Keçiyi saldım bayıra mevlam kayıra
Bireysel hafızamız zayıf. Üstelik hem kırılganız hem de unutkan!
Kurumsal işleyişimiz takım oyununa dayanmıyor, bağlılık ile bağımlılığı karıştırmışız.
Üç gün kovayla düzenli su çekmektense, kuyuya atlayıp suyu ‘söndürmeye’ çalışırız!
Böyle bir psiko-sosyal dinamik ve toplumsal dimağ, şark kurnazı siyasetçiler için bulunmaz nimet…
İşte seçim kapıda! Keçiyi saldım bayıra, Mevlam kayıra!
Kuşkusuz genelleme yapmak haddim değil. Siyaset içinde çok değerler tanıdım.
Hani deriz ya, “Allah doktora muhtaç etmesin ve ama doktorsuz da bırakmasın”,
Hani dilimizdedir ya, “Avukata işimiz düşmesin ama avukatsız da kalmayalım” …
Şöyle uyarlayalım gelin: “İnşallah siyasetçiye kalmaz bütün işimiz, ama siyasetsiz de kalmayız inşallah”!
Dikkat ediniz lütfen “siyasetsiz” diyorum, çünkü günümüz siyasetçisini ikmale bırakıyorum!
Bir; siyaset meslek değildir… İki; siyaset, hepimizi ilgilendirmelidir…
Buna karşılık, siyasete katılım ile halkın arasındaki en büyük engel bugünkü sistemdir…
Siyaset, doğudan toprak, batıdan sanayi, orta Anadolu’dan inşaat ağalarını temsil noktasına taşırken, pahalı ve paralı bir zanaat haline gelirken; parti liderliği ile delegelik rabıtası birbirini tatlı ballı beslerken; diğer yanda, Meclis’teki partilere Hazine yardımı üzerinden halkın gerçek taleplerini de dışlar hale gelmiştir…
Günümüzde siyasetçi artık bir tür “sınıftır”! Neye karşı? “Kendiliğinden sınıf” olan ve içlerinden bir tek kişiyi bile parlamentoya taşıyamayan üretici sınıflara karşı!
Siz son yıllarda sendika veya demokratik kitle örgütü temsilcilerinin siyasette ön plana çıkarıldıklarını gördünüz mü?
Ben, görmedim! Bu dosyayı şöyle kapatalım: “Yaz kızım, % 7 oy barajı olduğundan, şu hayat pahalılığında değişime katkı yapacak pırıl ışıl beyinlerin ayvayı yemesine karar verilmiştir!” …
Tabii bu işleyiş, bu yapı, bu anlayış; toplumsal / kurumsal rollerin de karmaşasına yol açıyor…
İş dünyası bile iktidara tapınmak zorunda. Bazen “aşklarını ilan edenler” bile görülüyor!
Neden? Kredi, tahsisler, vergi muafiyetleri ve borç silmeler bakımından, bürokrasiye bağımlılar da ondan…
Bunlar Edirne’den çıkıp yabancı takımlardan beş gol yiyen hallerimizi hatırlatıyorlar; gerçek bir rekabet yok!
Beri yanda çarşı-pazarda fiyatlar serbest, tüketici adeta tutsak. Üretim yok, denetim yok! Bu kalite, bu fiyat!
“Yozlaşma” izliyor/tamamlıyor bu tabloyu…
Üniversiteler özerk değil! Düşünelim; ülkemizde Cumhurbaşkanı’nın 3.kez aday olup olamayacağına dair hukuk fakültesi “hocalarından” kaç tanesi yorum belirtebildi? Belirtemezler çünkü, daha dün, kimi emekli kurmaylar, mesleki deneyimleriyle
Lozan ve Montrö hakkında kamuoyunu bilgilendirmek istedikleri için az daha okkanın altına gidiyorlardı…
Oysa tüm bu çabalara ne gerek var canım efendim?
İçinde bulunduğumuz koşullarda “rasyonel ve pragmatik bir tutum”! var; (etik mi, ahlaki mi orası tartışmalı ama) örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi -kimi tarikat yuvalarında çocuk istismarı karşısında- bal gibi susulabilir!..
Ve tüm bunlar, bu edilgenlik, bu siniklik, genel siyasetin işleyişinden ayrı düşünülemez değerli okurlarım…
…
Yukarıda sözünü etmeye çalıştığım, “pahalı ve paralı” hale gelen, değişimden, emekten, halkın içinden yetişen değerlerin katkısından kopmuş siyaseti tamamlayan sosyal tablo budur, bu tablonun ekonomik-sosyal-siyasal girdisi / çıktısı da şudur:
Eğitim ve sağlık hizmetleri “paracı” hale gelmiştir.
Sosyal devlet bu alanlardan ricat etmiştir. Tam anlamıyla ticari kapitalizme dayanan, fırsatçı bir yapı söz konusudur. Daha da ötede, eğitim ve sağlık “dinci” yapılar tarafından yurttaşın yaşam kalitesini, gençlerin umutlarını tarumar eden bir tarzda işlemektedir.
Sonuçta sağlıksız toplumun, eğitimi yetersiz bireyleri;
korkunç bir gelir dağılımı adaletsizliği, işsizlik ve ağır borçlu aile yapıları üzerinden
bu düzeni yeniden- üreten siyaset tarafından her seçimde avutulmakta ve adeta avlanmaktadır!
….
Ayrım gözetmeksizin siyasetin halini yazdım.
Okuyana ve üstüne alınanlara önerim şudur: Marifet suçlusu olunan günahları vecd içinde işlemek değildir.. Basiret, özeleştiri yaparak, yanılgılardan arınmaktır, bu, esas olmalıdır…
Elbette hiç kimse ne kutsanacak temizliktedir ne de tüm sorunları tek başına üretendir.
Fakat aynı mantıkla devamla, toplumsal sorunları da tek başına çözmek olası değildir.
Eğitimi güçlü bireylerin, örgütü çağdaş anlayışla işleyen toplumudur ki, siyasette, sosyal yaşamda, ekonomide toplam kalitemizi yükseltebilir.
Nihayet “her şeye karşın” yakın dönemde siyasetin demokratikleşmesi gerekir ki, ekonomide bile demokrasiyi arayabilelim…
- Siyasi Partiler Yasası demokratikleştirilmelidir. Disiplin denetim düzeneği iddia sahibinin ispatı, savunmanın başlangıçta masumiyeti ilkesine göre yapılanmalıdır.
- Seçim barajları en uygunu tümüyle sıfırlanmalıdır. Değilse, en çok % 3 ile sınırlandırılmalıdır.
- TBMM’nde güvenoyu, yapıcı güvenoyu ve gensoru araçları işlevsel olmalıdır.
- Basında sendikalaşma zorunlu hale getirilmelidir.
- Siyasetin finansmanı saydamlaştırılmalı, halka açıklanmalıdır.
- Mal varlığı şeffaf hale getirilmelidir. (tüm siyasetçiler açısından)
- HSK yapısının belirlenmesinde iktidarın özgül ağırlığı yeniden değerlenmelidir.
- Üniversite özerkliği mutlaka hayata aktarılmalıdır.