Kürt Sorunu (1): Önce Doğru Teşhis

Güncelleme:

Barış Pınarı harekatı ile beraber Kürt sorunu, daha önce hiç olmadığı kadar kritik bir dönüm noktasına gelmiş bulunuyor.

Türkiye’nin Kürt sorunu şimdi, uluslararası gündeme oturdu ve uluslararası bir soruna dönüştü. Bu gelişme kesinlikle Türkiye’nin çıkarına değil ve muhakkak surette kaçınmak gerekiyordu. Ama olmadı.

PKK ilk ortaya çıktığı 1980’lerden beri hep bunu yapmaya çalıştı ve sorunu olabildiğince uluslararası platformlara taşımaya gayret etti. Ama bu kadarını hiç başaramamıştı.

İkinci olarak, Ortadoğu’da yaşayan tüm Kürtler ile Türkiye arasındaki gerginlik endişe edilmesi gereken boyutlara ulaşmış durumda.

Şimdi Kürt sorununa çözüm, her zaman olduğundan daha hayati bir önem taşıyor. Burada bir dizi yazıyla, bir çözüm önerisini tartışmaya açmak istiyorum.

Sorunun çözümü her şeyden önce doğru teşhisten geçiyor. Bu ülkede en hayati kararların alındığı konumda bulunanlar on yıllarca işi hep kolaycı yaklaşımlarla ve ezbere dayalı varsayımlar üzerinden götürdü.

Kürt sorununun, iktisadi geri kalmışlıktan veya Kürtlerin ‘feodal’ olduğu ileri sürülen toplumsal yapısından kaynaklandığı ileri sürüldü. Aslında Türkiye’nin böyle bir sorunu olmadığı, bütün sıkıntının dış güçlerin kışkırtmasından kaynaklandığı iddia edildi. Bu teşhislerin sağlam bir temeli olmadığını görmek gerekiyor.

Çarpık algılamaların incelenmesi, öyle umut ediyorum ki, Kürt sorununu daha geniş boyutlarıyla anlamaya da katkı yapacaktır.

Sorunu çözmek amacıyla AKP iktidarı 2009 yaz aylarından itibaren yoğunlaşan bir çalışma başlattı. Başlangıçta değişik adlar altında anılan, daha sonra Çözüm Süreci olarak bilinen bu çalışma başarısızlıkla sonuçlandı.

Sadece askeri çözüm arayışının gündemde olduğu şu günlerde, kimi çevreler tekrar Çözüm Süreci’ne dönülmesini istiyor. Ama Çözüm Süreci yanlış kurgulanmıştı ve başarısız kalmaya mahkumdu.

Çözüm Süreci’nin niçin başarısızlığa uğradığını iyi anlamak büyük önem taşıyor. Başarısızlığın nedenlerini doğru belirlemeden, yeni denemelerin şansı yüksek olmayacaktır.

Hemen işaret edelim ki, bunları şimdi Çözüm Sürecinin iflas ettiği belli olduktan sonra değil, sürecin en başarılı gibi göründüğü günlerde gerekçeleriyle birlikte değişik ortamlarda defalarca dile getirdim. O dönemde AKP milletvekiliydim ve düşüncelerimi Çözüm Sürecinin önde gelen bazı siyasai sorumlularına da ifade etmiştim. Ama faydası olmadı.

Kürt sorunu esas itibariyle bir milli kimlik ve milliyetçilik meselesidir. Çözümü kapsamlı ve cesur demokratik reformlardan geçiyor. Önerimiz, bu reformların nasıl bir paket içinde toplanması gerektiğini de kapsıyor.

Son olarak, hemen hiç üstünde durulmayan, ama olağanüstü önemli bir konuya değineceğiz: Reform nasıl yapılır? Sadece Kürt sorunu için değil, herhangi bir büyük toplumsal konuda reform yaparken dikkat edilmesi gereken hususlar vardır. Bir başka ifadeyle, elinizde sorunun çözümüne dönük mükemmel bir reform paketi olsa bile, eğer reform süreci doğru yönetilmez ise, başarısızlık olasılığı yüksektir.

