Modeller

Güncelleme:

Değerli okurlar, yukarıdaki başlığın televole muhabbeti ile uzaktan yakından ilişkisi yoktur. Bu haftaki analizimizin konusu Amerika’da ‘big business’ dediğimiz dev şirketlerin model arayışları. 1990’ların ‘go-go’ yıllarında çalışan iş modelleri iflas etmiş durumda. 21.yüzyılın başlarında aksayan iş modelleri dev şirketleri de beraberinde ‘konkordato mezarlığına’ sürüklemekte. Sırada birsürü iflasa namzet şirket var. Cenaze işlerinin bekleme salonu kalabalık. Bugünlerde şirketlerin kendilerine sordukları sorular, ‘Nasıl bu hale düştük?’ ‘Nasıl bu halden kurtulabiliriz?’. Birinci sorunun cevabı ikincisine göre daha kolay. Şirketlerin neden bu hale düştüklerinin nedenleri bariz, ancak düştükleri kuyudan nasıl çıkacakları konusu net değil. Büyük şirketler, ki bunların tamamı uluslararası devler, yeni model arayışları içindeler.

Sektörlerin Hepsi Zorda.

Bütün sektörlerin kendilerine göre sorunları var ve her birine özgü iş modeli arayıp bulmak gerekiyor. Ne ki bütün sektörlerin makro bazda ortak problemleri de bulunmakta. Bu problemler üç ana başlıkta toplanmakta.

a) Aşırı kapasite sahibi olan sektörlerin kapasite fazlalıkları bir kaç yıl sürecek bir ekonomik büyüme ile azaltılamayacak.
b) Mal üreten endüstriler ürettikleri malları entegre edecek servis hizmeti bulmakta zorluk çekmekte.
c) Maliyeti karşılamayan ürünlerinin zararını birkaç kritik ürüne kaydırıp bu ürünleri yüksek fiyatla satan şirketlerin zorlanmaya başlaması.

Fazla kapasiteye veribilecek en ideal örnek havayolları sektörü. Belirli şehirlerde yoğunlaşan birkaç şirket o kadar büyük merkezler yarattı ki, öncelikle bu merkezleri doldurabilmek için dev filo kapasitelerine ulaşıldı. Filoların yaratığı koltuk kapasitesini doldurabilmek için yapılan fiyat rekabeti de neredeyse bütün büyük havayolları şirketlerini iflasa sürükledi.
Telekomünikasyon sektörü de fazla kapasiteden nasibini almış gözükmekte. Fazla kapasite, fiber optik, cep telefonu ve yeni buluşların araştırma ve sabit yatırım masraflarını karşılamıyor. Geliştirilen birçok ürünün pratik yaygın kullanımı tüketici tarafından benimsenmiş değil.
Ürün yaratma ve bu ürüne hizmet verme sorununun yaşandığı sektörlerin başında ise elektronik ve bilgisayar sektörü gelmekte. Bir ürün yaratıp o üründen 3-5 sene tatlı kar elde eden üreticiler artık bu lükse sahip değiller. Rakip üreticiler en geç 6 ay içinde aynı ürünü hem de daha çekici paketleyerek piyasaya sürebilmekte (Meraklısına not: Buna product-cycle yani ürün salınımı deniliyor.). Kısalan ürün salınımlarına bir de perakende satış noktalarının bir kaç dev şirket elinde konsantre olması eklenince, üreticilerin artık fazla bir kar marjı kalmadı.
Ürünlerine tekel fiyatı uygulamakta zorlanan sektörlerin başında ilaç üretim sektörü gelmekte. Eskiden 3 yeni ilaç için 7 araştırmanın fiyasko ile sonuçlanmasının zararını tüketiciye yansıtabilen ilaç şirketleri zor durumda. Jenerik ilaçlar, ithal ilaçlar, sağlık sigortası şirketleri ve devlet bürokrasinin baskıları altında kar marjlarını azaltan şirketler zorlanmakta.Bugün ilaç şirketleri kurtuluşu iskonto ve reklamda aramakta.
İndirimli fiyat ve reklam kampanyalarında kurtuluşu arayan sektörlerin sayısı her geçen gün artmakta. ABD’li otomobil üreticileri sürekli fiyat kırarak ve değişik indirimler yaparak satış rakamlarını tutturmaya çalışmaktalar. Gerçek durum o kadar çarpılmış durumda ki 3 büyük otomotiv üreticisinin en büyük gider kalemi üretim ya da dizayn değil, reklam gideri.
Kapitalizmin dünya egemenliğinin sembolü olan Mc Donald’s bile zor durumda. Kızıl Meydan’da ilk Mc Donald’s restoranı açıldığı zaman, Karl Marx’ın ölüm ilanını Mc Donald’s yazdı şeklinde yapılan kutlamaları hatırlamakta fayda var. Fiyat indirimi, yeni ürün yaratamama, tüketicinin damak tadına hitap edememe gibi nedenlerle, 40 yıl sonra Mc Donald’s ilk defa zararda.

