Sünniler Muktedir Olurken..
VE SÜNNİLER MUKTEDİR OLDULAR
İki gün önce Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nu Georgetown Üniversitesinde izleme fırsatı buldum. Kendisi sempatik bir konuşmacı. İçerik olarak Fransız düşünür Braudel'in coğrafi gerçeklere dayalı analiziyle Türkiye'nin yeni bir restorasyon/tranformasyon döneminden geçtiğini vurguladı.
Baştan belirtmek isterim başlığımıza Davutoğlu'nun konuşması ilham kaynağı olmadı. Bu başlık haftalardır aklımda ancak şimdi fırsat buldum. Dışişleri Bakanının konuşması sadece başlığın teyidi oldu.
Davutoğlu konuşmasında komşularla 'sıfır sorun', Avrupa ( özellikle Balkanlar) ve Asya ile ( özellikle İran) iyi ilişkiler, Afrika'ya açılma özlemini dile getirirken adeta Osmanlı İmparatorluğunun en tepe noktada hakim olduğu ve nüfuzlu olmak istediği coğrafyalara değindi.
Analizimizin konusu Davutoğlu'nun ne kadar gerçekçi ya da ne kadar hayalperest olduğu değil. Sünnilerin muktedir olması çerçevesinden bakarsak güncel medyatik vızıltıların arasından ufku daha net görebiliriz.
Diyarbakır'lı Ziya Gökalp'tan Bugüne :
Türklük ve Türk kavramlarının fikir babası sayılan ve İttihat Ve Terakki Partisinin Kültür Komitesi üyesi, Zaza kökenli Gökalp, modernleşmeye susamış genç askerlere ideolojik alt yapıyı oluşturdu.
Zamanın idealistleri modernleşme ve batılaşma kavramlarını eş anlamlı kullanarak özellikle din unsurundan arınma ve kurtulma arayışına girdiler. Abdulhamid'in tahtdan indirilmesi ve sağ kültürde sürekli Abdulhamid'e referans yapılması bir raslantı değildir.
Abdülhamit'in tahtdan indirilmesi bir dönüm noktasıydı. Kostantiniye'nin fethiyle Bizans bürokrasisini, Mısır'ın fethiyle Sünni Müslümanlığı kendine itici güç edinen Osmanlı İmparatorluğu, Abdülhamit'in gücünü kaybetmesiyle dağılma sürecine girdi. Oysaki aynı padişah İmparatorluğun en ciddi batılılaşma ve modernizasyon hamlesini başlatan padişahtı.
İttihatçilerin hayalperest ihtirasları olmasa İmparatorluk bu kadar çabuk dağılırmıydı ? Bilinmez.
Batıdan yükselen milliyetçilik dalgasına karşı, sanayi devrimi trenini kaçırmış Osmanlı ne kadar ayakta kalırdı, kestirmek zor. Ancak filmin sonu hızlı ve kesin geldi.
Kemalistlere Yeterince Birikim Kaldı :
Ulusal Bağımsızlık Savaşı herkesin malumu, o konuya girmeden, biz savaş sonrası ideolojik ortama bakalım. Evet İttihat Terakki dağılıp gitmişti ama Gökalp ve benzeri entellektüellerin bıraktığı kültürel model yerinde duruyordu. Müslümanlığı ve Osmanlının Sünni modelini geriye düşmenin bir numaralı adresi gören askerler, çözümü Fransız laiklik modelinde buldu.
Fransızların laiklik modeli pratik bir çözümdü ama yeni cumhuriyette uygulanan şekli sürdürülebilir bir adaptasyon değildi. Fransızlar kamusal alanda laikliği uygularken Katolik kilisesinin adeta paralel bir devlet gibi Fransa'da faliyetini engellemediler.
Kemalistler ya bu farkı görmedi ya da görmemezlikten geldi.
200 Senede Geri Gelen Güç :
Gazi Mustafa Kemal'in aklından geçenleri bilmiyoruz. CHP'ye alternatif olarak bir parti kurulmasına izin verdi. Bu parti o kadar büyük bir patlama yaptı ki parti anında kapatıldı. Bu toplumsal patlama ve acele kapatılma aslında arkadan gelecek partilerinde kaderinin işaret fişeği olacaktı.
İnönü Taviz Vermek Zorunda Kaldı :
İnönü II. Dünya Savaşına girmemekle siyasi yeteneklerini uluslararası platforma taşıdı. Başarılı bir strateji uygulayarak Türkiye'yi savaşa sokmadı. Sokmadı ama, savaş sonrası kurulan dünyada da fazla söz sahibi olamadı. Türkiye kendisine dikte edilen çok partili rejime geçmek zorunda kaldı ve NATO'ya üye oldu.
Bu sefer sosyal patlamayı CHP'ye alternatif olarak kurulan Demokrat Parti yaptı. Halkın çoğunluğunu oluşturan Sünni Müslümanlar Menderes'in ipine tutundular. Bugün vesayet rejimi olarak adlandırılan, asker ve sivil bürokrasi, çok partili rejime izin vermişti ama Ankara'da işler 'business as usual', bildikleri gibi yürütülürdü.
27 Mayıs askeri darbesi, 'Don Davası' filan derken Menderes ipe gönderildi. Sonuçta Ankara'da cumhuriyeti kuranlar 'milli kültür', 'milli tiyatro', 'milli ekonomi' ve 'milli iktisat' olarak adlandırdıkları kavramlara birde 'Milli Birlik' konseptini eklediler.