Önerilerimizi bir dizi makale çerçevesinde okuyuculara sunacağız.

 

Kürt sorununun nedeni refah eksikliği değildir

Son derece yaygın bir yaklaşıma göre Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun iktisadi geri kalmışlığı, Kürt sorununun en başta gelen nedenlerinden biri, belki de en önemlisidir: Bölgede iktisadi gelişme ve refahın artmasıyla beraber, Kürt sorunu kendiliğinden gündemden çıkacaktır.

Bu yoruma göre, Kürt sorunu diye kılıf giydirilmek istenen şey aslında bölgenin iktisaden az gelişmiş olmasından kaynaklanır. O da bütün bölgeyi ilgilendirdiğine göre, rahatsızlığın doğru adı Kürt değil Doğu ve Güneydoğu Anadolu sorunudur.

Bu ekonomici yaklaşım öylesine yaygındır ki, konuyu ele alan birçok kişinin gözü kapalı sıraladığı ilk tekerleme haline dönüşmüştür.

Aynı fikrin binlerce kez tekrarından doğan genel inanışla, vatan topraklarının parçalanması endişesi taşıyan milyonlarca iyi niyetli vatandaşımız bir zamanlar, Güneydoğu Anadolu Projesi’nin (GAP) meyvelerini, ama o projenin gerçekte verebileceğinden çok daha başka meyveleri, sabırsızlıkla bekliyordu.

GAP çerçevesinde Fırat ve Dicle havzalarında yapılacak çok sayıda mühendislik tesisinin yanı sıra kırsal ve kentsel gelişme projeleri bitince, Kürt sorunu da büyük ölçüde gündemden düşecekti!

GAP şimdi bitti ama Kürt sorunu azalmadı, aksine daha da şiddetlendi.

Ancak ekonomici inanış devam ediyor. Mesela AKP’nin yürüttüğü Çözüm Sürecine şiddetle karşı çıkan CHP’nin gerekçesi büyük ölçüde o nedenleydi. Sosyal demokrat olduğunu ileri süren CHP’nin o dönemdeki Genel Başkanı Deniz Baykal’a göre “gerçek Kürt açılımı” ancak sosyal ve ekonomik önlemlerle olabilirdi ve eleştirisi şöyleydi: “Açılım yapacaksanız… gerçekten Kürt açılımı olacak… O insanlara baktığınız zaman ne göreceksiniz? Çok açık bir şekilde orada çok büyük ekonomik ve sosyal reformlara ihtiyaç var.”

Bu noktada, özellikle solcu ve ilerici geçinen kesimlerde yaygın başka bir beklenti akla geliyor. O da iktisadi gelişme ve modernleşme sonunda, sadece milli değil aynı zamanda dini kimlik arayışlarının da zayıflayacağı beklentisi. Bu iki beklenti tarzı arasındaki benzerlik çarpıcıdır.

Sanayileşme, refahın artması ve işsizliğin azalması sonunda nasıl olacak da insanlar etnik kimliklerini unutacak veya ona daha az ihtiyaç duyacak?

İktisadi gelişme ve refah artışı sonunda Kürt kimliğinin unutulacağı veya arka plana kayacağı varsayımı, henüz kanıtlanmamış bir varsayım. Bu kabulün, ciddi bir tahlilin veya hayatın gerçeklerinin sınavından geçmesi kolay değil. Aksine, iktisadi gelişmenin bugün yaygın bir şekilde sanılanın tam tersi sonuçlar vermesini beklemek daha gerçekçi.

Evet, Doğu ve Güneydoğu, Türkiye’nin iktisaden en az gelişmiş bölgesi. Ama her şeye rağmen mesela son 30-35 yıl içinde bölgede refah azalmadı, arttı. O bölgede de kişi başına düşen otomobil, TV, buzdolabı, telefon, vs. arttı. Buna karşılık aynı dönem içinde bölgede Kürt kimliği taleplerinde azalma değil, artış oldu.

