Kifayetsiz muhteris AKP iktidarının Türkiye’ye zarar veren son hamlesi: İsveç ve Finlandiya vetosu
Kifayetsiz ve muhteris AKP iktidarının ekonomide, hukuk güvenliğinde, uluslararası ilişkilerde ve başka pek çok alanda ülkeye verdiği zararların son örneği, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini veto girişimi.
Sık sık olduğu gibi yine ayaküstü alınan bir kararla başlatılan veto macerası nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, ülkenin kayıpları elde edilebilecek sınırlı kazançlardan büyük olasılıkla çok daha fazla olacak.
Türkiye ne yazık ki kifayetsiz ve muhteris AKP iktidarının bu yeni hesapsız adımından da zararla çıkacak.
Ayrıca, mesela Yunanistan’ın 1980’de NATO’ya dönüşünden farklı olarak, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğinin Türkiye’nin çıkarlarıyla bağdaşmayan hiç bir yönü yok. Mesele AKP’nin şark pazarlığı eğilimi.
Öncelikle İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelik süreci doğru görelim. Rusya’nın başlattığı Ukrayna savaşı nedeniyle Avrupa’daki güvenlik koşullarının ciddi ölçüde değişmesi bu iki ülkeyi NATO’ya yöneltti demek eksik bir okuma olur.
Şubat sonunda başlayan Ukrayna savaşından sonra İsveç hükümeti yeni koşulları değerlendirdi. Mart ayında Başbakan Magdalena Andersson ve Savunma Bakanı Peter Hultqvist ayrı ayrı İsveç’in NATO’ya üye olmayacağını kesin bir dille açıkladı. Gerekçe, Avrupa’daki gergin güvenlik ortamında İsveç’in üyeliğinin gerginliği daha artıracağı idi.
Aynı günlerde Finlandiya Başbakanı Sanna Marin benzer şekilde Finlandiya’nın NATO’ya katılmayacağını bildirdi.
Ama iki Kuzey Avrupa ülkesinin hükümetleri izleyen haftalarda NATO seçeneğini ciddi olarak yeniden değerlendirmeye aldı ve üyelik başvurusu yapacaklarını mayıs ortasında resmen duyurdu.
Başlangıçtaki NATO’ya katılmama kararı açıkladığında Ukrayna savaşı başlamıştı. Öyleyse iki kuzey ülkesi tavırlarını kısa süre içinde niçin değiştirdi?
İsveç’teki tartışmalarda sık sık bu soru soruldu. Hükümet sözcüleri ısrarla, güvenlik nedeniyle gerekçenin açıklanmayacağını ifade etti.
Tarihi U dönüşün nedeni resmen açıklanmadı ama tahmin etmek zor değil. O günlerde İsveç ve Finlandiya hükümetlerinin Washington yönetimiyle yoğun görüşmeler yürüttüğünü ve NATO üyeliği için güçlü şekilde teşvik edildiğini biliyoruz.
Ukrayna savaşının ilk haftalarında Rusya’nın işi iyi gitmedi ve hedef küçültmek zorunda kaldı. Buna karşılık baştan beri savaşı önleme veya barış anlaşması için yapabileceği pek çok şeyi yapmayan ABD; daha çok silah, daha ağır silah, daha büyük parasal yardım dahil her alanda vites yükseltti.
Ukrayna savaşı fiilen ABD-Rusya savaşına dönüşmüş durumda; sadece ABD askerleri savaşta yer almıyor. Amerika da, Rusya da, ne pahasına olursa olsun bu savaşı kaybetmek istemiyor. Avrupa’da nükleer savaş riski hiç bu kadar yüksek olmamıştı.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ABD liderliğinde inşa edilen Avrupa Güvenlik Sistemi çöktü. Yeniden oluşması gereken Avrupa Güvenlik Sistemi’nin tam anlamıyla şekillenmesi için öncelikle savaşın bitmesi gerekiyor.
