Nijer darbesi ve Sahil’in dünyanın en büyük Cihatçı Selefiler merkezine dönüşmesi
Nijer’deki darbe önemli. İlk gelen haberlerin ima ettiği gibi Nijer ve Rusya beraber hareket ederse, Avrupa Birliği Rusya’ya uyguladığı sert yaptırımlarda daha dikkatli hareket etmek zorunda kalabilir.
Askeri darbe yaşayan Fransa’nın Afrika’daki eski sömürgesi Nijer, nükleer santrallarda kullanılan uranyum üretiminde dünyada 7. sırada. Hemen 6. sırada Rusya yer alıyor. Rusya ayrıca zenginleştirilmiş uranyum üretiminde 2. sırada ve dünyada güçlü bir konuma sahip.
Fransa’da nükleer santrallerde kullanılan uranyumun %15’i bu ülkeden geliyor. İktidar el koyan askeri yönetim, Fransa’ya uranyum satışına son vereceklerini açıkladı. Fransa’nın devlet şirketi Orano, ellerinde iki yıl yetecek stok olduğunu ve üretimin şimdilik etkilenmeyeceğini bildirdi.
Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya ticaretini en aza indiren AB ülkeleri, nükleer enerji üretimini artırmayı planlıyor. AB’nin Nijer uranyumuna bağımlılığı daha yüksek: %25. Rusya’dan aldıkları uranyum da yaklaşık aynı oranda. Yani AB ülkeleri uranyum ihtiyaçlarının yarısını Rusya ve Nijer’den temin ediyor. Bu iki ülke uranyum işbirliği yapabilir.
AB Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya’ya dönük çok sayıda yaptırım paketi açıkladı, iğneden ipliğe çok sayıda ürün ve hizmet satışını yasaklandı. Ama yaptırım uygulanmayan nadir kalemlerden biri uranyum. Rusya’dan alım hiç aksamadan devam etti.
Nijer’de halk arasında Fransa karşıtı tepkiler çok yaygın. Zengin uranyum, petrol ve altın kaynaklarına rağmen yaşam koşulları iyileşmeyen kitleler öfkeli ve şikayetçi.
Uranyum yatakları başkentin uzağında, ülkenin en kuzeyinde İslamcı Cihatçı örgütlerin en güçlü olduğu yörelerde.
* * *
Sadece uranyum cevheri değil, Batı’nın küresel siyasetini hatırlatması açısından da Nijer’deki darbe önemli.
Nijer, Afrika’da ‘Sahil’ adı verilen kuşakta yer alıyor. Arapça kökenli Sahil sözcüğü Türkçe’deki gibi, yani Büyük Sahra çölünün sahili anlamında kullanılıyor. Güneydeki tropik iklim bölgesine geçiş kuşağını ifade ediyor.
Cezayir ve Libya’nın hemen güneyinde yer alan Sahil’in dört ülkesi Mali, Çad, Burkina Faso ve Nijer benzer özelliklere ve sorunlara sahip.
Hepsi eski Fransız sömürgesi; resmi dilleri Fransızca; nüfus çoğunluğu Müslüman (%55 ile %99 arası); dünyanın en fakir ülkeleri arasındalar; bağımsızlık sonrasında sık sık darbe yaşadılar ve şimdi dördü de askeri rejimler tarafından yönetiliyor.
Dört Sahil ülkesinin toplam alanı Türkiye’nin 5 katından fazla, ama toplam nüfus yaklaşık Türkiye kadar.
Dünya Bankası verilerine göre “dünyanın en az gelişmiş ülkeleri” için kişi başı yıllık gelir ortalama 1.260 dolar. Ama bu dört ülkede o düzeyin yarısı kadar, ortalama 700 $ civarı.
Bir başka ortak sorun, hepsinde merkezi hükümetler Cihatçı Selefilerin saldırısı altında. Ciddi istikrarsızlık yaratan Cihatçı örgütler, askeri darbelerin başlıca nedenlerinden biri.
Afrika’nın o yörelerinde radikal İslamcı örgütler yakın zamana kadar ortada yoktu. Nasıl güçlendiler? Sadece fakirlik bu soruyu cevaplamaya yeter mi?
Cevap elbet tek nedene bağlı değil. Arka planda yatan bir sorun, Fransa’nın bölgedeki ülkelerin sınırlarını keyfi şekilde ve kendi hesaplarına göre çizmiş olması. Uzlaşması zor farklı etnik grupları kapsayan yapay sınırların üstüne yapay devletler kuruldu.
