Korkularımızın kaybettirdikleri
Geçtiğimiz günlerde Kanaltürk ekranlarında canlı olarak yayımlanan Çıkmaz Sokak isimli tartışma programına katıldım. Öncelikle program sunucusu Utku Görkem Kırdemir ve ekran arkasındaki ekip çok profesyonel ve çok sıcakkanlıydı, tüm konuklarla tek tek titizlikle ilgilendiler. Programa ne kadar emek verildiğini program arkasında da görmüş oldum. Eski bir televizyoncu olarak da çok keyif aldım.
Ama tabii ki program konsepti içinde, çok konuk olduğu için kendimi ne kadar doğru ifade edebildim ya da söylemek istediklerimi tam olarak söyleyebildim mi bilemem? Ben de aklımda kalanları köşemden tamamlamak istedim.
Mesela dedi ki sunucu; Osho kimdir ne iş yapar? Osho uzmanı olduğu iddia edilen kişi bir türlü tam olarak anlatamadı. Ben tamamlayayım. Osho bu gün tüm dünyada milyonlarca kitabı satan, Pune denilen Hindistan’ ın bir şehrinde komünü olan, meditasyonu kendisine göre yorumlamış, 99 tane Rolls Royce sahibi, öldükten sonra, konuşmalarını toparlayan hayranlarının işlettiği bir sistemin kurucusu olan insan.
Dünyada işleyen yozlaşmış sistemlere, dinlere karşı çıkmış, herkesin içinde kendi yolunu çizmeye yetecek potansiyeli olduğuna inanan, Amerikalılar tarafından zehirlendiği iddia edilen birisi. Ben de kişisel olarak kendisine büyük hayranlık duyuyorum. Ama aynı zamanda, Ömer Hayyam’ a da, Şems’ e de, Şeyh Nazım Kıbrısi’ ye de fikirlerinden dolayı hayranlık duyuyorum. Yani dili, dini, inancı ne olursa olsun, özüne yaklaşmış samimi hisler taşıyan herkes benimle aynı fikiri taşımasa da bence saygıyı, beğeniyi hak ediyor.
Eleştirilen en önemli konulardan biri de; neden bizim kendi özümüzde, kültürümüzde tasavvuf gibi çok önemli bir derya varken, insanlar neden Hint Dinleri’ ne ilgi duyuyor diye eleştiriliyor.
Bence evet tabii ki öncelikle kendi dinimizi ve kültürümüzü iyice öğrenmek ve sindirmek lazım ama ondan sonra da diğer dinleri ya da felesefeleri beğenmekte bir zarar yok. Kişi özgür iradesiyle kendini nasıl iyi hissediyorsa, öyle yaşamak en doğal hakkı, hem de nefes almak kadar. Niye benim inandığıma inanmıyorsun diye kimseyi suçlama hakkına sahip değiliz ki. Çok rahatsız olursak, hayatımızdan çıkartırız olur biter. Ama en güzeli, insanları farklılıklarıyla birlikte sevebilmek….
Programda eleştirilen konulardan biri, geçtiğimiz yıllarda ülkemize gelen Hint’ li bir kadının ayağına kapanılması, ayaklarının yıkanılması falandı.
Bizim yaptığımız en büyük hatalardan biri. Bir şeyi eleştirirken, tek yönden bakıyor olmamız. Yani bu kadına , o hareketleri, hayranları yapıyor. Kadıncağızın özellikle, gelsinlerde benim ayaklarıma kapansınlar dediğini zannetmiyorum. Kaldı ki, insanlara pek çok faydası da dokunuyor olabilir. Bir resim karesi ile görüp kimseyi eleştirmemek gerektiğine inananlardanım.
Biz müsaade etmedikten sonra, kimse bizi kandırıp, sömüremez. Dolayısıyla yaşamak hayatta risk almakla mümkündür. Yeter ki korkularımızın bizi yönetmesine ve faydalanacağımız şeylerin önünü kapatmasına engel olalım.