Latin Amerika ve Seçim Rüzgarı
Temmuz’da Meksika’da, Ekim’de Venezuella’da seçimler var…
Latin Amerika, kimilerine göre 500 yıldır görülmeyen bir değişime uğramakta.
Bu değişim en işler demokrasi ile emperyalizme en geçerli meydan okuma eksenlerinde.
Şili meydanlarında artık daha çok Allende var. 2001’de moratoryum ilan eden Arjantin, on yıl sonra yüzde 9,3 büyüdü. Brezilya asayiş devleti olmaktan çıktı, Lula işsizliği yüzde 5’lere indirdi.
Bu ülkelerin her biri cari açığın düşük tutulmasının bilincinde, denk bütçe peşinde…
Az ya da çok olsun, doğal kaynaklarına sahip çıkıyorlar. (Siz sorun bakalım onlardan birinde bor madeni olsa satmaya kalkarlar mıydı?..)
Latin’ler… Yap-İşlet-Devret modeliyle ve kamu-özel ortak girişimleriyle iş yapmanın yeni kaldıraçlarını keşfettiler, IMF’yi adeta kovdular.
Genel anlamıyla ve türdeş olmayan sol politikalarla, soluk aldılar.
Küba zaten emperyalizmin cenderesinden çoktan çıkmıştı; bir fenomen.
Öte yanda, Bolivya. Peru… Özgürleşme ilahiyatından çoğulcu topluma doğru emek verecek yolları var…
Dönelim Meksika ve Venezuella’ya…
Meksika’yı merkez sağ tandanslı Bayan Josefina Vasquez Mota yönetiyor. Narko mafyasıyla savaşta. Soldaki (Andres Manuel Lopez liderliğinde) PRD partisi ise, kamuoyu yoklamalarında sadece 5 puan gerisinde, iktidardaki PAN’ın… Fakat, ülkeyi neredeyse bir asır yönetmiş, “devlet partisi” diye de nitelenen, “merkezdeki” Enrique Peno Nieto’nun PRI’si, şu an için önde görünüyor.
Meksika seçimlerini kim kazanırsa kazansın, insan ticareti yapan uyuşturucu kartelleriyle ve ABD sınırlarına kaçak göçmenleri yığan sosyal eşitsizliklerle mücadele etmek zorunda. Bu, gelir dağılımına müdahale etmeyi ve iş kapasitesi yaratan endüstrileşmeyi de gerektiriyor.
Meksika, artık emperyalist hegemonyanın sınır dibinde, değirmende, ezilen bir buğday tanesi olmakla, Latin komşularında yükselen sosyal siyaset arasında tercih olanaklarına sahip.
Beri yanda, Bolivarist Chavez, şimdiden tarihe geçti. Petrol rezervi ile dış sömürü arasındaki mutlak bağı kopardı, attı. Geçenlerde ülkemizdeki iş çevrelerine de “yakıt karşılığı yapım” ticaretini önerdi. Yani, anladığım kadarıyla, bizim müteahhitlik firmamız gidecek orada demiryolu yapacak, parasını hükümetimizden alacak, karşılığında Venezuella ülkemize yakıt verecek.
Ekonomide, ticarette, karşılıklı yararlanma ilkesine dayalı bu yeni açılımlar, parasal dış kaynaklara yaslanan ve borçlanmayı kışkırtan tüketim ekonomisinin aşılmasına katkı sağlayacak…
Venezuella’da sosyal programlar “yerleşmiş” görünüyor. Öyle ki, devletçi ekonomiye biraz daha mesafeli olan Henrique Capriles Radonski de “birleşen” muhalefet bile sağlık alanında kamucu. ‘Kurumsallaşan sosyal politikaların’ halktaki kredisi üzerinden bir muhalefet beliriyor ve kendisini gençlere ve sistemde temsil edilmeyen çevrelere önem veren - modern bir sosyal demokrasi hareketi - olarak tanımlıyor.
Buna karşılık “Chavez, şimdiden yüzde 15 ile 18 arasında önde” diyor kamuoyu yoklamaları.
Latin Amerika artık ABD’nin arka bahçesi değil.
“Soğuk savaş”; öncesi ve sırasında ‘iki kutuplu, sonrasındaysa, tek kutup başı olan Dünya dönemidir; çevrimidir…
Artık, çok-kutuplu Dünya belirmekte…
BRICS gibi daha heterojen tanımlamalar olsa da gelişmeler konvansiyonel coğrafi kümelenmelerle okunursa; denilebilir ki:
Asya’daki yükseliş ve Latin Amerika’daki gelişmeler Dünya dengeleri açısından çok önemlidir.
Laikliğin geçerli olduğu oranda sınırlı Arap Baharı –kadınların araba kullanmasından siyasete daha çok katılımına ne kadar olanak sağlar bilinmez- ancak, Latin dansları, Afrika’nın da bağımsızlaşması için daha geçerli bir veridir.
İnsan bu analizleri yaparken, “tam bağımsızlık” diyen, karma ekonomisinden kadın haklarına sözleri haklı çıkan, devrimleriyle demokrasinin yapı taşlarını döşeyen, evrensel bir büyük önderin ülkesinden olduğunu da anımsayınca…
Keşke, Türkiye de bu anlamda kendinse daha çok katkı yapabilseydi ve Dünya’ya da örnek olabilseydi, diyor…