Şule Ayralın yaşam öyküsü
Geçenlerde öksürük, tıksırık boğaz ağrısı şikayetiyle acil servise gittim. Bir boğaz ağrısı, bir de kuru öksürük ve gıcık durumlarıyla, yaşlı teyzelere döndüm. Fazla ayakta durunca yorgunluk, uyuklama durumları derken doğru Acıbadem acile koştum. Zaten hastane, doktor meraklısı değilimdir, yani öyle burnu tıkanınca hastaneye koşup, kendini dinleyenlerden değilim. Mümkünse hiç ilaç kullanmam, grip falan pek olmam. Yine böyle direneyim, vücut kendi kendine yener diye düşünüyordum. 3 gün oldu baktım, daha kötü oluyorum, hadi bir görüneyim dedim.
Doktor 2 dakika da muayene etti ve teşhisi hemen koydu. Domuz gribisiniz.
Nasıl yani aman Tanrım ne yapacağım şimdi?
Yok yok ben de oldum merak etmeyin, bu zamanda olan tüm griplere domuz gribi diyoruz, abartıldığı gibi değil, antibiyotik falan yazacağım kısa sürede atlatırsınız, ben de oldum geçirdim, öksürüğüm hala devam ediyor meraklanacak bir şey yok dedi.
Kendimi o anda, mikrop yuvası tiksinç bir insan gibi gördüm. Hemen maske bulayım, kimseye bulaştırmayayım dedim. İlaçlarımı aldım, boğaz antiseptiklerini kullandım, iyileştim. Doğru düzgün de yatmadım. Çünkü benim yatmam için, anestezi gibi şeyler almam lazım. Ancak ameliyat olursam mecburen yatıyorum, hastaneden çıkar çıkmaz da hemen kalkıyorum. Neyse demem o ki, insan hastalanınca ruhsal olarak da daha kırılgan hassas oluyor bence. Allah herkese sağlık versin, o olmadan hiç bir şeyin tadı olmuyor.
Dün bu duyguları çok net anlatan gerçek bir yaşam öyküsü okudum. Şimdi hayatta olmayan Şule Ayral isminde bir hanımefendinin bloguna ulaştım. Merak edenler, Google üzerinden isim girip bakabilirler.
49 yaşında lösemiden yaşamını kaybetmiş, hastane odasında hayatının aşkıyla evlenmiş ve hastalığınla ilgili günlük bir blog oluşturmuş, zaman zaman ablası da yazmış bu bloga....
Neler yaşadığını, onu sevenlerin iş arkadaşlarından tutun, ablasının, erkek kardeşinin, oğlunun, eşinin, doktorlarının kısacası herkesin insan üstü çabalarını, Şule Ayral' ın hayatla ve hastalığıyla dalga geçişini fotograflarıyla okuyorsunuz. Ben tamamını bir solukta okudum, kimi yerde içim ezilerek, kimi yerde ne kadar sevildiğini görerek tatmin olmuş bir şekilde, yaşamın gerçek yüzünü gördüm.
Kuvvetli ve yaşamın gerçek yüzüyle bir kez daha yüzleşmeye hazır olduğunuzda okumanızı tavsiye ederim. Hepimiz için yaşadığımız anların ve sağlığımızın bir kez daha farkına varalım diye.....
Şule Hanım' ın yani Şuşu' nun ablasının kardeşini kaybettikten sonra yazdığı isyan cümleleriyse şöyle; Tam bir yıl önce bugün ne ümitlerle sizlere yazmışım. Sanki artık bu iş bitti, gitti diye düşünmüşüm... Ama bilememişim...Hayat bizi kandırmış... Hani % 100 ilik uyumu olması süper bir durumdu??? Hani reaksiyon oldukdan sonra bu hastalık kolay kolay geri gelmezdi???
Hani yaşama bu kadar bağlı, bu kadar herşeyi pozitif görenler bu mel'un hastalığı yeniyorlardı??
Hani?? Hani??? Hani???
Neden Şule'm başaramadı? .Neden biz başaramadık??? Neden kader bize bu oyunu oynadı?
Aslında kaderin oyunu falan değil, yaşam işte tam da böyle bir şey, hiç bir şeyin garantisi yok, insanlar doğuyorlar, yaşıyorlar, ölüyorlar. Ne zaman olacağını bilmiyoruz, zaten yaşamı bu kadar tatlı ve anlamlı kılan da bilinmezliğinde yatıyor. Sonsuz ve sınırsız olmasında, bilinseydi eğer sınırlı olurdu....
Onun için, ruhunuzu, bedeninizi, ailenizi, dostlarınızı, çiçekleri, böcekleri, her şeyi çok sevin, hatalarınızı, başarılarınızı, hatta en sevmediklerinizi bile sevin, içiniz tıka basa sevgi dolsun, dolsun ki, bir gün bu dünyadan göçüp gittiğimizde sevdiklerimiz, yaşanmışlıklarımız ve sevenlerimiz yanımıza kar kalsın....
Tıpkı Şule Hanım' ın olduğu gibi.....