Kürt Sorunu (2): Sorun Dışarda Değil, İçerde
Belli çevrelere göre Kürt sorununun nedeni, yabancı ülkelerin tahrikleri ve ayrılıkçı güçlere verdiği destek. Dış güçlerin rolünü doğru görülmeli ve anlamalıyız.
Bir ülkenin parçalayıcı olma potansiyeline sahip bir iç sorunu varsa, elbet bazı yabancı ülkeler bu durumu kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek, istismar etmek isteyebilir. Bu tür müdahaleler uluslararası ilişkilerde sık görülür ve bazen hayli etkili de olabilir.
Ama her şeyden önce bunun bizim bir iç sorunumuz olduğunu görmeliyiz. Kabul etmeliyiz ki, çözüm için ilk ve en büyük sorumluluk, sorunun sahibi olarak bize düşer. Sorun bizim sorunumuz. Kaynağı sınırlarımızın içinde. Doğru politikalar uygular ve işi çözüm yoluna koyarsak, dış güçlerin etkili olma zemini ortadan kalkar ve fazla bir şey yapamazlar.
Tersine, yanlış şeyler yaparsak ve sorun kanayan bir yaraya dönüşürse, durumu kendi çıkarları için kullanmak isteyen dış güçler her zaman çıkacaktır.
Kürt sorunu dış güçlerin tahrikleri nedeniyle ortaya çıkmış bir problem değil, bizim ülkemiz sınırları içinde var olan bir sorundur. Bunu çözme sorumluluğu bize aittir ve çözüm mümkündür.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yy boyunca karşılaştığı en büyük problem, farklı topluluklar arasında yayılan milliyetçilik akımıydı. Milliyetçi ayaklanmalar zaman zaman kontrol altına alınmış gibi görünse de, gelişmeler çok büyük büyük toprak kayıplarıyla sonuçlandı.
İmparatorluk sonrasında aynı sorun, Cumhuriyet dönemi boyunca ta 21. yüzyıla kadar bizi bırakmadı. 200 yılı aşkın süregelen bu konu, şimdi Kürt sorunu olarak devam ediyor.
Etnik milliyetçilik konusunda İspanya, İngiltere dahil dünyadaki başka tecrübeleri bilmek elbette faydalı. Ancak öncelikle kendi zengin tarihi tecrübemizi incelemeli ve gerekli dersleri çıkarmalıyız.
Osmanlı'nın karşılaştığı ilk milliyetçi ayaklanma 1804 Sırp isyanı. Onu 1821 Yunan ayaklanması ve ardından Bulgar, Arnavut, Arap, vs. diğerleri izledi. İlk hareketler genellikle sınırlı talepleri kapsıyordu. Ama 'kökünü kazımaya' dönük şiddetli bastırmalar, daha sert milliyetçi programlara ve bunların daha geniş bir halk tabanı bulmasına neden oldu.
Bugün uygulanan koruculuk sistemi, Balkanlarda farklı bölgelerde değişik isimler altında kullanıldı (Martolos, Armotollar, vs.). Ama pek işe yaramadı. Olay sadece bir 'eşkıyalık' sorunu olarak görüldü. Eşkıyalık bir asayiş ve zabıta konusu olmalıydı. Ama yeniçeriler, yani askeri güç kullanıldı. Sorun büyük ölçüde askeri zemine kaydı.
Buna karşılık milliyetçi isyancılar, yine bugün olduğu gibi, savunmasız ahaliye karşı, kazığa geçirerek öldürmek dahil, korkunç ve yaygın şiddet uyguladı. Bir taraftan da, dış ülkelerden destek aradılar ve buldular.
Osmanlı yöneticilerine göre, kardeşçe yaşarken ortaya çıkan eşkıyalığın nedeni milli kimlik talepleri ve milliyetçilik değil, yabancı devletlerin kışkırtmasıydı. Bu konuda Osmanlı zihniyetini en net temsil eden metinlerden biri, Lozan müzakereleri sırasında İsmet Paşa’nın Azınlıklar Komisyonu'nda yaptığı uzun konuşmadır.