Savaşın ilerleyen aşamalarında ve yeni Güvenlik Sistemi’nin şekillenirken, kuzeyin iki zengin ülkesi İsveç ve Finlandiya stratejik konuma sahip olacak. Finlandiya’nın Rusya ile 1300 km ortak sınırı var. İsveç, Baltık Denizi’nin en büyük adası ve Atlantik’e çıkışı kontrol eden Gotland’a sahip.
Bu iki ülkenin NATO’ya katılımı ABD’nin Rusya’yı kuşatma siyasetine, Baltık bölgesinden başlayarak bir kısmı sürekli buzlarla kaplı Rusların Murman Denizi dediği Barents Denizi’ne kadar olan bölgede ciddi stratejik üstünlük ve siyasi destek kazandıracak.
Washington’un, savaşın uzaması durumundaki ve savaş sonrasındaki olası senaryoları ve riskleri iki kuzey ülkesiyle görüşmelerde daha ayrıntılı vurguladığı muhakkak.
Özetle, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği sadece bu iki ülkenin yaptığı bir tercih değil. Aynı zamanda NATO’nun patronu ABD’nin güçlü telkinleri, desteği ve yönlendirmesi altında oldu.
Bazı yorumcular 2010’larda Yunanistan’ın uzun yıllar boyunca Makedonya’nın NATO üyeliğini bloke etmesini örnek gösteriyor. Ama ne Makedonya’nın ağırlığı ne de uluslararası güvenlik koşulları açısından bir benzerlik söz konusu.
İşi şark pazarlığına döken AKP iktidarının vetoyu kaldırmak için sunduğu uzun bir talep listesi var: Yurt dışındaki bazı kişilerin iadesi, Suriye’de PYD-YPG’ye verilen desteğin kesilmesi, değişik silah ambargolarının kaldırılması, F-35’lerin verilmesi, F-16’ların teslim garantisi, vs.
Birinci olarak, bu talepler sadece İsveç ve Finlandiya değil başta ABD pek çok NATO ülkesini ilgilendiriyor. Bu iki ülke nasıl yanıt verirse versin o sorunlara tam bir çözüm bulunamayacak. Bu da AKP iktidarının çaresizliğini gösteriyor.
Misal, PYD-YPG konusunda hemen tüm NATO üyeleri ve Rusya’nın tutumu aynı. Üstelik herkesin bildiği gibi, bizzat AKP hükümeti Suriye savaşının başında bu örgütlerle yakın işbirliği yaptı, onların liderini özel uçakla defalarca Ankara’ya getirerek müzakere yürüttü, ama anlaşamadıkları için yolları ayrıldı.
İkinci olarak, taleplerde ifade edilen sorunların tamamı veya tamamına yakını AKP iktidarının kötü yönetiminden kaynaklanıyor. Ülkede bağımsız yargı işlese, Kürt sorunu demokrasi ve eşit vatandaşlık temelinde çözüm yoluna girse, AKP’nin pazarlık talepleri çok büyük ölçüde ortadan kalkacak.
F-35 sorunu ise, defalarca yazdığımız gibi, yine AKP iktidarının akıl dışı bir kararla S-400 almasının sonucu.
İşte fotoğraf: ABD liderliğinde NATO örgütü, Sovyetler sonrasında Avrupa’nın karşılaştığı en hayati güvenlik sorununa çözüm bulmaya çalışıyor. AKP iktidarı konuyla pek ilgili değil. Çok büyük ölçüde kendi beceriksizliğinden kaynaklanan iç sorunlarını ileri sürerek mızıkçılık yapıyor, tekere çomak sokuyor.
Defalarca yazdım, Ukrayna krizinde ABD’nin izlediği siyaseti kusurlu buluyorum. Savaş bittikten sonra yeni Güvenlik Sistemi şekillenirken Avrupa’da önemli tartışmalar olacak. Ancak AKP iktidarı Türkiye’yi yakından ilgilendiren bu konulara kayıtsız, büyük ölçüde kendi beceriksizliğinin sonucu olan sorunlarla uğraşıyor.
Şimdi ne olacak?
