Marley ve Ben
Dün oğlumla beraber muhteşem bir filme gittik, şu aralar, doğal olarak vizyonda, filmin ismi ; Marley ve Ben. İndirimden alınmış bir Golden’ ın hikayesi anlatılıyor. Aynı zamanda da, köşe yazarı sahibinin hayatında, Marley’ in ne kadar önemli bir yeri olduğunu ve ölene kadar, o ailenin yanında yaşamasını konu alan bir film yapmışlar.
Karşılıksız sevginin anlatıldığı, güzel manzaraların olduğu, içinizin açılmasını istediğiniz bir film izlemek istiyorsanız hemen bu filme koşun. İnsan kendi içine dönüyor ve ben sevdiklerim için nelere katlandım, yeteri kadar emek verdim mi diye düşünüyor. Çünkü Marley, o kadar hiperaktif bir köpek ki, evin parkelerini, koltukların döşemelerini yiyen, her tarafı kemiren, telesekreteri yutan falan bir canavar.
Her şeye rağmen sahibi olan ailesi onu o kadar çok seviyor ki, köpekçik ölene kadar sürekli büyüyen aileyle kalıyor ve huzur içinde ölüyor.
Daha fazla anlatmayacağım, sonra gidip seyrederseniz keyfi çıkmaz. Sadece biraz tüyo vermiş olayım.
Aslında komik olan, filmdeki köşe yazarı adamın haliydi, çok kendimden parçalar buldum.
İnsan yaptığı işi severek yapıyor ve işine aşık oluyorsa, sürekli işinle yatıp işinle kalkıyor. Mesela, gördüğünüz, duyduğunuz her şeyden etkileniyor, o etkilendiğiniz şeyi de köşenize malzeme yapıyorsunuz.
Genellikle de, kendi yaşamınızdan örnekler veriyorsunuz, tıpkı filmde olduğu gibi. Mesela adamın, karısının hamileliğinin nasıl geçtiğini , köpeğinin yine neyi yemiş olduğunu, tüm okurlar biliyordu.
Bu işin en güzel taraflarından biri de, interaktif olmanız, mesela benim yazılarımı okuyan pek çok kişi, beni gayet iyi tanıyor ve karşılaştığımızda bana daha önce yazıp, unuttuğum bir şeyi soruyor. Ne zaman söylemiştim, ya da sana bunu söylemiş miydim diyorum. Köşe yazında okudum diyor. Bir sarılıp kucaklamak istiyorum. Sonra içimden bir ses; ‘ağır ol bakalım’ diyor ve hemen ağırlaşıyorum. Ya öyle mi çok sevindim diyorum.
Haber spikeri olduğum zamanlarda da böyleydim, haberleri izlediğimde, doğru düzgün haberleri izleyemez, hep teknik olarak diğer spikerlerin nasıl sunduğuna, arka seslere, yanlışlara bakardım. Sürekli kafam işimle meşgul olur, hiç şöyle boş boş oturup, dağlara, bayırlara, manzaralara baktığım olmazdı. Öyle bir boşlukta değildim. İşimle ilgili hep yapacak bir şeyler bulurdum. Her şey bana esin kaynağı olabilirdi.
Mesela ilk bilgisayarla tanışmam yine işim dolayısıyla olmuştu. Haber merkezinde oturuyorum, dedi ki editörler, hadi sen bu gün habere çık, bir haber hazırla gel.
Peki gideyim hemen dedim, yola çıkmaya hazırlandım. Nereye gidiyorsun dediler.
Haberi çekmeye gidiyorum diye cevapladım.
Öyle olmaz, önce haberini yaz, sonra, yazdığın habere göre gidip çekeceksin dediler.
Hay Allah ben nasıl yazayım şimdi haberi, bilgisayar kullanmayı bilmiyorum ki. Bilmediğimi de insanlara söylemeye utanıyorum.
En iyisi dedim, etrafı bir gözleyim, bakarak öğrenirim her halde.
İnsanların yanına gidiyorum, merhaba, nasılsın falan derken, bir taraftan bakıyorum nasıl yazıyorlar diye, belli de etmemem lazım. Böyle böyle bütün editörleri dolaşıyorum. Hızlı hızlı yazıyorlar, ben de bakıyorum ama hiçbir şey öğrenemiyorum. Baktım bakarak öğrenemiyorum. Elim ağrıyor diye bahane ederek, arkadaşımdan yardım istedim. Haberimi yazdırdım, sevinerek haberin görüntülerini çekmeye gittim. O da ayrı bir alem, kazasız belasız çektikten sonra, döndüm haber merkezine, haberi teslim edeceğim.
Bu böyle olmaz, şimdi de kamını yaz bakalım dediler. Hadi bakalım al başına belayı, şimdi ne bahane uyduracağımda, haberi yazacağım. Bu sefer benim bilgisayar kullanamadığımı anlayacaklar. Kıvranıyorum ne yapsam diye, baktım yapacak bir şey yok, yazıp teslim etmek zorundayım. Her editöre bir şey sorarak kamımı da ( haber metni) yazdıktan sonra, iş kaydetmeye geldi, onu da spiker arkadaşıma sordum ve o gün bilgisayar kullanmayı öğrendim. Ama belli etmemek için döktüğüm alın terini hiç unutmuyorum. O gün bittiğinde, yorgunluktan bitmiştim ama insan işini çok sevdiği zaman yaşamının büyük bölümünde yaptığı işte daha iyi olabilme arzusu ve heyecanı oluyor. Tıpkı şimdi olduğu gibi pek çok şey size ilham kaynağı olabiliyor, ya da geçmişe götürüp, unutulmuş sandığınız anıları gün yüzüne çıkartıyor.
Keyifli bir hafta sonu geçirmeniz dileğiyle.