Sekreter Powell

Güncelleme:

Dikkatinizi çekerim. “Sekreter”. Kimin sekreteri ? Uğruna milletvekillerinin kavga ettiği sekreter değil. Ortayaş krizine girmiş büyük işadamının şuh sekreti hiç değil. “Secretary of State”. Devletin sekreteri. Amerikan Dış İşleri Bakanı. Başkan Yardımcı’sından sonra protokolde yeri 3 numara olan en önemli bakanlık. Yabancı ülkeler nezdinde ABD’yi temsil eden güvenilir kimse. Fakat o da ne? Bu mevkide bir zenci oturmakta. Moda değim ile bir Afro-Amerikan. Amerikan ordusunun ilk zenci Genel Kurmay Başkanı. Ve O şimdi bakan.


11 Eylül’den sonra gözünü kan bürümüş Amerikalı şahinlere karşı büyük mücadele vererek Amerika’nın Irak’a saldırmasına karşı çıkmış emekli bir general Colin Powell. Geçen Ağustos ayının sıcak günlerinde Washington’da hükümet üyeleri arasında Irak konusunda hararetli tartışmalar yaşanmakta. Sakin kafa ile düşünen tek adam Powell. Büyük sermayenin adamı Başkan Yardımcısı Cheney ve Savunma Bakanı Rumsfeld ucuz petrolün kokusunu almışlar. Terörist saldırılarından sonra ABD’de ortaya çıkan anti İslamist rüzgarı da arkalarına alan tutucu hükümet üyeleri, dış işleri başkan yardımcısı Wolfowitz gibi kartlaşmış ‘Şahinler’le ittifak yaparak, bir an önce Saddam’a saldırma taraftarılar. Dış İşleri Bakanı Powell Beyaz Saray’da yalnız kalmış durumda. En sonunda zenci Başkan Danışmanı Condaleeza Rice’ın yardımı ile Bush’la başbaşa kalma imkanı buluyor. Powell teke tek görüşmede Başkan’a şunları aktarıyor: “Saddam şu anda acil tehlike arz etmiyor. Afganistan’da Taliban’a karşı savaş devam ederken, İsrail-Filistin savaşında kan dökülürken bizim tek başına Irak’a saldırmamız, Amerika’yı Arap ve Müslüman dünyasında boy hedefi yapar. El-Kaide’nin söylemini güçlendirir. Ayrıca ABD ve dünya ekonomisi de sağlam yapıda değil. Irak’a saldırının bir anda petrol fiyatlarını görülmemiş düzeye fırlatması mümkün. Zayıf dünya ekonomisi de bu krizi zor atlatır.”


“Bütün olumsuz faktörleri dikkate alarak , gelin BM gidelim ve BM’den Irak aleyhine bir karar çıkartalım. Böylece hem diplomasi ile savaşı önleme imkanımız olur hem de sonunda ABD Irak’a saldırsa bile tek taraflı hareket etmemiş olur.” Genelde uluslararası ilişkiler konusunda derin bilgi sahibi olmayan Teksas’lı Bush, Colin Powell’ın konuşmasını not eder. Oysa Şahinler’in kozları ve beklentileri bambaşkadır. 11 Eylül’den sonra ortaya çıkan kamuoyu öfkesi savaş taraftarlarına umut vermektedir. Afganistan’da yapılan askeri harekatın sadece 200 özel birlik üyesi komando ve 70 milyon dolarlık bir rüşvetle seri şekilde çözülmesi Şahinler’e güven vermiştir. Şahinler Saddam’a hemen saldırmayı arzululamaktadırlar. Amerika hiç bir NATO üyesinden destek almadan Afganistan operasyonunun üstesinden gelebilmiştir. Amerikan askeri gücünün gösterdiği hız ve esnekliğin verdiği mağrurluk içinde, Şahinler Saddam’a karşı pençelerini göstermektedir. Oysa Powell, Vietnam’da, Körfez’de “muharebe imtihanından’ geçmiş bir asker olarak Irak’ın Afganistan olmadığını herkesten daha iyi bilmektedir. Ağustos ayı içinde bir anda hükümet içinde Irak politikası depremi yaşanmaya başlamıştır. Depremin merkez üssü Colin Powell’in istifa dedikoduları kulislere yayılmaya başlamıştır. İşte Ağustos’un sıcak günlerinden sohbaharın serin ortamına uzanan Irak serüveninde soğukkanlılıkla karar veren Dış İşleri Bakanı Colin Powell şu anda bu mücadeleden galip çıkmış gözükmekte.


