‘Kitlesel katliam fabrikası’ – Herzog ve Netanyahu soykırım suçuyla yargılanacak mı?
İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ve Başbakanı Binyamin Netanyahu dahil sorumlular, soykırım suçlamasıyla hukuk önünde hesap verecek mi?
Amerika’nın ünlü Harvard Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi, pek çok araştırmada dünyanın en iyi hukuk okulları listesinde birinci sırada yer alır. Aynı okulun ‘Harvard Hukuk İncelemeleri’ dergisi de o ölçüde prestijli bir yayındır.
Derginin Yayın Kurulu, Gazze’de devam eden savaşı hukuki bir kavram olarak ‘soykırım’ açısından incelemesi için Rabea Eghbariah’a bir yazı sipariş eder. Eghbariah, Amerika’da avukat olarak çalışan bir Filistinli ve halen Harvard Hukuk Okulu’nda insan hakları alanında doktora yapıyor.
Yazısını teslim eder, Yayın Kurulu bazı düzeltmeler ister, o düzeltmeleri de yapar. Kurul bir süre sonra Eghbariah’a, sipariş ettikleri yazıyı yayınlamayacaklarını, yapılan oylamada Yayın Kurulu üyelerinin %63’ünün öyle uygun gördüğünü, ancak bu kararın kendisinin “kimliği ve görüşleriyle ilgili olmadığını” bildirir.
Nezakete bak! Yazarın “kimliği ve görüşleriyle” ilgili değilmiş!
Eghbariah’ın yazısı başka yerlerde yayınlandı ve Harvard skandalı nedeniyle daha geniş okuyucu kitlesine ulaştı.
Yazar, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü savaştan dolayı sorumluların, hukuk önünde soykırım suçlamasıyla hesap vermesi gerektiğini vurguluyor, çok sayıda hukuki kanıt sunuyor.
O arada İsrailli üst düzey yetkililerin verdiği demeçlerle niyetlerini teyit ettiklerini belirtiyor. Soykırım otoritesi Omer Bartov’un söylediği gibi, “bu demeçlerin bir soykırım niyeti olarak kolayca yorumlanacağı” konusunda önde gelen soykırım uzmanları arasında giderek artan bir görüş birliği oluştuğunu vurguluyor.
Mesela, Herzog’un soykırım çağrısı net: “Gazze’deki bütün millet sorumludur. Siviller olanların farkında değil, bu işlere karışmadılar söylemi kesinlikle doğru değil. Ayaklanabilir, bu habis rejime karşı savaş açabilirlerdi.”
Netanyahu sadece soykırım daveti değil, ileri derecede provokasyon yaptı. İsrail askerlerine, bu bir “kutsal savaş” ve “Kutsal Tevrat buyuruyor ki, Amalek kavminin sizlere neler yaptığını hatırlayın” diye seslendi.
Amalek ilk Arap kavmi olarak bilinir. Tevrat’ta göre bu kavmin yok edilmesi Tanrı buruğudur: “Şimdi gidin, Amelek’e vurun ve öldürün, sahip oldukları ne varsa hepsini imha edin; erkek ve kadın, çocuk ve bebek, sığır ve koyun, deve ve eşek, her şeyi.”
Herzog ve Netanyahu’nun soykırım çağrıları sadece iki örnek. Bakanlar, milletvekilleri, üst düzey komutanlar dahil yüzlerce açık soykırım çağrısı var!
Üniversitelerde düşünce özgürlüğünün en üst düzeyde olması beklenir. Dünyanın en iyi hukuk okulu olmakla övünen Harvard’da yaşanan olay, İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü insanlık dışı savaşa Amerika’daki yaklaşımın ne denli tek yönlü ve önyargılı olduğunu göstermesi açısından endişe verici.
Amerika’nın “en iyi hukuk okulu” bu durumdaysa, bir de o ülkedeki medyanın halini düşünün. Ama sadece Amerika değil, Batı dünyasının büyük kısmında benzer hava egemen.
* * *
Herzog ve Netanyahu’nun çağrılarını, İsrail Ordusu Gazze’de nasıl hayata geçirdi?
İzleyebildiğim kadar en sarsıcı yanıt, daha önce bu sayfalarda sözünü ettiğimiz, bir grup Filistinli ve İsrailli genç gazetecinin beraber çıkardığı “+972 Magazine” adlı dergiden geldi.
