Masum değiliz..

Güncelleme:

Son günlerde sağlıkla ilgili gündemde olan iki önemli konu var. Biri Domuz Gribi tabir edilen H1N1 virüsü, diğeri de GDO’ lu besinler. Her ikisi de insanın ölümüne neden olacak ve aslında çok da fazla önlem alınamayacak durumlar. Onun için tehlikeli zaten. Hemen nasıl önlem alınamayacak demeyin. Tabii ki yüzde yüz koruyucu olmasa da, yapılacak bir şeyler var. Ama sınırlı ölçüde.

Ben bu gün bu konuya biraz daha geriden bakacağım.

Bu sonuçlara neden olan asıl konu nedir mesela?

İnsan o kadar hırslı ve o kadar bu dünyada kalmaya istekli ve aslında o kadar korkak ki.

 Sadece içgüdülerinin etkisiyle saçma sapan hareketler yapıyor. Bu hareketlerin fayda sağlayacağı durumlar da oluyor arada sırada ama geçici bir süre için. Sonrasında zaten her şey olması gerektiği yere dönüyor. Kural çok basit; Ne ekersen onu biçersin…

Mesela neden bu GDO’ lu gıdalar ortaya çıkmış olabilir?

Hızla büyüyen ve genişleyen piyasada, rekabet edebilmek ve öne geçebilmek için. Pazarlamada buna ‘ürün farklılaştırması’ deniliyor. Daha çok kazanmak için, doğal zincirden kopmuş yiyecekler üretiyorlar, belki görüntüsü daha güzel, belki de lezzeti de daha güzel.

 Uzağa gitmeyin, yıllardır içtiğimiz Cola’ lar bile doğa ile hiç ilgisi olmayan ama bağımlılık yapan ve mideye çok büyük zararı olan  içecekler. Doğayla çok yakın ilgili, meyve suları zararsız gibi görünmekle beraber, bol şeker içerdiği için vücudun insülin dengesini bozuyor, daha çok acıkıyor, daha çok yiyor ve daha çok yağlanıyoruz.

Yediğimiz besinlerin birbirleriyle etkileşimlerinin vücudumuza nasıl etkileri olduğunu bilmiyoruz.

Mesela kimi beslenme uzmanları kırmızı et yemeyi öğütlerken, bazıları hayır bu zararlı, onun yerine beyaz etleri tercih edin diyor v.s…

Bu konular hem genel araştırmalar yapılması gerekliliğini, hem de bireysel olarak kendi vücudumuzu tanımamızı ve ona göre beslenmemizi gerektiriyor.

 Kaldı ki, hayat şartlarımızın sağlıklı beslenmemize ne kadar imkan verdiği de ayrıca tartışılır.

Özetle demek istiyorum ki, GDO’ lu besinler çok zararlı olabilir ve biz de bu bilgiler ortaya çıkmadan onları alıp yemiş olabiliriz. Kare şekilli ve çekirdeksiz karpuz aldığımı biliyorum mesela. Ya da Fast Food restaurantlarda satılan, tatlı mısırların da genetiği ile oynanmış olabilir. Hiç mısırcı mısırlarına benzemiyor. Çok yumuşak ve tatlı Amerikan mısırı deniyor. Çok kesin bilmiyorum, sadece  tahmin edebiliyorum. Bu konularda tedbiri elden bırakmamakla birlikte, fazla yaygara koparmaya, korku ve panik yaratmaya gerek yok diyorum.

 Zamanında, mevsiminde ve bilinen şekliyle alışık olduğumuz besinleri yersek, bir nebze de olsa kendi adımıza korunmuş oluruz. Çünkü bir de böyle korku ve endişe barındırırsak bu sefer psikolojik yapımızı da bozmuş oluruz ki, bence bu çok daha tehlikeli ve önemli…

Diğer daha önemli tehlike taşıyan konu domuz gribi virüsü. Bu da büyük ihtimalle, doğanın ekolojik dengesinin zarar görmesi sonucu ortaya çıkmış bir hastalık.

 Bazı komplo teorisyenlerine göre , üçüncü dünya ülkelerinde yaşayan insanların ölmesi için, emperyalist güçler tarafından, labaratuarlarda özel üretilmiş, dayanıklı ve şekil değiştiren  bir virüs olduğu iddia edilse de. Sonuçta tüm dünyada, İngiltere, Amerika, Fransa, Almanya her yerde karşılaşılıyor. Eğer iddia edildiği gibi olsaydı, oralarda olmazdı, dolayısıyla  bu saçma bir iddia oluyor.

Gerçekten çok tehlikeli bir hastalık çünkü, hava yoluyla  da bulaşabiliyor, yani bir AVM’ ye gittiniz, ya da metroya, otobüse bindiniz, ya da domuz gripli biriyle aynı oda da bulundunuz. Nefes alıp vermek suretiyle bile, bağışıklık sisteminiz de düşükse, (genelde büyük şehirlerde yaşayan insanların düşük oluyor)

hastalığı kapmış oluyorsunuz.

Aşı ne kadar koruyucu? Yan etkileri neler? Bunlar da daha yüzde yüz netliğe kavuşmamış.

Yani düşmanının hangi taraftan sana yaklaşacağını bilmiyorsun gibi bir durum. Böyle bir korkuyla yaşanır mı? Hayır tabii ki.

 Bence bu olayı da, sakinlikle karşılamak lazım. Gereken şahsi tedbirleri almak. Nedir onlar, hijyen ürünler kullanmak, bağışıklık sistemini güçlü tutmaya çalışmak, endişe, korku ve stres faktörünü beynimizden uzaklaştırıp huzurlu olmaya çalışmak. Bir de dikkatli olmak, toplu bulunulan yerlerde yakın temaslardan kaçınmak. Gerisini de Allah’ a bırakmak.

Hem dünyanın ekolojik dengesini bozuyoruz, teknolojik anlamda ilerliyoruz. Hem bu ilerlemelerin zararlı etkileri oluyor, onlara maruz kalıyoruz, sonra niye bunlar oldu diye söyleniyoruz.

 Doğa, dünya  yaşayan canlı bir organizma, siz cep telefonları, GPRS Cihazları, televizyonlar, yakıtlar üretin dünyanın dengesini bozun, ozonu delin, yiyeceklerin kimyasal yapısıyla oynayın. Sonra bunları düzeltmek ve para kazanmak adına , güçlü yan etkili ilaçlar üretin, onları satıp büyük paralar kazanın. Ağaçları kesin, daha lüks daha teknolojik akıllı evler yapın, hayvanlar, böcekler ölsün, doğal zincir kırılsın. Sonra yeni çıkan virüslerden, hastalıklardan, şundan bundan şikayet edin. Niye?  Dünya da kendi dengesini kuracak ve kendisine zarar veren insanı üzerinden  temizleyecek doğal süreç böyle işleyecek. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Şikayet etmek yersiz. Doğal seleksiyon, güçlü olanlar yaşayacak, değişime ayak uyduramayanlar elenecek.

 Hepimiz işlerin bu hale gelmesinde sorumluyuz. Eğer arabamızın kontağını çevirip çıkan egzos gazıyla havayı kirletiyorsak, bize bir şey olmaz diye mutasyon gıdaları alıp yiyorsak, hiçbir şey yapmadan , bütün bu yanlış işleyen düzene  sadece sessiz bile kalıyorsak, hiç birimiz masum değiliz…