Nobel Ödülü kendini tüketiyor
Yugoslavya lideri Mareşal Tito’nun ölümünden sonra doğan siyasi kriz giderek tırmandı, 1991’de iç savaşa dönüştü ve yaklaşık dokuz sene sürdü. 1999’da NATO’nun Belgrad’ı bombalaması ve Sırpların milliyetçi lideri Slobodan Miloşeviç’in 2000’de iktidardan düşmesiyle son buldu.
Savaşın bir numaralı tahrikçisi ve sorumlusu, Büyük Sırbistan hayali peşinde koşan Miloşeviç’ti. 2001’de tutuklandı ve Yugoslavya savaş suçlularını yargılamak üzere Hollanda’da kurulan özel mahkemeye teslim edildi. Böylece Miloşeviç, uluslararası mahkemede yargılanan ilk devlet başkanı oldu.
Mahkeme henüz kararını açıklamadan, 2006’da hücresinde ölü bulundu. Ama daha sonra Uluslararası Ceza Mahkemesi, Miloşeviç’in soykırım suçu işlediği kararını verdi.
Miloşeviç ayrıca; otoriter bir rejim kurmak, Sırp halkı ekonomik sıkıntılar altında ezilirken yaygın yolsuzluklarla yandaşlarını zengin etmek, seçim hileleri düzenlemek, basın özgürlüğünü yok etmek ve halka karşı polisi acımasızca kullanmak gibi suçlamalarla karşı karşıyaydı.
İç savaş sonunda Yugoslavya parçalandı ve yedi bağımsız ülke doğdu. Bunlardan biri, Büyük Sırbistan yerine yaklaşık Osmanlı dönemindeki Belgrad Paşalığı ölçeğinde küçük bir Sırbistan oldu.
Savaşın en ağır bedelini Bosna ve Kosova halkı ödedi. On binlerce insan katledildi, on binlercesi evlerini ve yurtlarını terk etmek zorunda kaldı, binlerce kadının ırzına geçildi, kentler yıkıma uğradı.
Sırp ordusu Avrupa’nın göbeğinde, Bosna’nın başkenti Saraybosna’yı tam 3 yıl 11 ay kuşatma altında tuttu. İnsanlar ağaç kabuklarını yiyordu. Bir taraftan da çevredeki tepelerden kente bomba yağıyor, keskin nişancılar sokağa çıkma cesareti gösterenleri yaşlı, kadın, çocuk demeden avlıyordu.
En vahşi katliamlardan biri Srebrenica’da yaşandı. Çok sayıda Müslüman Boşnak, Birleşmiş Milletlerin koruması altında diye oraya sığınmıştı. Ama Miloşeviç’in beslediği çete reisi Ratko Mladiç silahlı milisleriyle beraber gelince, güvenliği sağlamakla görevli Hollandalı komutan kasabayı onlara devrediverdi. Sadece bir kaç gün içinde 8000’den fazla Boşnak erkeği katledildi ve çukura atıldı.
Savaşın başlangıç döneminde Yugoslavya’nın hemen her köşesini gezdim. Savaşı ve Yugoslav basınını izliyor, gazetelerde yazılar yazıyor, konuyla ilgili bulabildiğim hemen her kitabı okuyordum. Bu kitaplardan biri İngilizce “Sırbistan İçin Adalet” adını taşıyordu.
Kitabın yazarı Avusturyalı Peter Handke idi. Savaşın asıl kurbanının Sırplar olduğunu ileri sürüyordu. Müslüman Boşnakların katledilerek veya sürülerek, yani etnik temizlik sonucu ele geçirilen alanlarda oluşan Sırp bölgelerini “gerçek anlamda Avrupa’nın var olduğu yerler sadece buralarıdır” diye kutsuyordu.
Şok olmuştum. Handke daha sonra Yugoslavya savaşı hakkında pek çok açıklama yaptı, broşür yayınladı.
Barbarca sürdürülen Saraybosna kuşatması Handke’nin rezil ve aşağılık tavrının değişmesi için yeterli olmadı. Handke’ye göre Saraybosnalılar, dünya kamuoyunu yanlarına çekmek için kendi kendilerini bombalıyor, sonra suçu Sırplara atıyordu.
