Muharrem İnce çekilsin mi?
Sekiz hafta sonra gerçekten önemli bir seçime gidiyoruz. Artık AKP iktidarının değişmesi gerekiyor.
Sadece yüz binlerce KHK’lıya yapılan insanlıktan çıkmış uygulamalar dahi bu iktidarın gitmesi için yeter neden.
Sadece Kuran’ın keyfi yorumuyla nas böyle emrediyor diyerek, ama aslında cehalet nedeniyle ekonomiyi savaş yerine çevirmeleri yeter neden.
Sadece Osman Kavala veya Selahattin Demirtaş’ın uğradığı zulüm yeter neden.
* * *
Ancak değişik tartışmalar var. Mesela Muharrem İnce’nin adaylığı. İnce değişik sinyaller veriyor, kâh kesin aday olacağım kâh çekilebilirim diyor.
O arada muhalefet medyası sert bir kampanya yürütüyor. Mealen:
“Hayati bir seçime gidiyoruz. İnce’nin adaylığı sorumsuzluk, Kılıçdaroğlu’nun oyunu bölüyor. Şimdi koltuk hesabı değil ülkeyi düşünme zamanı. Çekilsin. Yoksa AKP’ye hizmet etmiş olur.”
Tabii biraz kibarca özetledim, görüşlerini fanatik ve saldırgan dille ifade eden çok. O arada bazı gazeteciler, Kılıçdaroğlu’nun İnce’yi caydırması için neler teklif etmesi gerektiğini bile açıklıyor!
Bu yaklaşımın öncelikle gazetecilik tarafı sakat. İnce’ye veya diğer siyasetçilere ne yapacağını bildirmenin adı gazetecilik değil. Yaptıkları iş bağımsız ve eleştirel medya değil, düpedüz siyasi taraftarlık, partizanlık hatta bazen militanlık.
Deneyimli gazeteci Faruk Bildirici’nin nefis anlatımına kulak verelim (BirGün, 13.3.23):
“Gazeteci siyasileri yönlendirmeye çalışmaz, onlar adına düşünmez ya da kaygılanmaz ama gerektiğinde üzmekten de çekinmez… iktidar medyası yıllardır AKP’nin başarısını dert edindi… (son dönemde ise) ‘Muhalif medyada’ da bazı meslektaşlarımız ‘partili gazetecilik’ yapar oldular. Kimileri daha da ileri giderek ‘siyaset mühendisliğine’ girişti… Oysa gazeteciliğin taraftarlığı hem gazeteciliğe hem savunmaya kalktığı tarafa zarar verir.”
İkinci olarak, “siyaset mühendisliğine” soyunan medya söyleminin siyasi yönü naif.
Kılıçdaroğlu açık ve bazen kaba şekilde İnce’yi dışladı. Partinin güçlenmesi için İnce’yi içerde tutmaya çalışmadı, adım adım etkisizleştirme ve siyaseten bitirme yolunu tercih etti. Kendisini genel başkan yapan Genel Sekreter Önder Sav’ın ayağını kaydırdığı gibi.
İnce kendi partisini kurdu. CHP genel merkezi hiç üzülmedi, aksine “oh, İnce’den kurtulduk, rahatladık” havasına girdiler.
Şimdi İnce mesela; aday olarak belli bir oy düzeyini yakalarsam güçlenirim, partimin %3 barajını aşması kolaylaşır, böylece hazine yardımına hak kazanır ve önümüzdeki belirsiz dönemde daha etkili olabilirim diye düşünebilir.
Eh, bu tür hesapların eleştirilecek tarafı pek yok. Siyaset her zaman farklı reel güçlerin çatışma ve uzlaşmasının sonucu şekillenen bir oyundur.
Ama ülkenin durumu nedeniyle İnce’nin hesaplarından vazgeçmesi, egoist davranmaması, sorumluluk göstererek en güçlü muhalefet adayı Kılıçdaroğlu lehine çekilmesi gerekmez mi?
Ne yazık ki diğerkâmlık, yani başkalarının iyiliğini istemek, siyasette ender görülen bir davranış şeklidir. Hele bizim siyasette. Bunun en haşin kanıtlarından birini muhalefetin aday belirleme sürecinde yaşadık.
Kılıçdaroğlu’ndan daha yüksek oy potansiyeline sahip birden çok aday vardı. Ama Kılıçdaroğlu Altılı Masa’nın ilk gününden itibaren adı geçen adayların önünü kesti, yeni isimlerin çıkmasını sistematik şekilde engelledi.
Adayın açıklanmasını son dakikaya kadar geciktirdi; belli ki, son dakikada yeni isim çıkamaz hesabı yapıyordu. “Ortak programı bekleyelim, yoksa aday yanlış şeyler konuşur, sorun çıkar” bahanesi ileri sürüldü.
Halbuki aday daha erken açıklanabilir, aday o görevi omuzlayabilecek deneyime sahipse rahatlıkla sorun yaratmadan konuşabilirdi – diğer altı genel başkan nasıl konuşuyorsa. Nitekim ortak program belli olduktan sonra da aday konusu haftalarca gündeme alınmadı, son dakikaya kadar beklendi.
Ancak Kılıçdaroğlu’na haksızlık etmeyelim; o şekilde davranan sadece kendisi değildi.
