girmeyeceğim.
CHP'nin durumunda, 7 Haziran'dan bu yana da en küçük bir olumlu değişim yok. Seçimlerde şok yaşayan AKP'ye ilk can simidi, hemen üç gün sonra CHP'den geldi.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun da onayıyla, eski genel başkan Deniz Baykal, kendi kişisel amaçları için, koşa koşa gitti Erdoğan'la görüşme yaptı. AKP hızla özgüvene kavuştu. O moralle meclis başkanlığını kazandı.
Ardından, AKP'nin erken seçim planının en büyük figüranı yine CHP oldu. 30 günü aşkın süreyle, adeta sınava çekilen bir ilk okul öğrencisi gibi, koalisyon müzakeresi bile olmayan "keşif" görüşmelerine kuzu gibi katıldı.
O kritik günler boyunca, AKP ve Erdoğan'ı eleştirmek, Kılıçdaroğlu'nun talimatıyla durduruldu. Halbuki o günlerde, sağlam ve doğru bir siyasetin ortaya koyulması gerekiyordu. Konuşmak, tavır koymak, yani siyaset yapmak gerekiyordu.
CHP bir başka hayati yanlışı, 2014 cumhurbaşkanlığı seçiminde yaptı. Ekmeleddin İhsanoğlu kişi olarak değerli bir insan. Ama cumhurbaşkanlığı seçimi için son derece yanlış bir adaydı.
Küçük siyasi hesaplarla, CHP o adayı destekledi. Büyük bir yenilgiye uğradılar.
Yani CHP, pek çok sorununun yanında, siyaseti de yönetemiyor. Önemli konularda vahim hatalar yapıyor.
Krizden çıkış için iki seçenek var
Uzun lafın kısası, CHP ve MHP'den hayır yok. Bunu, muhtemelen 1 Kasım'da yapılacak seçimlerde, bir kez daha göreceğiz. Bu iki parti kayda değer bir oy artışı yapamayacak.
Yaşadığımız büyük krizden çıkış için iki siyasi seçenek var.
Birincisi, HDP'nin güçlenmesi ve seçimlerde %20'yi aşması. O şekilde, bir koalisyon ortağı olarak Türkiye'nin önünün açılmasına katkı vermesi.
İkincisi ise, yeni bir siyasi hareketin ortaya çıkması ve partileşmesi.
Bu iki seçenek de hayli zor ve önünde pek çok engel var. Bunların hepsinin farkındayım. O konulara belki başka bir yazıda gireriz.
Ama şu kadarını söyleyeyim ki, bu iki seçenekten birinin gerçekleşme ihtimali, diğer iki muhalefet partisinden birinin liderliğinde yaşadığımız bu büyük krizden çıkabilmemiz ihtimalinden daha fazla.