Kırım ve kendi tarihini/coğrafyasını taşıyamayan ülke

Güncelleme:

Ukrayna’nın bağımsızlığından sonra Kırım’a birkaç kez gittim. İlk ziyaretim sırasında başkent Simferepol’de (Akmesçit) tam istediğim gibi ayrıntılı bir Kırım haritası bulmak zor olmadı. Kiraladığım taksiyle, elimde harita iki gün boyunca yarımadayı dolaştım.

Beni en çok etkileyen şeylerden biri, çevrede hâlâ bol bol Tatarca isim olmasıydı: Kızıl Dere, Ak Tepe, Büyük Ayı, vs. Tabii haritada hepsi Rusça Kiril alfabesiyle yazılıydı.

Diğeri, yeşillikler içindeki Kırım doğası idi. Tatarların sürgünde vatan hasretiyle yaktığı o dokunaklı türkü kulağımda yankılanmıştı: Men bu yerde yaşalmadım/Yaşlığıma toyalmadım/Vatanıma asret oldım/Ey güzel Qırım//Bağçalarnın meyvaları/Bal ile şerbet…

Kırım tarihi hakkında değerli çalışmalar vardır. Bir örnek, Alan Fisher’in Cambridge Üniversitesi yayınlarında çıkan ve konuyu tüm derinliğiyle inceleyen “Rusya’nın Kırım’ı İlhakı, 1772-1783” eseridir. Osmanlı’nın kaybettiği ilk Müslüman toprağı Kırım’ı ve Karadeniz’in hayati dönüm noktalarından birini anlatan bu değerli çalışmanın on yıllardır Türkçeye çevrilmemesi, toplumsal ilgi düzeyimizi gösterir.

Kırım Tatarları ve Ukraynalılar geçmişte Ruslara karşı hep işbirliği yaptı, hatta İstanbul’dan yardım aldı. Sadece Kırım değil, Ukrayna’nın değişik parçaları farklı dönemlerde İstanbul’dan ve Viyana, Varşova, Moskova’dan yönetildi. Zamanla ilk üçü çekildi, sadece Moskova kaldı. Şimdi artık Moskova da çekilmeli, Ukrayna bağımsız olmalıdır.

Türkiye hiçbir coğrafyada, bir zamanlar sahip olduğu toprakları geri almak peşinde koşmamalı. Ama Kırım Tatarlarına karşı tarihi sorumluluğu vardır. Ukrayna 1991’de bağımsızlık kazandıktan sonra Kırım Tatarları için en temel hedef, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığının korumak olmalıydı. Tarihteki işbirliği bugün için de geçerlidir.

Ukrayna sorununda Türkiye’nin başka yakın çıkarları vardır. Karadeniz sahillerinde Ukrayna’nın bağımsızlığıyla kurulan denge korunmalı, Rusya baskısının artışına yol açılmamalıdır. Karadeniz, sahildar olmayan ülkelerin güç gösterme alanına dönüşmemelidir.

Bu hedeflerin hepsi Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü gerektirir. Ukrayna’nın hem NATO üyesi olması hem bütünlüğünü koruması mümkün değildir. O nedenle NATO üyeliği, Kırım dahil bu hedeflerden hiçbiriyle bağdaşmaz.

Ukrayna’nın NATO üyeliğine 2008 Bükreş zirvesinde karar verildi. Fransa ve Almanya karşı çıktı, hatta ABD istihbarat örgütü CIA bile karşı görüş bildirdi. Hepsinin gerekçesi aynıydı: Rusya’nın muhtemel sert tepkileri. Ama Washington ısrar etti. İngilizlerin arabuluculuğu sonunda bulunan uzlaşma, üyelik başvurusunun kabulü ama üyelik için zaman verilmemesi oldu. O günlerde Ankara konuyla hemen hiç ilgilenmedi.

Tecrübeli gazeteci Sedat Ergin kısa süre önce, o toplantıya katılan bir diplomatımızla konuşarak önemli bir yazı yayınladı. Diplomatımızın anlattığına göre, Ukrayna’nın NATO üyeliği konusunda farklı görüşe sahip ABD, Almanya ve Fransa bir köşeye çekilip müzakere etmişler, Türkiye karışmamış, sadece izlemiş. Halbuki konu, hem tarih hem coğrafya nedeniyle, mesela Fransa’dan çok Türkiye’yi ilgilendiriyordu.

