\Seninle Bir Dakika\
Şarkıları, şiirleri duygu yüklü, edebiyatının özünde “insan” olan, olanak tanındığında güzel sanatlar alanında en güzel yapıtları sergileyen, tiyatroda, sinemada yokluklar içinde değerler yetiştiren, uygarlıkların beşiği topraklardır, Anadolu…
Konuyu bir şarkının anımsattıklarıyla daraltmak ve onun arka planında ulusal akstan evrensel tayfa giden yolda şarkılar da dahil sanatsal formların, kendi çağlarının tanıkları ve toplumsal dinamiğin hasılası olması bağlamında açmak istiyorum…
“Seninle bir dakika”yı pek çoğumuz bilir.
Eurovision yarışmasına gönderdiğimiz ilk şarkıdır.
Doğuya özgü mistik sesle başlar, -uzmanı değilim ama- sanırım üç kez “iniş ve çıkış” vardır ki; bu çok sesli müzik ölçünlerine de uyar. Yıl 1975’tir.. Tam yirmi dokuz yıl sonra, 2004’te, ülkemizde yapılan yarışmada, Sırbistan Karadağ adına Zelijko Joksimoviç ve arkadaşlarının Lane Moe şarkısı da benzer tarzda kurgulanmış ve puanları silip süpürmüştür.
İki şarkının akrabalığı Osmanlı’nın Balkanlardan Başkentine bıraktığı kültürel motifleri taşımasındandır.
Eurovision şarkı yarışmasında “puanlamanın” genel olarak “dost ahbap çavuş” anlayışıyla şekillendiği ve özellikle son yıllarda katılımcı ülke sayısının artmasıyla daha da duygusal yönelimlerle belirdiği açıktır…
Yarışma, yine de müzik endüstrisi içindeki hırsları kışkırtacak bir ambiyansa sahiptir, profesyonel dünyanın gerisinde kalsa da, günlerce gündemde yerini korur...
Ama değilmi ki şarkılar aslen gönüllerde oylanır; öyleyse, “başarım” görüş zaviyesine göre değişir…
Sayın Semiha Yankı hanımefendinin "seninle bir dakika" şarkısı, ben de öyle inanıyorum ki, Türkiye'mizin “Eurovision yarışmasına” gönderdiği, gelmiş geçmiş en iyi eser olma niteliğini halen korumaktadır...
Türkiye'mizin değerli sanatçı Berkant'ın "samanyolu" şarkısından başkaca "uluslararasına" taşıdığı pek fazla yapıt ne yazık ki yok.. İşte, "Seninle bir dakika" belki de o denli yüz ağırttı; aldığı oyu aşan bir teveccühle zaman içinde hakettiği yeri de aldı! Emeği geçen herkese teşekkür borçluyuz...
Bu eserin, yozlaşmanın henüz dal budak salmadığı, gelenekten geleceğe ortak değerlerimizin taşınmaya değer bulunduğu bir çağda yapılandırıldığına tanık oluyoruz...
Semiha, "arzın merkezi" ve ama bir köşeye itilen İstanbul'du; Anadolu'nun körpe fidanlarının sesiydi; hem kent senfonisi hem köy baladı idi; Bin dokuz yüz yetmiş beş yılının o akşamında herkes Semiha idi.. “Yankı”ydı; ürkek, titrek ama var’lığına inanan bir Ulusun nefesiydi!
Şarkı ekranda, orkestra beride ama sahnede olan, “bizim kızlarımızdı”... Bizim kızlarımızın önünde "başlık bedeli" nedeniyle eğilen yağızlarımız ve berdeli kanıksayan örselenmiş toprağımızın çığlıyı yankılanıyordu... Bizim düğünlerimiz; “bizim gururumuz”, uysallığımız kadar isyanımızdı! O nedenle vardı o nedenle yaşıyor; ve varola!
Bir üç dakikadır ama, belki, Münir Nureddin’nin san’at müziğindeki yer yer “ıskalanan” o ‘çok sesli’ yapıtları kadar değerlidir, Adnan Saygun gibi evrenseldir, İdil Biret, Suna Kan ve Fazıllar kadar değerlendirilmeye değerdir… Olmadıysa, olmayacak demek de değildir!
Ülkemizin dertlerini, sevdalarını, halkımızın çilesini, neş’esini, bu toprakların suyunu, huyunu, uğradığı ihanetleri, kanayan yarasını, orasını burasını, gerçek anlamda anlatacak eserlere olan ihtiyacımız o günden bu güne, ekmek gibi az, havada yağış bırakmayan bulutlarca bir naz!
Ancak öyle inanıyorum ki, Türkiye, şarkılarıyla, şiirleriyle, Nazımıyla, Yılmazıyla, Nihal Atsız ve edebiyatındaki “Kemalleriyle”, tuale hayat veren ressamlarıyla, Ayten Gökçerlerle, sanat alanında hak ettiği yeri alacaktır. Bu elbet, bir büyük ölçüde özgürlük içinde üretmek sorunu…
Levent Kırca’nın çok yerinde bir tespiti var: mealen: “İtalya’da herkes şarkıcıdır, Türkiye’de herkes komedyen…” diyor… Doğrudur… “Ağlanacak halimize gülmemiz” çaresizlikle terbiye edilmişliğimizin verimidir…
Gerçekte Saray ağdalı bir “Osmanlıca”yı kullanırken halkımız dilini, öykülerde, türkülerde korumuştur. Düzenden ve tarihten dışlanmışlığını, üzerine salınan ağır vergileri ve savaş için evlerinden alınan evlatlarının hasretini hiciv dolu eleştirilerle dile getirmiştir. Bunun üzerine bir de “demokratik” / “yasakçılık binmiştir”.
Ve tüm bu tabloya karşılık, mutluluğa eşlik eden şarkıları, türküleri seçeriz, dertlere vurgu yapan namelerle kederlenir, yalnızlığımızı,, paylaştığımız dizelerle, eserlerle gideririz.
“Biz” farklılıklarımız içinde “bir olan” kültürümüzün eseriyiz. 100 tam puanlık aşıklarız.
Kültürel dünyamız kuşku yok ki, özgürce üretilen sanat sayesinde gelişecek; hem günümüz anlamlanacak hem yarınlarımız daha çok bizim olacak…
"Seninle bir dakika"…
Sizinle bir an bile her şeye değerdi(r) sevgili Anadolu ve Trakya halkı…