ABD sonunda BM’e gitti. Amerikan hükümetinin şahinlerin ‘BM daimi üyelerinden her hangi birisinin vetosuna mahkum olma’ uyarısına rağmen , Powell BM’den ittifakla karar çıkardı. Powell o kadar ince diplomasi uyguladı ki her zaman ABD’ye kapris yapan Fransa ve çekinceli Rusya gibi daimi temsilcilerin yanı sıra, Irak’ın komşusu, dostu ve kardeşi, geçici üye Suriye bile “EVET” oyu kullandı.


1441 nolu BM kararı :


15 Kasım’da Irak kararın şartlarını kabul edecek.
18 Kasım’da BM baş denetcileri Bağdat’a gelecek.
25 Kasım’da denetleme ekibi işbaşı yapacak.
8 Aralık’ta Irak bütün silah üretim programlarını deklare edecek.
23 Aralık’ta 80 ila 100 silah denetçişi işbaşı yapacak ve en geç 21 Şubat 2003’te denetçiler raporlarını BM Güvenlik Konseyi’ne sunacaklar.

Kararın takvimi bu şekilde. Şimdi Saddam köşeye sıkışmış vaziyette. Yapacak birşeyi kalmamış. Şu ana kadar Saddam BM kararının programına uymakta. Böylece ABD Colin Powell sayesinde tek kurşun atmadan, savaşı masada kazanmış gözüküyor.

Karaoğlan

Peki kimdi bu Powell ve neyi temsil ediyordu? Powell gibi bir şahsiyetin özgeçmişinden Türk okurlar için alınacak bir ders olabilir mi? Powell bir göçmen çocuğu. Babası ve annesi Jamaika’dan New York’a göç etmişlerdi. Babası zenci annesi beyaz bir Karaib’li aileden gelen Powell 1939 senesinde Harlem’de doğmuştu. Liseyi New York’un belalı ve fakir semti Harlem’de okumuş, fakülteyi New York şehir üniversitesinde bitirmişti. O yıllarda zenciler hala başka lokantada yemek yer , başka tuvalete giderlerdi. Ancak akıllı birisi olduğu için olayın farkına vardı. Orduya girdi. Her imparatorluk ordusunda olduğu gibi, devşirmelerin önü (modern çağda ‘gönüllü’ devşirme de olsa) açıktı. Fakülte yıllarında öğrencilerin devam edebileceği ‘Yedek Subaylık Eğitiminden’ geçti. Muvazzaf subay olarak Harp okulundan mezun olmamasına rağmen değişik rütbelerde görev yaparak Genel Kurmay Başkanlığı’na kadar yükseldi. Powell’ın başarısı Amerika için reklam konusu olabilecek nitelikte idi. Sıradan bir göçmen çocuğu birinci kuşakta Genel Kurmay Başkanı olabiliyordu. Zaten İmparatorluk olmanın gücü buradan kaynaklanıyordu. Liyakat üzerine kurulmuş eşitlik ve dikey yükselmeye açık sistem. Powell birden bire Amerikan rüyasını epitomize eden canlı örnek haline gelmişti.

Aşırı ‘beyazlıkla’ suçlanan Bush kampanyası Powell’dan iyi Dış İşleri Bakanı bulamazdı. Bush hemen bu durumu lehine kullanarak Powell’ı hükümete aldı. Ancak Powell ilk günden beri Başkan’a yakın çevreden olamamıştı. Hükümet içinde aşırı sağcılar güçlü bir grup oluşturmakta idiler. Başkan’la fazla başbaşa kalamamıştı. Emekli bir asker olduğu için Başkan’la kişisel samimiyet kuracak tipi de yoktu. Bütün bunlara rağmen Powell çocukluğunda beyaz perdeye yansıyan görüntülerden bir prensip öğrenmişti: Gerçek kahramanlar hiç bir zaman ilk ateş eden olmazlardı. David Crokett, John Wayne, Reagan hiç bir ‘Western’ filminde ilk kurşun sıkan olmamıştı. Bu bir Amerikan geleneği idi ve Amerika’yı kuranların ve bağımsızlık bildirgesine imza koyanların onore ettikleri bir prensipti. Kötü adamlar, kalleş ve korkaklar her zaman ilk silaha davranan olmuşlardı. Haklıdan ve masumdan yana olan ‘esas oğlan’ her zaman savunma için saldırırdı. İyiden yana olan ‘esas oğlan’ bütün zorluklarla rağmen sonunda muzaffer olurdu.

İşte değerli okurlar, halkın içinden, bir göçmen ailesinden yetişip gelen makul düşünceli emekli bir asker bir İmparatorlu’ğun kaderinde önemli rol oynayabiliyor. Önümüzdeki günler ve aylar içinde ikinci perdenin açılışını hep beraber göreceğiz.


Diğer Yazıları
Ne Seçimdi Ama…
Paris Olimpiyatları ve Tarihi Anılar