Direniş ne kadar sürecek bilinmez, ama günün sonunda küçük bazı ödünler karşısında AKP vetoyu kaldıracak, çünkü karşı tarafın elinde misliyle daha güçlü kozlar var. Üstelik acemi kararlarla kendi ekonomisini uçurumun kenarına sürüklemiş bir iktidar ne kadar direnebilir ki?
Direniş ne kadar uzarsa Türkiye’nin zararı o kadar büyük olacak. Çünkü tepki zaman içinde yükselecek.
İsveç Dış Politika Enstitüsü uzmanı Jan Hallenberg’nin işin nasıl çözüleceği öngörüsü küçük düşürücü ifadeler içeriyor: “Biden Erdoğan’ın kolunu bükecek ve aynı zamanda birkaç küçük şeker verecek”. Tabii Biden yönetimi bunları kapalı kapılar arkasında yapacak.
Ama Türkiye’nin kayıpları “küçük şekerlerden” çok daha fazla olacak.
AKP’nin ayaküstü kararlar alan, yarın ne yapacağı öngörülmez ve hep zikzak çizen bir iktidar olduğu imajı güçlendi. Kısa süre önce Finlandiya Cumhurbaşkanı’na NATO üyeliğini desteklediğini söyleyen CB Tayyip Erdoğan değil miydi? CB sözcüsü birkaç gün önce “kapıyı kapatmıyoruz” demedi mi?
AKP’nin diplomasi ve dış ilişkiler üslubu başlı başına bir sorun kaynağı. Bu bir kez daha görüldü. Sorunlar bağırarak ve ayaküstü demeçler sıkarak değil, iyi tasarlanmış adımlarla ve kapalı kapılar arkasında sessiz diplomasi ile yönetilir.
CB Erdoğan’ın başka ülkelerin parlamentosuna seçilmiş milletvekillerini suçlaması, Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nun İsveçli meslektaşına herkesin önünde abes ifadelerle bağırması (“bıktık sizin feminist dış politikanızdan”) uygar ve demokratik dünyada kolay kabul görecek davranışlar değil. Dikkat edin, bu tür çıkışlara cevap bile vermiyorlar.
Ama en önemlisi AKP’nin çözmesi gereken ama bir türlü beceremediği iç sorunları, parçası olduğu uluslararası zeminlere taşıyarak arıza üreten ve süreçleri tıkayan oyuncu niteliğinin giderek ağırlık kazanması.
Acı tesadüf, AKP’nin kendi kendini gaza getirip veto düğmesine bastığı ve NATO genişlemesini tıkadığı günlerde, Yunanistan Başbakanı Kryakos Miçotakis olağanüstü bir program ve görkemli seremoniler çerçevesinde Washington’da ağırlandı.
AKP’nin hesapsız veto siyaseti NATO’da ve AB içinde Türkiye’nin zemin kaybetmesi ve çıkarlarının ciddi ölçüde zarar görmesi sonucunu doğurabilir. Umarım AKP’nin altı boş hamlelerinin bedelini Türkiye; Ege’de, Akdeniz’de veya Kıbrıs’ta kalıcı kayıplar yaşayarak ödemek zorunda kalmaz.
NATO genişlemesi, Ukrayna savaşı, Avrupa’nın mevcut güvenlik sisteminin çökmesi gibi Türkiye’nin çıkarlarını doğrudan ilgilendiren hayati gelişmeler yaşanırken muhalefet partilerimiz büyük ölçüde sessizliğe gömülmüş durumda.
Belli ki, dış politika konuları seçmenin gündeminde ehemmiyetsiz bir yer tutuyor, hele bir iktidara gelelim gerisi kolay diye düşünüyorlar.
Ama yanılıyorlar.
Evet, anketlerde dış politika konularının seçmene göre önceliği genellikle en altlarda çıkar. Ama anketlerden çıkan bir başka sonuca göre, muhalefetin ülkeyi daha iyi yönetebileceği hakkında seçmen ciddi kuşkular içinde. Başlıca dış politika konularında güçlü ve ikna edici tavırlar sergilemek bu noktada çok faydalı olur.
Siyaset tavır almaktır. Suskunluk muhalefete puan kazandırmaz.