Türk medyası yine baltayı taşa vuruyor
Seçimi sürpriz bir şekilde kazanarak ABD Başkanı olan Donald Trump, ilk günden bugüne eleştirilerin hedefinde…
Öyle ki “Benim Cumhurbaşkanım değil” söylemi Amerika'da yaygın.
Hatırlarsanız 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül için de benzer söylem Türkiye'de ses getirmişti.
Tabii senaryo benzerlik gösterse de yer, zaman ve oyuncular farklı.
Bu tür söylemler, demokrasiye hayat veren ve yaşatan kurumların eksikliğini hisseden Türkiye gibi ülkelerde gerilimin fitilini ateşleyebiliyor.
Söylemi pazarlayan ile söylemi alan arasında asimetrik bir bilinç düzeyi oluşturuyor.
Daha net ifade edelim:
Söylemi satanın kendine göre bir ideolojisi ve/veya ideolojik hediye paketine saklanmış çıkarı var.
Alanın ise fazla derine inmeden yüzeysel olarak inanmak, sonuca bağlamak istediği çözüm var.
Bu yönde yapılan fikir ticareti Türkiye'de zaman zaman tehlikeli boyutlara ulaşabiliyor.
Medya çerçevesinde yazanlar-konuşanlar müdanasız agresif, okuyanlar-izleyenler de her şeyi çözümlemiş ukala bilge havasında…
Türk medyasının "bu ülke benden sorulur" psikolojisiyle siyasi liderlerden başlayarak sokaktaki adama kadar herkese tepeden bakan portreler galerisinin duvarlarında boş yer kalmadı.
Şimdi gelelim esas konumuza…
Amerika'da da benzer trend başladı.
Özellikle Doğu Yakasında ve entelektüel ortamın yoğun olduğu New York-Washington ekseninde…
Süresi dolmadan Trump'ı koltuğundan düşürmek için uğraşan mebzul miktarda medya entelektüeli var.
Başı çeken iki basın organı New York Times ve Washington Post gazeteleri.
TV yayınlarında da CNN öne çıkıyor.
Washington Post'un bir de Nixon'u istifaya zorlayan yaşlı kurt bir gazetecisi var ki, ağzından sular akıyor.
Amerikan medyasındaki tıfıllar da bir şeyler bulup kaldıraç yaparak efsanevi gazeteci olma hevesiyle yanıp tutuşuyorlar.
Peki, prosedür nasıl çalışıyor?
Senato özel yetkili bir savcı atadı.
Bu savcı ‘Amerikan seçimlerinde yabancı parmağı var mı?’ diye araştıracak!
Aynı savcı ‘Trump ve çevresindekilerin yabancılarla organik ilişkiler içinde olup olmadığı?’ sorusuna da cevap arayacak.
Trump'ın ve damadının uluslararası iş adamı olması ve geçmişte yabancılarla iş ilişkileri içinde olmaları suları biraz bulandırmakta.
Ancak ortada ciddi bir bulgu yok.
Türkiye'dekinin aksine demokratik kuruluşlar özellikle de mahkemeler medyatik yayınların etkisine göre değil kanunlara göre karar vermekte.
Kısacası Trump'ın bazı KHK'lerine ‘dur’ diyen mahkemeler aynı zamanda Trump'ın koruyucu meleği de olabiliyor.
Eğer özel yetkili savcı bir suç unsuru bulursa Trump'ı Senato'ya sevk edecek.
Senato da Trump'ın yargılanması için (buna 'impeachment' deniyor) oylama yapacak.
Şu andaki Meclis kompozisyonu; hem Senato'da hem de Temsilciler Meclisinde Trump'ın partisi Cumhuriyetçilerden yana.
Geçen hafta demokratların büyük umutlar bağladığı; Georgia eyalet seçimini de yine Cumhuriyetçiler kazandı.
Kısacası entelektüellerin beklediği üzere; ‘Trump'ın görevden alınması’ matematiksel olarak mümkün değil.
Türkiye'yi bu olayın neresi ilgilendirir?
Bilindiği üzere…
Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı emekli General Flynn, göreviyle ilgili bazı deklarasyonları eksik yaptığı için çoktan istifa etti.
Türkiye bir ara lobi işleri için Flynn'le diyalog içinde olmuştu.
İlaveten…
Flynn'e “lobi için para verdiği” iddia edilen Ekim Alptekin isimli bir Türk iş adamı var.
Amerikalılar ilk defa ‘seçimlerinde yabacı parmağının var olması’ duygusuyla tanışıyorlar.
Bu yüzden para ilişkilerini sıkı takibe alacaklar.
Öte yandan…
Ekim Bey'in ilişkilerinin tamamı ortaya çıkacak paranın kaynağı belirlenecek.
Konu Türkiye açısından da haber değeri olmaya devam edecek.
Son olarak…
Gelelim Türkiye'de ki medya mensuplarının ahkamlarına.
Trump'ın neden iktidara geldiğini anlamadan, yabancı dost medya mensuplarından etkilenerek, “Trump dört yılı çıkaramaz” şeklinde öngörüde bulunmalarını Törkiş medya esnafına tavsiye etmem!
Kaldı ki ahkam kesmek en kolayı…
Önemli olan kesilen ahkamın ardında durabilmek!
Not: Nostaljik olmasın ama, Fatih Camisinin çevresinde çocukluğumun Bayram heyecanının özlemiyle, herkese kutlu Bayramlar