Srebrenica’da 8000’i aşkın insanın katledilmesi de Handke’yi etkilemedi. O katliama ve ifade edilen sayılara inanmadığını açıkladı. Kurbanların eşleri ve analarının bir araya gelerek oluşturduğu “Srebrenica Anaları” hakkında açıklaması şöyleydi:
- Şu sözde Srebrenica Analarının söylediği tek bir kelimeye inanmıyorum. Onların acısını satın almıyorum.
Savaşın son döneminde Miloşeviç’in ordusunun Kosova’da silahsız sivil halkı gaddarca katlettiği ve NATO’nun Sırbistan’ı bombalamakla tehdit ettiği günlerde Handke, bir kez daha Belgrad’da devlet televizyonunda göründü. Öylesine fanatik bir İslam düşmanıydı ki, Kosova’ya gidip Arnavutları bizzat katletmeyi özlediğini anlatıyordu:
- Bazen Kosova’da savaşan bir Sırp Ortodoks papaz olmayı istiyorum.
Savaş bitmiş, uluslararası mahkemede soykırım ve katliamlarla ilgili binlerce belge ve tanık ifadesi kamuoyunun gözleri önüne serilmişti. Ama Handke’nin tavrı aynen sürdü.
Miloşeviç 2006’da öldüğünde, Belgrad’daki cenaze törenine katıldı, bir avuç Sırp fanatiği önünde Balkan Kasabı Miloşeviç’i öven ve onurlandıran bir konuşma yaptı.
Zaten Handke’nin şu sözleri, Miloşeviç’in fanatik görüşleriyle doğal bir paylaşım içinde olduğunu anlatır:
- Miloşeviç’in yerinde kim olsa aynen onun gibi yapardı.
Geçtiğimiz Ekim ayında İsveç Akademisi, işte bu Handke’yi 2019 Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık gördü.
Nobel Edebiyat Ödülü
Nobel ödüllerini Nobel Vakfı yönetiyor. Ancak dünya kamuoyunda en çok ilgi çeken, edebiyat ödülü. Bunu yönetme ve kazananı belirleme hakkı Stockholm’deki İsveç Akademisi’ne ait. Nobel aynı zamanda dünyanın en itibarlı edebiyat ödülü.
İsveç Akademisi 2017’den beri derin bir skandallar krizi yaşıyor. Bu kurumu, İsveç’te en yüksek itibara sahip görevler arasında sayılan 18 “Akademi üyesi” yönetiyor.
Akademiyi sarsan seks skandalı, bu üyelerden birinin eşi olan Fransız asıllı Jean Claude Arnault’un akademi üyeleri, eşleri, kızları ve Akademi’de çalışan kadınlara karşı “uygun olmayan davranışlarda” bulunduğu iddiasının medyaya yansımasıyla başladı. Ardından çok sayıda kadın Arnault tarafından cinsel tacize uğradığını açıkladı.
O arada Arnault’un, edebiyat ödülünü kimin kazanacağı bilgisini bazı yayınevlerine erkenden sızdırdığı gibi başka iddialar da ortaya atıldı. Ortaya saçılan kirli çamaşırları, Akademi üyelerinin karşılıklı suçlamalarını ve medyadaki sert tartışmaları İsveç kamuoyu aylar boyu büyük ilgiyle izledi.
Neticede konu yargıya gitti, Arnault iki kez cinsel tecavüzden suçlu bulunarak 2,5 yıl hapis cezası aldı, ceza kesinleşti ve şimdi hapishanede. Eşi dahil bazı Akademi üyeleri istifa etti, bazıları istifa etmese de artık Akademi için çalışmayacağını ilan etti.
Kargaşa içinde debelenen İsveç Akademisi, geçen yıl 2018 Nobel Edebiyat Ödülü’nü veremedi.
Ekim ayında 2018 ve 2019 ödülleri beraber açıklandı, Peter Handke 2019 Nobel Edebiyat Ödülünü aldı.
Bu karar İsveç dahil uluslararası medyada sert eleştirilere yol açtı.
İsveç Akademisi ve Handke’yi savunanlar, önce dudak kıvırdı, eleştirileri önemsemez göründü.
Eleştiriler devam edince, “Handke gerçekte ne demiş, kanıtlayın” tavrına geçtiler. Yaptığı açıklamalar kelime kelime irdelenerek, acaba kullandığı şu sözcükle gerçekte öyle mi demek istemiş, böyle mi demek istemiş diye konuyu bulandırmaya çalıştılar.
Ama güneş balçıkla sıvanacak gibi değildi, eleştirilerin arkası kesilmiyordu. En sonunda Akademi “biz ödülü kişiye değil eserlerine veriyoruz” diyerek metafizik bir çizgiye sığındı.
Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en kanlı katliamları savunan, kaba şekilde savaş çığırtkanlığı yapan, Miloşeviç gibi bir insan kasabına hayran bir kişinin bu konulardaki sözleri ile romanlarındaki sözcükleri nasıl birbirinden ayırılacak?
Bunların bir bölümüne ödül verirseniz, diğer bölümüne meşruiyet ve itibar kazandırmış olmayacak mısınız?
O arada, ödül kararı açıklandıktan ve eleştiriler yükselmeye başladıktan sonra Handke, tam da kendisinden beklenen bir tavır sergiledi.
İnsani değerlerden yoksun zalimler genellikle korkak olur, sıkışınca yaptıklarının arkasında dik duramaz, inkar ve gerçekleri çarpıtma yoluna kaçmaya çalışır. Miloşeviç yargılanırken yaptığı gibi, Handke de o yolu seçti.
İsveç Akademisi, Handke’yi edebiyat ödülüne layık bulmasının gerekçesini “beşeri deneyimin dış sınırlarını ve özgüllüğünü arayan dil becerisi” olarak açıklamıştı.
Edebiyat eleştirmenleri, söz konusu dil becerisini yazarın romanları açısından tartışabilir. Ama Handke’nin günlük dili açısından, hayli farklı bir durum söz konusu.
Miloşeviç’in cenaze törenine niçin katıldınız sorusuna yanıtı,
- Miloşeviç’in değil, eski Yugoslavya’nın sembolik cenaze törenine katıldım, oldu.
Yargılanan Miloşeviç’i hapishanede en az bir kez ziyaret ettiğini ortaya çıkaran gazetecinin sorusuna,
- Ne var ki bunda? Bir imamı da ziyaret edebilirdim, diye cevap verdi.
Handke’nin zihninde, Miloşeviç gibi bir cani ve imamlar aynı saflarda yer alıyordu.
Handke ödül töreninden birkaç gün önce Stockholm’e geldi ve geleneksel basın toplantısına katıldı. Daha önce Srebrenica katliamını soykırım olarak kabul etmeyen Handke’ye, o yöndeki uluslararası mahkeme kararından sonra “şimdi olguları kabul ediyor musunuz?” sorusun yönelten Amerikalı gazeteci Peter Maass’a,
- Boş ve cahilce bir soru. Bir gün bana birisi postayla, üstüne bok resmi çizilmiş tuvalet kağıdı göndermişti. Bu soru yerine öyle bir tuvalet kağıdını tercih ederdim, diye cevap verdi.
Daha önce de, Bosna’yı dolaştım ve Boşnakların katliam endişesinin çok derin olduğunu gördüm diyen bir gazeteciye,
- O endişeyi kıçınıza sokun, demişti.
Modern Avrupa tarihinin en gözü dönmüş zalimlerinden Miloşeviç’e tapınan, İslam düşmanlığının en fanatik avukatlarından Handke’yi ödüllendiren İsveç Akademisi şimdi ağır yaralı.
Genellikle ölçülü dil kullanan İsveç’in en büyük gazetesi Dagens Nyheter’in kültür şefi Björn Wiman’ın bir iki gün önce ifade ettiği değerlendirme şöyle:
- Salı günü verilecek Nobel edebiyat ödülü nedeniyle utanç duyması gereken Peter Handke değildir. İsveç Akademisi’dir.
Seks skandalı ardından Peter Handke skandalı açıkça gösteriyor ki, İsveç Akademisi artık kendini kökten yenilemeli veya Nobel edebiyat ödülü vermeyi hepten bırakmalı.
Kasım ayında Saraybosna’yı ziyaret ettiğimde, halk İsveç Büyükelçiliği önünde protesto gösterileri yapıyor, Srebrenica Anaları 10 Aralık Salı günü yapılacak ödül töreni sırasında Handke’yi protesto etmek için Stockholm’e gitmeye hazırlanıyordu.
Nobel ödül törenine tüm ülkelerin İsveç’teki büyükelçileri davet ediliyor. Ama bu kez Bosna, Kosova, Arnavutluk dahil bazı ülkelerin büyükelçilerinin töreni boykot etmesi bekleniyor. Türkiye Büyükelçisi’nin de, Avrupa’nın en sefil İslam düşmanlarından birine ödül sunulacak o törende yer almaması isabetli bir karardır.