Ancak eski sömürgeci patronların son 20 yıl içindeki akıl almaz müdahaleleri daha büyük bir istikrasızlık nedeni oldu. Uluslararası Kriz Grubu’nun uzmanı ve bölgeyi en iyi bilen araştırmacılardan Prof. Hugh Roberts, Financial Times makalesinde o müdahaleleri üç aşamada ele alıyor:
“Sahil’deki terörizm sorunu, 2003’ten daha geriye gitmez. Batı’nın terörle küresel savaşı onu doğurdu; Batı’nın Muammer Kaddafi Libya’sını imha etmesi sorunu ağırlaştırdı; Fransa’nın Mali’de yeni bir savaş başlatması yayılmasına neden oldu.”
Prof. Roberts’ın mükemmel özetini biraz açalım.
Cezayir’de 1990’lar boyunca süren korkunç bir iç savaş yaşandı. 2000’e gelindiğinde, Cezayirli generallerinin İslamcı silahlı örgütlere karşı acımasız yöntemlerle yürüttüğü savaşı kazandığı belli olmuştu. Sadece tek tük ve iyice zayıf düşmüş örgütler ayakta kalmıştı. Generaller ayrıca, radikal İslamcıların güneye, Sahra ve ötesine taşınmasını engellemişti.
11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında Başkan George W. Bush “teröre karşı küresel savaş” ilan edince işler değişti. Washington “Trans-Sahra Terörizmle Mücadele Ortaklığı” oluşturdu, “Sürekli Özgürlük” adı altında çölde askeri operasyonlara başladı.
Cezayir savaşını kaybeden bazı Cihatçı Selefi örgütler, bu kez Büyük Sahra çölüne geçti. Çölün doğası elverişli değildi, ne saklanacak yer ne destek alabilecekleri halk vardı. Ama bölgeye ilk adımlarını atmış oldular.
İkinci aşama ve Cihatçıların Sahil’de ivme kazanması, Libya’da Kaddafi rejiminin NATO tarafından devrilmesiyle mümkün oldu (2011).
Libya diktatörü Kaddafi, Afrika sorunları ve Sahra-Sahil ülkelerinin kalkınmasıyla yakından ilgileniyordu. Büyük Sahra altında saklı dev su depolarını kullanıma sokarak bölgede iktisadi gelişmenin önünün açmaya çalışıyordu. Afrika Birliği Örgütü’yle yakın ilişkiler kurdu.
Kaddafi’nin Afrika’ya verdiği önem aslında, kendi devirdiği önceki hükümdar ve Sanusi tarikatı lideri Kral İdris’in Afrika politikasına benziyordu. Kaddafi aynı zamanda, ABD’nin Afrika’da askeri birlik konuşlandırmasına şiddetle karşıydı.
Bingazi ve Trablusgarp, Libya siyasi coğrafyasının doğuda ve batıda iki büyük parçasını oluşturur. Kaddafi iki bölgeye de tam güvenmiyordu. Afrikalı siyahlardan ve özellikle Tuareg’lerden kendine bağlı, iyi eğitilmiş güçlü bir ordu kurdu.
Tuareg, Afrika’nın en eski halklarından Berberilerin, Sahra çölü ve Sahil kuşağında yaşayan göçerlerine verilen isim. Çok yetenekli savaşçılar olarak bilinir.
Arap Baharı günlerinde Libya’da isyan başlayınca ABD, BM Güvenlik Konseyi’nden müdahale kararı geçirmeyi başardı. Gerekçe “insani yardım” idi. En önde ABD, İngiltere ve Fransa’nın rol aldığı müdahale, Kaddafi’nin ortadan kaldırılması yani rejim değişikliği amacına dönüştü. Halbuki BM kararı böyle bir hedef içermiyordu.
Afrika Birliği Örgütü bölgede istikrarsızlık doğuracağı endişesiyle, daha az kanlı ve uzlaşmacı çözümler bulunmasını önerdi. Kuzey Afrika’da kanlı bir rejim değişikliği operasyonu yürüten Batı, Afrika Birliği’nin görüşlerine aldırmadı, “Kaddafi’ye satılmışlar” imaları ve istihza ile karşıladı.
Kaddafi’nin öldürüldüğü günlerde ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Romalı komutan Sezar’ı taklit ederek “Geldik, Gördük… O öldü” diye kahkahalar attı. Çiğ kahkahaları şu kısa videodan izleyin!