İyi Parti dışında masadaki diğer dört parti de benzer şekilde hareket etti. CB Yardımcılığı, bakanlık, milletvekilliği gibi oy oranlarına kıyasla okkalı teşvik primleri, en hafif deyimle, aday tercihlerinde hayli etkili oldu.
İyi Parti lideri Meral Akşener itiraz etti, ama gereksiz derecede sert 3 Mart konuşmasıyla kendini masayı deviren konumuna düşürdü. Halbuki önerdiği isimleri kabul etmeyen Kılıçdaroğlu’nu sade dille yeni isimler önermeye davet edebilirdi. Daha önce “aday Ali olmuş Veli olmuş hiç fark etmez” diyen Kılıçdaroğlu’nun kendisinden başka isim istemediğini kamuoyu daha açık görebilirdi.
Bilinen kriz yaşandı, Akşener’e linç kampanyası düzenledi. İşin hayret verici yönü, muhalif medyanın militan kalemleri linç kampanyasını özgürlük ve demokrasi adına yaptıklarına inanıyordu.
Sonuçta Kılıçdaroğlu’nun taktikleri tuttu, hedefine ulaştı. Şimdi kaybetme riski daha az adaylardan biri yerine daha çok olan adayla seçime gidiyoruz.
Özetle, dün Kılıçdaroğlu ve masadaki dört parti hangi siyasi saikle hareket ettiyse bugün İnce aynı saikle hareket ediyor. “Ülkenin kritik durumu” nedeniyle Kılıçdaroğlu’ndan veya diğerlerinden talep edilmeyen özveri ve davranış şeklini şimdi İnce’den istemek anlamlı ve tutarlı mı?
“Ama artık aday belirlendi, geçmişe takılıp kalmayalım, ileriye bakalım. Kılıçdaroğlu’nun arkasında kayıtsız şartsız saf tutmayanlar AKP’ye hizmet eder, düşman güçlerin tarfındadır” diye düşünenler olabilir.
Bu önermenin birinci kısmı doğru, ikinci kısmı yanlış ve tehlikelidir.
Elbet geçmişe takılıp kalmamalıyız, gerekirse bazı şeyler seçimden sonra konuşulur, artık ileriye ve seçimlere bakmalıyız. Burada sadece İnce’nin muhtemel adaylığı etrafındaki tartışmaları ele alıyoruz.
Buna karşılık önermenin ikinci kısmı, yani “ya benimle olursun ya karşımdasın” zihniyeti demokratik siyaset açısından sakat ve ürkütücü.
Mevcut iktidarın eleştirdiğimiz kutuplaştırıcı yaklaşımı aynen bu değil mi?
Benden değilsen karşımdasın anlayışı esasen tipik militarist zihniyettir. Evet, kritik bir seçime gidiyoruz, ama savaşa gitmiyoruz.
Militarist zihniyet hiçbir koşulda demokrasiyle bağdaşmaz.
Savaş iki farklı renkle gösterilen kuvvetler arasında geçer. Demokratik siyaset hiçbir zaman sadece siyah ve beyazdan oluşmaz.
Militarist zihniyet yarın iktidar koltuğuna oturursa, başta Kürtler muhalif gördüklerine neler yapar, endişe ederim.
Düşünün ki, Yılmaz Özdil gibi büyük okuyucu kitlesine sahip ve CHP’ye çok yakın bir gazeteci bile, ağır baskılar sonunda istifa etmek zorunda bırakıldı. Suçu sadece “masayı deviren Akşener değil” diye yazmaktı!
Baskıların nereden geldiğini bizzat Özdil yazdı, şimdi burada tekrar etmek istemiyorum.
Bu zihniyet basın özgürlüğü getirebilir mi?
İnce’nin adaylığına sert şekilde karşı çıkanların siyasi analizleri de çok sağlam değil. Sanki sadece Kılıçdaroğlu seçmeninden oy alacakmış gibi konuşuyorlar.
Hiç kimsenin elinde İnce seçmeninin ikinci parti tercihiyle ilgili ciddi bir araştırma yok.
Kişisel izlenimlerim, İnce destekçileri başlıca üç kümeden oluşuyor: Parti tercihi zayıf ve bulanık gençler; AKP-MHP iktidar bloğunun hoşnutsuz, arayış içinde ama Kılıçdaroğlu’na oy vermek istemeyen seçmenleri; masa partileri seçmeninden Kılıçdaroğlu’na soğuk ve mesafeli duranlar.
Bu kitlenin ikinci tercihi tamamen veya büyük oranda Kılıçdaroğlu olur mu, emin değilim.
Muhalefet medyasının çekil kampanyası İnce’yi zayıflatıyor mu yoksa bol reklamını yaparak güçlendiriyor mu, ona da emin değilim.
* * *
Aklıma Trabzon Sürmeneli eski başbakanlardan Hasan Saka’ya ait bir anekdot geldi. Muhalefet yoğun şekilde “çekil, çekil…” diye kampanya sürdürünce nihayet bir gün Saka, “çekildim, 50 okka geldim” der.
Bırakın İnce kendi karar versin; CHP’yle müzakere ederek veya etmeyerek. Siyaset kendi mecrasında aksın.