Sıcak ve Dalgası !
Size de öyle geliyor mu bilmem; sanki bugünün 30 derecesi eskisinden daha sıcak.
Böyle havalarda nedense orada burada yumurta kırasım gelir. Ne etkileyici değil mi?
Oysa (buysa) iklim değişikliği, “mevsimlerin kayması”, gece ile gündüz arasındaki ısı makası ve ozon tabakasının halleri, hepimizi perişan ediyor…
Sıcak, çok sıcak! Isıcakkkk!
Ciddiye alınacak konular, bazen yorar. Hadi biraz havadan sudan takılalım! Geyik yapalım!
Norveçli cani bile “ren geyiği yapıyor”: “Vurduğum insan kadar para yazdı”...
Buyurun buradan yakın!
Şu kimi hava durumu sunucularına bir bakın:
“Havalar daha da güzel olacak” diyor ve ekliyorlar; “sıcaklar daha da artacak”…
Hoppala! Bunun neresi güzel? Yok mu ‘orta yolu, normali, olağanı, doğalı?.. Yok!
Adam “kavrulacaksınız” demiyor da “havalar daha da güzel” olacak deyyor!.. Mikro-dalga!
Bir zamanlar “Gazeteniz kapatıldı tebliğ ederim” derken, adeta “…tebrik ederim” der gibi (rahmetli Aziz Nesin’den).. ya da ‘tespit’ işleminden özel haz duyan kimi icra iflas görevlileri gibi…
Her neyse, herkes, ‘işini’ yapar. Su bazen boşa akar. Balık kadar hafızan yoksa, su kıtlığı kime ne yazar!
O arada, insanın bu havalarda “hava durumuna” ilgisi de artıyor;
gelişen teknikle en uzun tahmin 3 günlük, ama gelin görün ki, kimisi on günlük hatta aylık tahmin bile verebiliyor; yıldız falı açıyor!
Yahu, bu devirde para fonları ile siyaset baronları bile on günlük fala yatamıyorlar! Neyse ne.
Ancak bizde havayla dalga geçilmez; ciddi kavramdır; dilimize yerleşmiştir: “Hava…”, “…basma”, “…atma”, “…yapma”; en vecizi de: “havan batsın!”
Nükte bir yana, bu “afeti” çalışma koşulları, enerji tüketimi ve toplum sağlığı açısından – ‘beyin tava’ olmadan- oturup düşünmek gerek.
Beyaz yakalı ve “kentli” oranının arttığı bir çağdayız... Trafik bile toksin saçıyor.
Bu havalarda kaçınılmaz olarak klimalara yükleniliyor, elektrik sayaçları yaz saatinden hızlı dönüyor… Hastası, bakıma muhtaç yaşlısı, bebeleri ayrı bir ihtimam gerektiriyor…
Bir dalın gölgesine sığınamayan adamı, nöbet-kolik doktor madamın karşısına koymanın bir maliyeti olsa gerek…
Tatiller biraz da bunun için var.
Daha doğrusu, özel ve kamunun ortalama çalışanları bütçe itibarıyla otellerin hedef kitlesi olmadıkları ve “memlekete birkaç g(y)ünlük ziyaret”le işi geçiştirdikleri için, “ara vermeler” diyelim…
İşte bu ara vermeler, İspanya gibi ülkelerde “siesta” diye tabir edilen daha yaygın bir şekilde uygulanıyor.
Kaldı ki, bankacılık işlemlerinin bile internetten yapılabildiği, ev ofis tarzı ticaret evresinde, iş ve işlem hacmi kayıplarını telafi edecek olanaklar da mevcut.
Biz, yerinde bir kararla, kravat zorunluluğunu gardıroba bıraktık ama mesela kentlerimizde adaba uygun şortla gezilmesi ‘tükürük menziline, girilmesi sayılabilir. Neme lazım size nem!
Gelelim Erenköy’e, pardon, sadede: Haydi öyleyse, siestaya!
Evet, ‘değişen’ iklim gerçeği, çalışmanın formunda, statüsünde değil, biçiminde; çalışma saatlerinde ‘esneklik’ getirmezse verimlilik üretkenliğin içinden firar edebiliyor…
Oysa böyle bir esneklik hizmet sektörü için olduğu kadar üretim sektörü için de, “esneme” değildir.
Vardiya kapasitesi sınanabilir, staj ve değişim programları, bakım-onarım, düzeltici faaliyetler için olanaklar artabilir.
Yine de dört mevsimlik israra vergi yok! Ama…
Akla da ziyan bu durum bana, Cibali Karakolundaki tiradı anımsatır: “Mesai başladı mı ki uyuyalım?”.
İyi yazlar!