Kar romantizmi

Güncelleme:

Dün gece yağan muhteşem kardan sonra, bu yolsuzluk var mıydı? Yok muydu derken zaten az olan romantizmimi iyice kaybettiğimi anladım. Onun için bu gün Chopen dinleyip, evimden gözüken karlı tepeleri seyredeceğim. Belki öyle bir havaya girip spirtüel şiirler bile yazabilirim.

İnsan herhalde ego denen bazen iyi bazen kötü ne idiğü belirsiz hayalet yüzünden hep tatminsiz, hep ne olduysa daha fazlasını isteyen, hep beklentileri olan bir varlığa dönüşüyor.

Mesela ben diye başlayan cümleler, daha çocukken her lafımızın başına kuruluyor. Yetişkin olduktan sonra, mantığımızla biraz dengeliyoruz bu " ben" sorununu. Daha sonra maskeli "ben"ler çıkıyor ortaya. Yani kendimizi kontrol ediyor, eksiklerimizi etrafımızdaki insanlara göstermiyoruz.

Çocukluğumda yani ilkokul sıralarında, erkek gibi kısa saçlı, biraz şişman, biraz sessiz ve çekingen bir çocuktum. Sınıfın en çalışkan çocuğuna aşıktım. O zaman ki kriterlerimde, bir çocuğun dünyası ve bakışına göre, en üstün özellikli olarak onu görüyordum. Bir de galiba, gözleri yeşildi, öyle hatırlıyorum ya da ela.. Benimse ona göre daha sarıya bakan bir ela olduğu için, her halde, bende olmayan şey güzeldir duygusu vardı. Tam olarak şu anda bu duyguların, nedenlerini analiz edemiyorum. Ama o zaman bile, belli imajlar vardı hayatımda herkeste olduğu kadar. Belki herkesten çok, belki de daha az.

Yüzüm o kadar renksiz ve sarıydı ki, bir gün ortaokul 1. sınıftayken, matematik öğretmenim yanıma yaklaştı ve sarılık mı oldun çocuğum yüzün çok sarı dedi. Bu kadar utandığımı hatırlamıyorum, herkesin içinde, çok rencide olmuştum.

Sonra bu kendini çirkin hissetme hali bu sefer bende başka bir hırsa dönüştü, en güzel olma ve herkes tarafından beğenilme haline. İlk evliliğimi 17 yaşımda yaptığım için, evli bir çocuk kadın olarak kendime çok bakmaya başladım. Spor ve güzellik salonları, kozmetikler yaşamımın ayrılmaz bir parçası oldu. Çevremdeki tüm arkadaşlarımda öyleydi zaten. .Hatta öyle çok spor yapıyordum ki, aç karnına aeorobik yapmaktan, hoplayıp zıplamaktan ( o zaman, trend oydu ) tansiyonum düşüyor, bayılacak hale geliyordum. Hatta bir gün, kafam sersem olmuş, yolun sağında duran arabaya küt diye çarpıvermiştim, spor salonu sonrasında..

Sonra, kısa olan saçlarımı uzattım, sarı olan yüzüm fondotenlerle pembe beyaz oldu. Boyumla kilom arasındaki fark 15 i gördü derken baktım ki, eline yüzüne bakılır bir hale gelmişim. Hemen, peki şimdi sırada ne var durumuna geçmiştim.

Tabii ki sadece güzellik akıl olmazsa işe yaramaz diye düşündüğümden, bu sefer bana keyif veren ve kendimi mutlu hissedeceğim bir işim olmasını istedim ve bu güne kadar geldim. Medyanın içinde olmak, televizyon ekranında olmak, haber sunmak, program sunmak, başka ekran gerisinde işler yapmak gibi pek çok iş yaptıktan sonra bu gün geldiğim noktada, bazen kendimi siyasi gündeme o kadar kaptırıyorum ki, yapılan işler haklı mı, haksız mı, insanlar mağdur mu olmuş, üzülmüş mü , aç mı kalmış, kendini mi yakmış gibi konulara o kadar üzülüyorum ki, vücut kimyam anında bozuluyor.

Ne romantizm kalıyor, ne duygusallık..

Oysa dönüp etrafıma baktığımda, sadece doğanın içinde olmanın, o güzelliği , bembeyaz karın dinginliğini ve büyülü görüntüsünü görmenin, havanın keskin soğuğunu içine çekmenin insana ne kadar iyi geldiğini unutuyorum. Ne yazık ki imajlara kapılıp, hep daha iyi olmak, daha akıllı olmak, çevreye duyarlı olmak adına, kendi yaşamımın en güzel anlarını kaçırıyorum..Sanki bir daha ve bir daha o anları yakalayabilecekmişim gibi….