Yuval Abraham’ın gazetecilik başarısı “Kitlesel katliam fabrikası: İsrail’in Gazze’de yürüttüğü hesaplı bombardımanın iç yüzü” başlığını taşıyor (30 Kasım).
Abraham, İsrail istihbaratında halen ve daha önce görev yapan 7 kişi dahil, çok sayıda yetkiliyle görüşerek şok edici bir rapor kaleme almış. Ortaya çıkardığına göre, Gazze’de sivil ölümlerinin bu denli yüksek olmasının önemli bir nedeni, İsrail’in “Müjde” adlı Yapay Zeka programını yaygın şekilde kullanması (İbranice “Habsora”, İncil’deki Müjdeler veya Gospel).
Müjde adlı Yapay Zeka (YZ) otomatik olarak ve o kadar hızlı hedefler belirliyor ki, bizzat İsrailli bir istihbarat subayının ifadesiyle, adeta bir “kitlesel katliam fabrikası” gibi. İsrail, savaşın ilk 35 gününde Yapay Zeka’nın belirlediği tam 15 bin hedefe saldırdı.
Bu muazzam sayı, önceki savaşlarda görülen İsrail saldırılarına kıyasla gün başına 4 misline kadar daha yüksek. İsrail hedeflerin hepsini yok etmeyi becerememiş, çünkü “kitlesel katliam fabrikası”, İsrail hava kuvvetlerinin imha kapasitesine kıyasla iki kat daha fazla hedef belirlemiş.
Müjde, her hedef için ayrı dosya tutuyor, her hedefte kaç masum sivilin öleceğini hesaplıyor, hiçbir şey tesadüfe bırakılmıyor. Abraham’ın konuştuğu istihbaratçılar, bazen tek bir Hamas militanını vurmak için yüzlerce sivilin öleceğini bildiği halde, İsrailli komutanın katliam düğmesine bastığını söylüyor.
Hedefler dört kategoride toplanıyor. Birinci kategori, silahlı militan hücreleri ve silah depoları gibi standart askeri hedefleri, ikinci kategori Hamas’ın inşa ettiği yer altı tünellerini kapsıyor.
Üçüncü kategoride “prestijli hedefler” (matarot otzem) yer alıyor. Şehrin merkezindeki yüksek katlı binalar veya üniversiteler, bankalar, resmi binalar gibi yapılar bu grupta. Üç ayrı istihbarat görevlisinin teyit ettiği üzere, bu yapıların hedef seçilmesinin arkasında, doğrudan sivil topluma sert darbelerle vurulması, o darbelerin şiddetle yankılanacağı, toplumu “şok edeceği” ve öylelikle Hamas üzerinde “sivil baskı” yaratılacağı hesapları bulunuyor.
Yani bu saldırıların gerçek amacı sivillere zarar vermek. Savaşın ilk günlerinde özellikle üçüncü kategoriye öncelik verildi ve savaşın başlarında vurulan hedeflerin yaklaşık yarısı 3. gruptaydı.
İsrail uçakları bazı “prestij hedeflerini” bombalarken, bazen bir mahalleyi toptan yok ediyordu. Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı General Omer Tişler’in iddiasına göre bu mahalleler “Hamas’a terör yuvası olarak hizmet ediyordu.”
İsrail önceki savaşlarda da prestijli hedefleri vururdu. Ama o binalarda oturanlara “çatı çalma” veya başka yöntemlerle haber verilir, sivillerin 2-3 saat içinde binayı boşaltması sağlanır, sonra bombalanırdı. “Çatı çalma”, önce binanın çatısının hafif bir bombayla vurularak oturanlara haber verilmesi.
Bizzat General Tişler, bu kez o yöntemleri kullanmayı uygun bulmadıklarını, yani çok sayıda sivilin yaşadığı binaları haber vermeden vurup imha ettiklerini bir basın toplatışında açıkladı. İçinde yaşayan insanların çoğu yıkıntılar altına canlı canlı gömülerek, can çekişerek öldü.
Dördüncü ve son kategori “aile evleri” veya “üyelerin evleri”. Bunlar, askeri açıdan kritik görevleri olmasa da, Hamas veya İslami Cihat’a üye olduğundan şüphe edilen kişilerin evleri.
