Makkarroni
Makarna sofralarımızın sultanıdır.
Şaka olsun diye “makkarroni” derim ve çok severim.
Halkın önemli bir besin kaynağıdır ve beslenmenin şakası yoktur.
“Makarnanın yolculuğu” üzerinde durmak, Türkiye’de tarımdan da konuşmaktır.
Bir zamanların “kendini besleyen” ülkesi, buğday ithalatı yapar hale gelmiştir.
Dahası, 2012’de, yüz binlerce ton -genetiğiyle oynanmış- buğday “bulunmuştur”!
Buğday üretimi on yıl içinde 93 milyon dekar alandan 75 milyon dekara gerilemiştir.
Ton başına alım fiyatı artmış ama enflasyon daha da artmıştır: çiftçinin kaybı yüzde 27’dir.
Dünyanın en pahalı mazot vergisinin, giderek paralı hale gelen sağlık ve eğitimin ülkesinde…
Makarna fabrikasında sendikalı işçi ortalama 1.500 TL diğerleri asgari ücretten çalışmaktadır.
Türkiye’de çarklar, “üretene” ceza, “yatana” avanta mantığıyla çalıştırılmaktadır!
Kredi desteği, kredi kösteğine dönüşmüştür.
Üreticinin topraklarına haciz gelirken, Afrika’da üretim için tarım alanı kiralanmaktadır.
Bir zamanların buğday ambarı Türkiye’nin marketleri “ithal makarnalar” ile doludur.
Bir besin girdisi, bir üretim çıktısı olarak “Makarna politikamız” çok şeyi anlatmaktadır…
Halkın dengeli beslenmesine, gıda zincirinin güvenliğine, o arada tarıma bakışımız ortadadır.
İstatistikler bir yana sokaklarımızda çöplerden ekmek toplayan insanlar vardır.
İşleyen bir sistem vatandaşına “numara” vermek kadar, ekmek ve barınma sağlamalıdır.
Tarım politikasını sigorta düzenine benzetirim; ‘büyük kaplar gibi, bir gün lazım olursa!
İşte o nedenle her bir vatandaş için aç kalmayacağı bir işleyişi garanti etmek zorundayız.
Makarnanın (tarımın) yukarıdaki öyküsü ise, bu noktadan uzak olduğumuzun da bir kanıtıdır.
Makarna işi, makaraya alınacak iş de değildir! İnanın çok ciddidir.
Özlem şudur:
Üretimle geçinebilen, önce kendi evlatlarının karnını doyurabilen, ürün deseniyle dış pazarda yer alabilen ve…
Yarattığı katma değer ile beslenme başta, vatandaşının hayat kalitesini artıran bir Türkiye!