Silivri…
Susurluk, ‘kazasıyla, Silivri, mahkemesiyle anılır oldu…
Yassıada savunmanlarından bizzat Hüsamettin Cindoruk söylüyor:
“Mahkeme ile Tutukevi aynı ‘alanda, sanki: hastane ile morg aynı yerde…”
İşte tam da bu ışıksız odalarda..
Suçsuzluğunu kanıtlamak(!) olanağından yoksun kimi insanlar çoktan canlarından oldu…
“Ergenekon yürüyor”… ‘Balyoz, “dökülüyor”…
Biri kalktı “belgeleri otelde aldık” deyiverdi…
Böyle ise;
Kanun olur, hukuka uymaz; hukuk olur, adalet dağıtmaz; hüküm kurulur, vicdana sığmaz…
Gerçekten, “Ergenekon benzeri” davalarda, delilden “zan”a giden süreç tersyüzdür;
5 bin klasörle, “kısıtlanan savunma” hakkıyla, “sakıncalı piyadelerin” 5’er yılı çoktan kayıptır. Ayıptır!
“Özel Yetkili Mahkeme”ler, dava sürerken kaldırılmış, davanın izleğinde gizli tanık kurumsallaşmıştır…
Yerindelik gibi, doğallık da tartışma konusudur…
Beri “yanda”, “tutukluluktan” vareste “kesimler” de var: “Deniz Fenercileri” gibi…
O arada…
Siyasetin, güçler ayrımından yakındığı bir dönemde, hukuka evrensel katkıdan da yoksunuz.
“Ana-dille” flörtte Avrupa; “dilekçelerin” köprüden önceki son çıkışı, Anayasa Mahkemesi.
“Başları duman”, dilleri çatal!.. “Kalpleri mühürlü”
Akdeniz’de konsoliden meze niyetine ilgilendikleri “Rum zehridir”…
Kimya çağında simyadır… Karartmadır… Bizim illerse, susuz topraktır!
Öte yandan (yandan yandan) “merkez” başta, medyamız, iyi bir sınav verememekte(dir)…
İşte böyle bir ortamda;
Basın olur, özgür değildir; Parlamento olur demokrasiye katkı yapmaz…
Yine de her daim ‘çözüm, elbet Türkiye’dedir… Halktadır…
Ara rejimlerden olduğu gibi, adeta “rejime ara vermişlikten” de çok çektik;
Ve ama, “bu da gelir bu da geçer”…
Ey teline vurduğum sazım, yoluna düştüğüm Anadolu’m!
Bu köy, bu yurt; bu aziz Vatan, “bu cennet, bu cehennem” hepimizindir!