Maliyet enflasyonu var, talep değil
Ülkemizde son yıllardaki market, çarşı-pazar verilerinden hareket edip ekonomik tablomuzu masaya yatıracak olursak halkımızın yokluk içinde varlık mücadelesi verdiğini gözlemleriz.
Ülkemiz dalgalı ve çamurlu sularda nereye gittiği belli olmayan bir şekilde alabora olmak üzere yol aldırılmaya çalışıldığından ekonomik göstergeler dibe vurmuş, üreticiler ne yapacağını şaşırmış, tüketici tedirgin hop oturup hop kalktığı bir ortamda ucu bucağı olmayan uçuruma doğru sürüklenmekteyiz.
Hal böyle olunca da ekonomiyi bulanık sularda makyajlayarak kurtarmak isteyen iktidar zor durumda olan vatandaşımızı her gün farklı bir denklemle karşı karşıya bırakmaktadır.
Tüketici zor duruma itilirken madalyonun diğer tarafında üretici daha zor duruma itilmektedir. Üretim maliyetleri, maaşları, vergileri, carileri… Vs giderleri büyük bir artış gösterirken, gelirine bakıyorsunuz düşüş göstermektedir. Hal böyle olunca kaderiyle baş başa bırakılan işverenin ne yapacağı, işin içinden nasıl çıkacağı ise muamma bir haldedir.
Yönümüzü tüketiciye dönecek olursak; Beslenme, ısınma ve enerji gibi temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz duruma getirildi. Raflarda hangi ürüne el uzatsanız elinizi yakıyor.
Buradan hareketle emekli, memur, asgari ücretli, aldığı maaşı aldığı gün bitiriyor ve ay sonunu bırakın, ortasın dahi getiremiyor.
Çiftçinin durumu içler acısı, onu hiç konuşmaya gerek yok. Türkiye yangın yerine çevrilmiş alev topu gibi yanıyor.
Asgari ücretin bu sistemde 17 bin 002 lira olmasının ülkemizi farklı bir vadiye sürükleyeceği konusunda daha önce de uyarılarda bulunmuştuk.
Mart ayından itibaren kapanan şirketler, işçi çıkarmalar neticesinde doğacak işsizlik orduları, kayıt dışı ekonomi ve maliye ile işveren arasında kaç-kovala oyunlarına şahit olacağımız bir ülke durumuna getirildiğini hep beraber göreceğiz.
Ekonomi felç olmuş, tutarsız açıklamalar ve incir çekirdeğini doldurmayacak vaatlerle kör topal yürümeye çalışıyoruz.
Hal böyle iken son günlerde yarım yamalak aşırılarak yeni diye ortaya atılan bir ekonomik sistemden bahsediliyor.
Aslına bakarsanız bu sistemin“ölümü gösterip sıtmaya razı etme” ekonomisi olduğu açık ve seçik görülüyor.
Bugünkü yaşadığımız durum ise yalancı bahara benzer. Kısa dönem hava attırır. Arkasından sonuçları iyi neticeler doğurmaz.
İnşallah yanılan biz oluruz da vatandaşımız rahat eder.
Talep değil,maliyet enflasyonu var
Ülkemiz 70’li yıllarda büyük ekonomik buhran yaşadı. O dönemi hatırlayanlar bilir. Tüp, çay, şeker vb. kuyrukları oluşurdu.
Sebebi halkta para olmasına rağmen, mal olmamasıydı. Talep çoktu, mal yoktu. O dönemde meydana gelen enflasyon talepti.
Lakin şimdi yaşadığımız bunun tam tersi. Yani raflar mal dolu, üzerimize yıkılacak. Lakin alım gücü zayıf, piyasada para yok.
Altı çizilmesi gereken bir konuda dolar yükseliyor her şey yükseliyor. Lakin dolar düşünce(!) raflara yansıyan bir şey yok.
Bunun nedeni çok basit: Hammaddeci dolar çıkınca fiyatları yükseltiyor. Lakin dolar düşünce fiyatları düşürmeyip aynı yerinde tutuyor. Durum bu olunca üretici; hammadde maliyetlerinde en ufak oynama olmadığından dolayı pozisyonunu doların gördüğü en yüksek seviden belirlemek zorunda kalıyor.
Maliyetler düşük olsa raflardaki ürünlerinde fiyatı düşük olacak ve enflasyon oranı da otomatikman düşecek. Bundan dolayıdır ki; hastalığı iyi teşhis edip, tedaviyi ona göre yapmak gerekir diye düşünüyorum.
”Piyasadaki enflasyon talep değil, maliyet enflasyonudur”
Piyasa kötü iken,“dış güçler yapıyor!” lakin piyasa hafif düzelmeye yüz tutsun“Ülkeyi yöneten irade düzeltiyor!”mantığı da ülkemizi uçurumun eşiğine konuşlandıran mantalite olmuştur.
Buradan hareketle siyasi dil ekonomisinden vazgeçip, matematiksel ekonomiyle hareket etmez isek ülkemizi daha kötü günlerin beklediğinin altını çizerim.
Bakan’a söz geçirebilirsiniz. Fakat dolar, euro ve karın gurultusu söz dinlemez.
Havanda su döverek, değirmende öğütülen yoğurt mantığı ekonomisi ile bugün halı altına süpürülenlerin daha sonra kokusu çıkacağından hiç şüpheniz olmasın. Ondan dolayı günü kurtarmaktan çok, ayaklarımızın yere bastığı bir ekonomik anlayış siyaseti ortaya koyarsak ülkemiz ve 85 milyon için daha faydalı olacaktır. Aksi halde Bir arpa boyu yol alamaz. Hatta ülkemize ve halkımıza zarar dahi verebilir.
Buradan hareketle, ülkemizin birliği, halkımızın dirliği, 85 milyonun huzuru ve refahı için saygı ve sevgi kurallarına riayet edilmesi, ötekileştirmeden yapıcı bir dil kullanılması birlik ve beraberliğimiz için zaruridir.
“Televizyondan yemek tarifi dinliyorum. Elimde sadece tencere var” diyen ev hanımların tencerelerinin içini bol bol doldurması, her gün farklı etli bir yemek yapması için“Milli Ekonomi Modeli”inden başkada çaremiz olmadığını herkesin idrak etmesi ve buna göre hareket etmesi kaçınılmaz olmuştur.
Bu mantalite insanımızın hayal kurmasını tekrar hayata geçirerek, gülen yüzlerin çoğalmasını sağlayacaktır.