Bu evlerde genellikle herhangi bir askeri faaliyet yok. Sadece sıradan örgüt üyelerinin oturduğu şüphe ediliyor ve diğer dairelerle birlikte bütün apartman toptan imha ediliyor. Pek çok durumda o apartmanda aslında hiçbir örgüt üyesinin oturmadığı veya imha sırasında şüpheli kişinin binada olmadığı sonradan ortaya çıkıyor.
Bu şekilde yürütülen savaş sonunda İsrail, geçici ateş kese dek yaklaşık 15 bin sivili öldürdü. Bunların 10 bini çocuk, 6 bini kadın.
Evet, 10 bin çocuk!
* * *
Peki, İsrail nasıl dünyanın gözleri önünde Gazze’de bu kadar cüretkar hareket edebiliyor?
Cevap basit. İsrailli gazeteci Aluf Benn’in işaret ettiği gibi, İsrailli komutanların isabetle vurguladığı bir kavram, yani Amerika’nın “çok katmanlı desteği” sayesinde.
Amerika boşalan mühimmat depolarını dolduruyor. Gazze’ye yağdırılan bombalar, füzeler, topçu mermilerini temin ediyor.
Florida’daki Merkez Kuvvetler Komutanlığı, topladığı kapsamlı istihbarat bilgilerini sürekli İsrail’e geçiyor.
Lübnan Hizbullah’ı, İran, Suriye ve belki Irak tarafından kuzeyde ikinci cephe açılmasını caydırmak amacıyla; iki uçak gemisini, destek filolarını ve nükleer füzelerini Doğu Akdeniz’e konuşlandırdı.
İsrail’in Kızıldeniz limanı Eilat’a giden gelen deniz trafiğinin durmaması ve füze saldırılarının önlenmesi için Yemen’deki Ensarullah’ı (Husiler) baskı altında tutuyor.
BM Güvenlik Konseyi’nden kalıcı ateşkes kararı çıkmaması için sürekli veto kartını kullanıyor.
Bunların hep Amerika yapıyor, ama hepsi o kadar değil. İsrail Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Savunma ve Dışişleri Bakanları, Genelkurmay Başkanı, savaşı yöneten kurmay subaylar ve istihbarat servisleri başkanları, Amerikalı muhataplarıyla kesintisiz temas ve eşgüdüm içinde çalışıyor.
Amerika kalıcı ateşkese karşı. İsrail’in savaşa devam etmesini, ama bu kez daha az sivili öldürmesini istiyor. Hem yeni savaş planları hem savaş sonrası için, Gazze’nin nasıl yönetileceği dahil, değişik konularda mutabakat sağlamaya çalışıyorlar. Savaşın tekrar başlaması an meselesi (*).
İsrail medyasına göre, Netanyahu’nun Amerika’dan taleplerinden biri, savaştan sonra kendisi dahil İsrailli yetkililerin uluslararası yargı önüne çıkarılmayacağının garanti edilmesi.
Amerika büyük olasılıkla bu garantiyi verecek. Gizlemeye çalışacak ama er veya geç öğreneceğiz.
Amerika böyle bir garanti nasıl verebilir, koskoca uluslararası yargı bağımsız değil mi diye düşünenler olabilir. Onlara ayrıntılı cevap verecek yerimiz kalmadı, cevap yerine yazının başlığına bir fotoğraf koyduk.
Amerika’ya göre bunun adı, kurallar üzerine kurulu uluslararası düzen.
Gazze’de işlerin tam olarak nereye varacağı henüz belli değil. Ama Amerika-İsrail ortaklığının yürüttüğü savaşın sonuçlarından birini neredeyse kesinlikle öngörebiliriz.
Amerika’nın Afganistan’da Rusya’ya karşı savaşırken silahlandırıp eğittiği ve özgürlük savaşçısı diye övdüğü Arap mücahitlerden, El Kaide doğdu.
Daha sonra Afganistan’da 20 yıl sürdürdüğü ve hezimetle biten kanlı savaşı, Taliban iktidarını yarattı.
Irak’ta sahte iddialar ileri sürerek başlattığı yıkıcı işgali, IŞİD ve çok sayıda türevini doğurdu.
Şimdi sosyal medyanın böylesine yaygınlaştığı günlerde, Amerika-İsrail ikilisinin Gazze çılgınlığının, yeni şiddet ve terör dalgalarını tetiklemesi herhalde sadece bir zaman meselesi.
——-
(*)- Bu yazıyı bitirdikten saatler sonra İsrail bombardımana yeniden başladı.