Kaddafi rejiminin düşmesiyle, bölgede Cihatçı Selefiler karşıtı cephe ağır darbe aldı.
Libya’daki Kaddafi karşıtı güçler Tuareg ordusunun bir bölümünü katletti, bir bölümü silahlarıyla beraber Mali’ye kaçtı. Mali’nin kuzeyini ele geçirdiler, Azavad adlı Berberi (Tuareg) devletini kurdular. Yeni devlet Türkiye’den daha büyük bir alana sahipti.
Ensar el-Din adlı cihatçı örgüt, ülke bütünlüğünü koruma gerekçesiyle Tuareg’lere saldırdı, çatışmalar yayıldı, korkunç vahşet yaşandı. Azavad devleti yıkıldı, Mali’de cihatçıların sayısı artmaya başladı.
Üçüncü aşama ABD koruması altında Fransa’nın müdahalesiyle başladı. Zamanın ABD Savunma Bakanı Leon Panetta’ya göre “Mali, ABD’ye tehdit, dünyaya tehdit” oluşturuyordu.
Doğru düzgün ordusu, denize kıyısı ve gemisi olmayan gariban Mali nasıl dünyaya veya ABD’ye tehdit olacaktı?
Ancak Fransa’nın sosyalist Cumhurbaşkanı Holland, Ocak 2013’te sıkı donatılmış 5.000 askeri Mali’ye gönderme kararı aldı. Böylece cihatçıların bölgede yayılmasının yolunu açacak üçüncü aşama başladı.
Fransız birliklerine verilen hedef muğlaktı. Asker tam olarak hangi siyasi hedef için savaş yapacaktı?
Cevap Paris hükümetinin sosyalist Savunma Bakanı Le Drian’dan geldi:
– Fransa’nın amacı Mali’yi topyekun yeniden fethetmektir!
Mali Fransa’nın sorumluluk alanı (!) kabul edildiği için ABD asker göndermedi, ama istihbarat, silah, savaş uçağı, helikopter, lojistik ve finansal destek sağladı. Daha sonra İngiltere ve İsveç gibi Avrupa ülkeleri de asker gönderdi. Sadece ABD’nin savaş bütçesi yılda 1,0 milyar $ civarındaydı.
Cihatçıların sayısı sıçrama yaptı, komşu ülkelere yayıldılar. Bunun üzerine Fransa Ağustos 2014’de, Moritanya’yı da katarak 5 ülkeyi birden operasyon alanı ilan etti (Barkan Harekatı. Barkan, yarım ay şeklindeki çöl kumulu).
Yüksek teknoloji donanımlı ama en çok 6.000 askerle yürütülen operasyon, Büyük Britanya dahil tüm AB topraklarından daha geniş bir alanı kapsıyordu!
Cihatçılar bir taraftan Fransız ordusunun varlığını ve işgalci askerlerin halka kötü davranışlarını, diğer taraftan işbirlikçi ilan edilen hükümetlerin beceriksizliğini, yolsuzlukları, fukaralığı sonuna kadar kullanarak tüm bölgeye yayıldı. Büyük Sahra İslam Devleti, Boko Haram, Ensar ül-İslam gibi El Kaide veya DAEŞ bağlantılı çok sayıda örgüt geniş bir coğrafyada cihada katıldı.
On binlerce Afrikalı öldü, milyonlarcası evini barkını terk etmek zorunda kaldı. Bazı bölgelerde devlet yapıları çöktü. Halk ve Afrikalı aydınlar arsında Fransa karşıtlığı tırmanışa geçti. Sık sık hükümet darbeleri yaşandı.
Fransızlar Cihatçıları bitireceğiz diye gelmişti, Sahil dünyanın bir numaralı Cihatçı Selefiler merkezine dönüştü.
Kaybedilmeye mahkum bir savaş yapıldığını gören ABD desteğini azalttı. Nihayet Cumhurbaşkanı Macron yenilgiyi kabul etti, Kasım 2022’de Fransız askerlerinin tamamen çekileceğini açıkladı.
Bu arka plan dikkate alınırsa son darbeyi, halkın Fransa’ya tepkisini ve Rusya’ya yönelen sempatiyi yorumlamak daha kolay olabilir.
Şimdi çekim gücü artan Rusya’nın bölgedeki sorunların altından kalkabilmesi mümkün değil. Böyle bir kapasitesi yok. Ama Batı’nın akıl dışı müdahaleleri ile, Çin ve Rusya’ya Afrika’da geniş manevra alanları ikram ettiği muhakkak.