Öteki
Bu sabah sosyal paylaşım ortamında Behice Boran’ın anısına paylaşımlar da vardı.
Birkaç gün önce de Yalçın Küçük hocanın 75. yılını hapishanede karşılayacağı not ediliyordu.
Sağdan soldan diye ayırmadan, yüz yetmiş yıllık “siyasal arayış” tarihimizi düşündüm…
Hasılatı ürperticidir! “Sandık demokrasisi-bavul rejimi” adeta… Katılım, oyla sınırlı.
Her dönemde kimi aydınlar, düşünürler için, Metris avlusuna bavullar hazır!..
İktidar-merkezli “ötekileştirme” kalıcı ve kapsayıcı ve sirayet edici bir durum…
Kurumlar arasında ve birey-devlet ilişkisinde “Güvensizlik” güven oyuyla da aşılamıyor! Asl’olan “değiş(tir)mek” değil “yerleşmek”… İşte burada “sentez” sıfır toplamdır.
Daha kaç kuşağı feda edeceğiz bilemiyorum? “Ötekiler” olgusunu düşünmeden de edemiyorum!..
Diyelim ki, ben bir holding patronuyum!.. Yine de işçi sınıfını önceleyen aklı başında bir siyaseti demokrasinin zenginliği saymalıyım. Ondan örgütlenme ve yönetim bilimi adına öğreneceğim çok şey olabilir. Diyelim, ben, liberal veya merkez solda siyasetçiyim... Yine de karşımda muhafazakar veya sosyalist partilerin olmasını demokrasinin dengesi – ve kendi siyasetimin tutarlığı- açısından önemli saymalıyım. Tabii, bu denklemlerin tersi de doğrudur...
Diyelim ben bir ülkenin Başbakanıyım!.. İzlemekte olduğum politikalara karşıt tezler üretecek bilim insanlarının ve muhalif gazetecilerin özgürce etkinlikte bulunmalarını, demokrasinin zenginliği ve ülkemin saygınlığı adına önemser; en karşıt fikirlerden bile yararlanmaya bakarım... "Beni eleştirebilir ama ülkene sanat alanında ödüller getirebilirsin".. "Beni sevmesen de çok iyi bir öğretmen olarak çocukları yetiştirebilirsin"...
Elbette şiddeti özendirmeyen düşünce farklılıkları demokrasinin gereği olup, her bir bireyin ve kurumun özgürlüğü gerçekte diğerinin özgürlüğüyle bir Bütündür. Bu, toplam özgürlük anlayışıdır ve bölünemez. Tıpkı insan hakları gibi; o hakların özü ve uygulaması nasıl ki ayrımcılığa konu olmadan herkesi kapsarsa; düşünce özgürlüğünün de öylesine eşitlikçi bir temele dayanması gerekir.
Daha geniş kapsamda, Devletin bağımsızlığı ve bütünlüğü de öyledir... “Bağımsızlık” bir ‘bütündür, bütün (halk/toplum) tüm unsurlarıyla onun paydaşıdır. Düşünce özgürlüğü ve insan haklarının kuramsal bölünemezliği ise, devletin bütünlüğü ile bağlıdır. Devlet bölünürse, düşünce ‘esir düşer, insan hakları ezilir.
Tarihsel haklılıktan gelen kültürel birikime sahip Türkiye gibi bir ulus devlet, "düşünceden" yararlanan, insana hak tanıyan, kısaca insanı da toplumu da yaşatan, bir yapı olmak gerekir...
Buna karşılık, "devleti koruyorum" diye aslında kendi iktidarını koruyan anlayışlardan çok çektik.
Aksak demokrasimiz bu anlayışların tortusunda örselendi. Aydın-halk kopukluğu da giderek yoğunlaştı. “Olmasın” denilen ne varsa sübuta erdi… Ötekileştiren bir refleks, tek tipleştirme, tepkicilik ve rastlantı karakterize oldu; dimağlara, dağlara, ovalara, fabrikalara hatta okullara yerleşti… Kavramları paçalladık, sistemde çuvalladık ve kendi zorumuzu yarattık!
İşleyen bir demokrasi ve gelişen bir ekonomi temelinde, modern devletimiz- çağdaş toplumumuz ile, insanlık ailesi içinde hak ettiğimiz yeri almamız, ötekileştirmeden sosyalleşmeye ve özgürlük ortamı içinde üretmeye bağlıdır…