Kürtlerin “feodal” yapısı
Bir başka önemli konu Kürtlerin toplumsal yapısının, sorununun nedeni olarak ileri sürülmesi. Bu anlayışa göre sorun Kürtlerin “feodal” yapısından kaynaklanıyor.
Kürtlerin geleneksel yaşam biçimi aşiret düzenidir ve konumuz açımızdan doğru anlaşılması büyük önem taşır.
Geleneksel Kürt toplumsal yapısında önderler feodal beyler değil, ağalar ve şeyhlerdir. Aşiret düzeni ile feodalite arasında pek benzerlik yoktur.
Kürtlerin toplumsal örgütlenmesini en iyi anlatan araştırmacılardan biri, Hollandalı insanbilimci Martin van Bruinessen’dir. Uzun yıllar Kürtler arasında yaşamış ve Kürtçeyi iyi bilen Bruinessen, Türkçe’ye de çevrilen ‘Ağa, Şeyh ve Devlet’ başlıklı çalışmasında, Kürtlerin aşiret yapısının tamamen kendine özgü olduğunu, değil feodalite kavramı, İngilizce ‘tribe’ veya ‘clan’ gibi sözcüklerin bile aşiret olgusunu anlatmak için yeterli olmadığını söyler.
Ancak hangi sözcükler kullanılırsa kullanılsın asıl vahim yanılsama, Türkiye'nin karşı karşıya olduğu sorunun ‘feodal yapıdan kaynaklandığını’ ileri sürmektir. Bu büyük bir yanılgıdır; çünkü gerçekte sorun aşiret düzeninden (feodal yapıdan) değil, tam tersine, aşiret düzeninin parçalanmasından ve tasfiye olmasından kaynaklanıyor. Bu bağlantıyı doğru algılamadan soruna doğru çözüm bulabilmek zordur.
Kürtlerin kadim yaşam biçimi aşiret düzenidir. Kürtlerin geleneksel olarak kimliğini belirleyen en önemli husus aşiret aidiyetidir, hangi aşirete mensup olduğudur. Din ve İslam ümmetine aidiyet geleneksel olarak Kürt kimliğinin ikinci önemli unsurudur. Aşiret reisleri (ağalar) ve şeyhler, bu geleneksel yapıların içinden ortaya çıkan liderlerdir.
‘Aşiretten yüksek ne var?’ sorusuna yanıt arayan Bruinessen, en azından 20. yüzyılın başlarına kadar, bir Kürt milletinden veya Kürt milliyetçiliğinden söz etmenin pek mümkün olmadığına işaret eder. Çünkü aşiret kimliği, geleneksel olarak bir Kürt milletine ait olma duygusunu hep bastırmış ve parçalamıştır. Kürtlerin dünyayı yorumlamalarında, mesela toplumsal ve siyasal çatışmaları algılamalarında, ‘millet’ değil daima ‘aşiret’ kimliği en önde gelmiştir.
Kısa ömürlü ve nispeten önemsiz bazı denemeler hariç Kürtlerin tarih boyunca devlet kuramayışının en önemli nedeni, aşiret düzeni oldu. Çükü o düzenin temel özelliği olan aşiret dayanışmacılığı ve dışlamacı eğilimler, aşiret kimliklerini aşan ortak bir milli benliğin ve Kürt milliyetçiliğinin oluşmasına engel teşkil etti.
Bu gerçek, tarih boyunca Kürtleri yönetenler (Safaviler, Osmanlılar, Türkler, Araplar, vs) tarafından iyi bilindi ve kullanıldı. Merkezi yönetime karşı ayaklanan her Kürt hareketi daima, sadece merkezi yönetime değil, başka Kürt aşiretlerine karşı da mücadele etti.