İki Tarafta Öğrenme Sürecinde :
Soğuk Savaş 70li yıllarda tüm hızıyla devam ederken Türkiye iki süper güç arasında mayınlı araziyi temsil ederdi. İki tarafında ayrı ayrı mayın döşediği bir alan.Bu kavga önce 12 Mart arkadan 12 Eylül askeri darbesini getirdi. Bu yıllara damgasını vuran Demirel ve Ecevit kesinlikle Sünni çoğunluğu temsil etmiyordu. Belki Demirel'in ABD'nin yardımıyla ele geçirdiği Adalet Partisinde güçlü Sünni ögeler vardı ama son analizde Demirel siyasi bir oportünistti. Ecevit ise hayalperest bir solcu/hümanist.
12 Eylül darbesini yapan askerler 27 Mayıs'tan tecrübe kazanmışlardı. Birinci kural medyayı yanına alacaksın, İkinci kural mahkemeleri etkileyeceksin ama liderleri asmak yok.
Sünnilerde derslerini iyi çalışmışlardı. Öncelikle devlet mekanizmasıyla çatışmayacaksın. İkincisi ekonomik olarak güçleneçeksin ve kendi burjuvanı yaratacaksın. Üçüncüsü, devlet aygıtının bir parçası olacaksın.
Özal Sünnilerin Yeni Lideri :
Abdülhamid'le başlayan, Menderes'le devam eden zincirin son halkası olarak Özal'ın Sünnilerin siyasi bilincini bir üst lige taşıdığını belirtmek isterim. Ekonomik gelişme bilinci olarak, girişimcilerin özgüveni olarak Özal'ın kitlelere yaptığı katkılar tartışılmaz. Bir anlamda, laiklik ideolojisinin ancak 'batılılaşmayla çağdaşlaşılır' inancını yıkan lider Özal'dır. Özal bu modeli tepetaklak etmek için teknolojinin sadece batının tekelinde olmadığını ispat etmişti.
Sonuçta olay bir iktidar mücadelesiydi. Komplike bir çoğunluk-azınlık savaşı. Özal bu nedenle vesayeti elinde tutanlarla doğrudan çatışmadı, engellerin etrafından dolaşmayı tercih etti, Köşk'e çıkarak daha etkili olacağını anlamıştı. Özal'ın o zamanlar İstanbul medyasıyla yaptığı kavgayı bu açıdan ele alırsak konu daha anlaşılabilir şekle dönüşür.
Özal'ın ani ölümüyle ortaya çıkan tabloda, 28 Şubat post-modern darbesi esasında iktidarı hak etmeyen Erbakan ve Çiller ikilisini siyaset mezarlığına gönderirken, Erdoğan'ın önü açıldı.
Doğru Zamanda Doğru Yerde, Lider Erdoğan:
Soğuk savaş biteli yıllar olmuş ve tortusu erimişti. Pentagon'un etkisi azalmış, dolayısla TSK'nın gücü törpülenmiş. Özal'ın tohumlarını ektiği yerli burjuvazi yeşermişti. İnternet dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye'de de İstanbul medyasının ekonomik gücünü tırpanlamış ve iktidarla olan organik ilişkilerini teşhir etmiş.
Erdoğan'ın inatçı kişiliğide devreye girince vesayet rejimine ilk defa ciddi karşı çıkan bir siyasi güç oluştu. Barometresiyle, rüzgariyla, akıntısıyla tüm hava sartlarının elverişli olduğu "Mükemmel Fırtına"
Gül'ün Köşk'e çıkması, HSYK'nın kanunla düzenlenmesi, YAŞ'ta yaşananlar yani, yürütme, yargı ve Köşk'ün at yarışlarında 'trifecta' denilen bir durumla' ilk üçün sıralı kazanımı, Sünnileri tekrar muktedir kıldı.
Yansımalar
Bugünlerde gazete köşelerine sakız olmus 'Beyaz Türk' geyiği, İsrail gerginliği, eksen kayması, Wiki sızıntılarının dedikodusu gibi etiketler Sünnilerin 200 sene sonra ilk kez muktedir olmalarının artçılarıdır.
Siyasette komik durumlarada yaşanmakta ve yaşanacak. Mesela Hindustanlı Sünni Müslümanların Mustafa Kemal'e gönderdiği para yardımıyla kurulan İş Bankasının en büyük ortağı CHP'nin yeni lideri, Ankara'da hayvan pazarında daha önce hiç yapmadığı bir işi yapıp kurban pazarlığına girerse, başlığımızın anlamı anlaşılır.
AKP'ye Düşen Görev:
Konunun magazin tarafı bir yana, iktidar partisine ciddi görevler düşmekte. Sayısal çoğunluğa dayanarak iktidar olmak en kolay şeydir. Muktedir olarak iktidarda kalmak ise bir o kadar zor. Unutulmasın doğa kanunudur "Mutlak güç mutlaka yozlaşır"
Osmanlının en büyük özelliği topraklarında yaşayan her millete aynı mesafede durması ve adil olmasıydı.
Abdülhamid'in kurduğu telgraf ağıyla yürütülen Milli Mücadele haberleşmesinde kullanılan 'millet' kavramını daha doğrusu kavram kargaşasının artık rafa kaldırmanın zamanı geldi.
İnanç özgürlüğü, girişim özgürlüğü hiç bir 'milletin' tekelinde olmamalı. Yeni anayasa düzenlenirken din, inanç ve etnik ayrımcılık tamamen bertaraf edilmelidir.
Türkiye'de yerleşik medyada hakim gizli ve derin ırkçılık en keskin şekilde teşhir edilmelidir.
Örneğin, inanç özgürlüğüyle girişim özgürlüğünün kesiştiği yol ayrımında, CHP'in İş Bankası hisseleri kadar devlet aygıtının elindeki Diyanet İşleri Başkanlığıda eşitlik için birer sembol niteliğindedir.
Bu konuları tartışmaya açmak gerekmekte.