Türkiye’de nüfusun çoğunluğu Kürtlerden oluşan 13 il var: Ağrı, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Muş, Siirt, Şanlıurfa,  Şırnak, Tunceli, Van.

İş Bankası İktisadi Araştırmalar Bölümü’nün 2015 tarihli ‘Türkiye’de İllerin Gelişmişlik Düzeyi’ raporuna göre bu 13 il içinde iktisaden en gelişmiş il Diyarbakır. Bölgede kentleşmenin en ileri boyutlara ulaştığı merkez de Diyarbakır. Ama iyi bilindiği gibi, Kürt kimliği için en sert mücadelenin yapıldığı illerin en başında yine Diyarbakır geliyor.

Dünyanın başka köşelerinde de iktisadi gelişmenin ve refah artışının milli kimlik arayışını azaltmadığını gösteren pek çok örnek var. Kanada, İngiltere, İspanya, Belçika gibi zengin toplumlar akla ilk gelen ve iyi bilinen örnekler.

Yakı coğrafyadaki bir başka ders Yugoslavya. Orada, hepsi Slav kökenli farklı etnik topluluklar arasında ayrılıkçı eğilimlerin şiddeti, tamamen iktisadi gelişmişlik sırasını izledi: Slovenler, Hırvatlar, Makedonlar.

Yukarıdaki örneklerden, iktisadi gelişmenin kaçınılmaz olarak ayrılıkçı eğilimler doğuracağı şeklinde bir başka yanlış sonuç çıkarılmamalı. Gelişme ve modernleşme, genel bir kural olarak, milli ve etnik kimlik arayışlarını artıran eğilimler yaratır. Ancak bu eğilimlerin siyasi birliği parçalayıcı sonuçlar doğurmaması da mümkündür. Burada ekonominin etkisi sınırlı ve dolaylıdır; daha önemli olan siyasal ve kültürel koşullardır.

Temelsiz ekonomici beklentilerin aksine, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun refaha kavuşması, Kürt sorununu çözmek için asla kendi başına belirleyici bir etken değil. Bugünkü yanlış politikalar devam ettikçe, nice GAP’lar yapılsa dahi sorun çözülmez. Bunun basit bir nedeni var: Söz konusu olan, ekonomi değil milli kimlik ve milliyetçilik sorunu.

Diyarbakır’da fabrika bacalarının artmasıyla orada yaşayan Kürtler, Türk olacak değildir.

Aksine, zenginliğin artması, refahın ve eğitimin yaygınlaşması sonunda Kürtlerin kimliklerine daha çok sahip çıkması öngörülebilir. Refah, işsizliğin azalması ve şehirleşme insanların manevi doyum arayışlarını güçlendirir. Karnı doyan insanların ilgi alanları genişler, bu gelişme öncelikle bireyin manevi özvarlığıyla ilgili alanları kapsar. İyi bilinen bir baka husus, modernleşmenin yarattığı uyumsuzluk sorunlarından, insanların geleneksel değerlere dönerek korunmak istemeleridir.

İktisadi gelişme ve modernleşmeyle birlikte, Kürtlerin Kürt gibi yaşamak arzularının güçlenmesi beklenmelidir. Bunun aynı zamanda ayrı bir Kürt devleti altında yaşamak arzularına yaygın bir şekilde dönüşüp dönüşmeyeceği ayrı bir konudur. Onu öncelikle belirleyecek olan iktisat politikaları değildir.

Kürtlerin yaşadığı bölge iktisadi gelişmişlik sıralamasında en altta yer alıyor. Bir sonraki yazımızda değineceğimiz gibi, bu adaletsizliğin giderilmesi sorunun çözülmesi açısından elbette önemlidir. Ama belirleyici unsur değildir.

Bir sonraki yazımızda ayrıca, Kürt sorununun, dış güçlerin tahrikinden veya Kürtlerin feodal olduğu ileri sürülen toplumsal yapısından kaynaklandığı iddialarını ele alacağız.