Realite Check-Up :

Değerli okurlar dünya devi şirketler yeni arayışlar içinde yeni iş modelleri peşinde. Bendeniz bu satırları yazarken, AK Parti hükümeti iddialı bir özelleştirme programı açıkladı. Ben henüz bunun ne kadar gerçekçi olduğunu düşünmeden, medyada iki yorum izledim. Birincisi, Ankara Ticaret Odası Başkanı’ndan geldi. Oda Başkanı bir tüccar olarak özelleştirme adaylarının ucuza gitmesinden yana olmadığı mealinden bir şeyler söyledi ve Türk Telekom’u örnek verdi. İkinci yorumcu bir sendika başkanı idi. O başkan da kendi yorumunda özelleştirmenin ideolojik boyutundan söz edip bunun aslında küreselleşme stratejisinin bir parçası olduğunu belirtti. Türk Telekom, Türk Hava Yolları, Tekel v.b. gibi satılması düşünülen varlıklar 19. yüzyıl iş modellerine göre kurulmuş kurumlardır. Bankacıların ‘jargonu’ ile ‘cash-on-cash’ karda değil, zarardadırlar. Bu kurumların başlarını su üzerinde tutabilmelerinin tek nedeni ‘monopol’ konumlarını kullanarak uygulayabildikleri ‘tekelci’ fiyat politikalarıdır. Somut bir örnek vermek gerekirse, bugün ABD’de yaşayan bir Türk, memleketini aramak için dakikada 25 sent ödemekte. Buna karşılık bir Alman 7 cent bir Avustralyalı 8 sent ödemek zorunda. Bilmem fiyat farkının aranan ülkenin Telekom şirketi ile doğrudan ilgili olduğunu hatırlatmakta fayda var mı ? Madalyonun öteki yüzüne bakınca pek fark göremiyoruz. Bir Türk kendi vatanından Almanya’yı ararsa dakikada 27 sent Avustralya’yı ararsa 33 sent ödemekte. Aradaki farkta şişirilmiş partizan kadroların cebine maaş olarak gitmekte. Telekom’un özellleştirmesine karşı çıkan eski bakanlardan birisinin bunu milliyetçilik ve saçı bitmemiş öksüz edebiyatı ile sunmasını herhalde hatırlarsınız.
Değerli okurlarım biraz gerçekçi olmak gerekirse bu kurumları, çalışanların istihdamını süreli olarak garanti eden, belirli yatırım harcamalarını taahhüt eden yatırımcılara ‘bila bedel’ yani ücretsiz olarak devretmekte fayda vardır. Uyanık ve esnafça yaklaşımların bugünün ekonomi politikasında yeri yoktur. Kamunun iç borca yüzde 70 faiz ödediği ortamda ‘özelleştirme’ gelirleri üzerine hayal kurmak gerçekçi olmaz. Siyasi olarak bu gerçeği telaffuz edecek cesaret bu hükümette yoksa, o zaman mertçe davranıp, Özelleştirme Kurumu’nun kapısına bir kilit asıp, güzel bir kebapcıya kiraya vermek, daha ekonomik olur. Aksi takdirde özelleştirme geçmişte olduğu gibi şişirilmiş parti kadrolarına hizmet veren ‘tekelci kamu kurumu’ olarak tüketiciyi sömürmeye devam eder.


Diğer Yazıları
Ne Seçimdi Ama…
Paris Olimpiyatları ve Tarihi Anılar