‘Feodal yapı son bulduğunda, ayrılıkçı hareketler de ortadan kalkacak’ safsatası bir tarafa, son dönemde Kürt kimliğiyle ilgili taleplerin artmasının ve Kürt milliyetçiliği akımlarının güçlenmesinin en önemli nedenlerinden biri, muhtemelen en önemlisi, aşiret yapısının çözülmeye başlaması.
Merkezi hükümete karşı tepkilerin eşkıyalıktan siyasi amaçlı bir mücadeleye, geleneksel ayaklanmadan milliyetçi duygular ve taleplerle yürütülen bir çatışmaya dönüşmesini engelleyen ağalık, şeyhlik ve aşiret düzeni zayıflıyor.
Bu gerçeği en iyi bilenlerden biri, PKK lideri Abdullah Öcalan. Kendi mücadelesinde en büyük engellerden biri olarak aşiret düzenini gören Apo, o nedenle, yaygın ve acımasız şiddet dahil her türlü yöntemi kullanarak aşiret düzenini etkisiz kılmaya çalıştı.
Kürtlerin kadim aşiret yapılarının yavaş yavaş çözülmesi, aşiret üyesinin ağaya, müridin şeyhe olan bağlılığının giderek zayıflaması, modernleşmenin getirdiği kaçınılmaz gelişmelerdir.
Aşiret kimliği yerine güçlenebilecek en önemli üst kimlik, muhtemelen milli kimlik olacaktır. Ancak kadim geleneklerin hangi koşullar altında ve nasıl değişeceğini, yerine hangi yeni kimliğin nasıl geçeceğini önceden öngörmek imkansız. Çünkü değişim kaçınılmaz olmakla birlikte, nasıl gerçekleşeceği büyük ölçüde somut durumlara ve modernleşme sureci dışındaki siyasal koşullara bağlı.
Aşiret yapılarının değişime karşı direnci güçlü ve değişim yavaş. Ayrıca, modern bir kimlik olan ‘millet bilinci’ tarafından belirlenen durumlarda bile, kadim gelenekler ve aşiret kimliği değişen ölçülerde var olmaya devam edecek, sürekli olarak kendini tekrar ortaya koymak isteyecek, modernleşmeyle ortaya çıkabilecek yeni kimlikler üzerinde etkili olacaktır.
Bu durumda yapmamız gereken şey, modernleşmenin getirdiği değişimleri iyi teşhis etmek ve değişimle uyumlu politikalar uygulamaktır. Kürtlerin milli kimlikleriyle ilgili öz algılamaların ve milliyetçi taleplerin artması kaçınılmaz. Bu değişimi görmezden gelip yok saymak veya güç kullanarak bastırmaya çalışmak, Türkiye'nin parçalanmasına gidecek en kestirme yollardan biridir.
Geleneksel bağlar yerine modernleşmeyle beraber ortaya çıkması beklenen bir başka toplumsal bağ, sosyal adalet talebidir (sınıf bilinci). Kürtlerin refah devletinden hakları olan payı alma mücadelesidir.
Önceki yazımızda, İş Bankası İktisadi Araştırmalar Bölümü’nün ‘Türkiye’de İllerin Gelişmişlik Düzeyi’ raporuna değinmiştik. Rapor, illerimizin iktisadi gelişme düzeyini hesaplamış ve sıralamasını vermiş. Sıralama, zaten bilinen bir gerçeği bir kez daha doğruluyor: En altta yer alanların büyük çoğunluğu Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı iller.
Ama sosyal adalet talebi büyük ihtimal, milli kimlik ve demokratik haklar mücadelesinin bir parçası olarak kabul edilecektir. Refah mücadelesi, Kürt kimliğinin tanınmasını ve demokratik hakları savunan bir programın parçası olacaktır.
Bir sonraki yazımızda, AKP’nin başarısızlıkla sonuçlanan Çözüm Sürecini inceleyeceğiz.