O toplantıda Türkiye izleyici kalmamalıydı. Almanya ve Fransa’yla beraber Ukrayna’nın NATO üyesi olmaması için bastırsaydı, değişik sonuçlar çıkabilirdi. Tabii bunun için farklı ve güçlü bir siyasi irade gerekirdi.

Daha sonra korkulan oldu, Kırım gitti. Gelecek ne getirir, bilinmez.

Hemen belirteyim, araba devrildikten sonra yol göstermiyorum. Ukrayna’nın NATO üyeliğinin yanlış olduğunu yaklaşık 15 yıldır söylüyorum.

Şimdi yine benzer bir durum var. Almanya ve Fransa doğru yoldalar, Ukrayna krizi daha fazla hasara neden olmasın diye çözüm bulmaya çalışıyorlar. Ama Ankara ne istiyor, anlamak zor. Önce Rusya’nın en etkili füze savunma sistemi S-400’leri aldılar. Sonra Rusya’nın çevrelenmesinde etkili rol almak istediklerini Amerika’ya fısıldadılar. Ama Washington son krizde Türkiye’yi açıkça dışlıyor. O arada Ankara, Almanya ve Fransa liderlerini kamuoyu önünde eleştiriyor!

Mevcut krizin nasıl biteceği belli değil. Ama şimdiden görünen bazı sonuçlar var. Ukrayna NATO üyesi olamayacak. Sözlü bile olsa, artık Washington da bunu kabul ediyor.

Mevcut kriz yatıştıktan sonra NATO içinde yeni bir tartışma başlayabilir. Ordular, barış zamanında tasavvur edilebilecek en kötü senaryolar üzerinden savaş oyunları düzenleyerek kendini test eder. NATO da kendi içinde böyle bir teste ihtiyaç duyabilir. Gerektiğinde NATO, ünlü 5. maddeyi işletip mevcut 30 üyeden hangileri için gerçekten savaşa girecek? Letonya? Bulgaristan? Türkiye?

Acaba mevcut duruşuyla Türkiye’nin test sonucu ne çıkar?

İkincisi, soğuk savaş sonrasında İngiltere-Amerika önderliğinde kurulan Avrupa güvenlik düzeninin yürümediği belli oldu. O düzenin temeli,  ‘Rusya hariç herkes’ ilkesiydi, Rusya’nın Avrupa dışında tutulması üzerine kuruluydu.

Fransa ve Almanya, Rusya’nın dışlanmasına karşı. Fransa lideri Emannuel Macron, Moskova ziyaretinde ısrarla “Rusya bir Avrupa devletidir” vurgusunu o nedenle yaptı.

İsveçli yorumcu Jan Blomgren’in birkaç gün önce yazdıkları: “Putin, daha şimdiden kısmi amaçlarından birine ulaştı: Rusya artık tekrar ciddi şekilde Avrupa’nın güvenlik tartışmalarının bir parçasıdır.” Belirtelim ki Blomgren, Rusya karşıtı bir yorumcu ve bunları hayıflanarak yazıyordu.

Rusya’nın Avrupa güvenlik sistemi dışında tutulması, bölgemizde istikrarsızlık ve neredeyse sürekli gerginlik anlamına gelir. Ayrıca Rusya’nın Avrupa dışında tutulması, Türkiye’nin Avrupa dışında bırakılmasını kolaylaştırır ve davet eder.

Acaba iktidar ve muhalefet dahil, Ankara’nın bu konularda değerlendirmeleri neler?

Ne yazık ki Türkiye kendi tarih ve coğrafyasını taşıyamıyor.

Arabuluculuk için heveslenen AKP iktidarı gereken niteliklerden hiç birine sahip değil. Ama yine de bazı şeyler yapabilirdi.

Daha Rusya tek kurşun atmadan Ukrayna’daki Batılı temsilciler çil yavruları gibi uçuşarak dağıldı. Panik karşısında Batı’nın yakın dostu Ukrayna lideri Zelenski bile isyan etti.

Türkiye, Dışişleri Bakanı ve birkaç şirketi gönderip Ukrayna’da yatırımlarını artırma kararı aldığını açıklayabilir, ilk adım olarak Kiev’de “Roksolana Kültür Merkezi” yapımına hemen başlayabilirdi.

Kanuni Süleyman’ın ünlü eşi ve 2. Selim’in annesi Hürrem Sultan veya asıl adıyla Roksolana, Ukraynalıdır. Küçük bir bütçe gerektiren bu girişim başta Ukrayna pek çok çevrede geniş yankılar yapabilirdi.