İsrail için ‘tek yol’ demokrat Yahudilerin işaret ettiği yoldur, yoksa çıkışı çok zordur
Bağımsız Bosna devleti kurulduktan sonra Aliya İzzetbegoviç’in Ankara’ya ilk atadığı Büyükelçi Hajrudin Somun, sadece diplomat değil Ortadoğu’yu yakından tanıyan bir yazar ve tarihçi.
Somun, Bosna’nın etkili gazetesi Oslobodenje için kaleme aldığı yazıda, Hamas’ın 7 Ekim saldırısıyla başlayan savaş hakkında kritik bir hususu vurguluyor: Bu savaş İsrail-Hamas değil, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun arzu ettiği şekilde süregelen İsrail-Filistin savaşıdır.
Pek çok çevre Hamas’ın saldırısını 1973 Yom Kippur savaşı, 2006 İkinci Lübnan savaşı, hatta Japonya’nın 1941 Pearl Harbor baskını ile kıyaslıyor.
Ancak ‘sürpriz saldırı’ gibi sınırlı benzerlik unsuru hariç, bu benzetmeler pek anlamlı değil.
1973 savaşı İsrail ile iki devlet arasındaydı; Mısır ve Suriye. Ama Hamas bir avuç alana sıkıştırılmış, ağır kontrol ve baskı altında tutulan bir örgüt. Ona rağmen, kendilerinin de itiraf ettiği gibi, kuruluşundan bu yana yani 75 yıldır İsrail’e yaşadığı en ağır darbeyi vurdu.
Saldırı Filistin sorununun gidişatını ciddi ölçüde değiştirecek. İsrail artık Başbakan Netanyahu’nun birinci plandaki aktör olarak yön verdiği İsrail olmayacak. Büyük olasılıkla Netanyahu’nun siyasi hayatı Hamas tarafından sona erdirilmiş olacak. Göreceğiz.
Pearl Harbor benzetmesi ise gerçek bir paralellikten çok İsrail’in büyüklük kompleksi, kontrolsüz kibri ve kendini beğenmişliğinin ürünü. Eski Yunan dilinde buna ‘hubris’ diyorlar.
Muhakkak savaş tarihinden bir benzetme yapılacaksa, belki Kuzey Vietnam güçlerinin 1968 başındaki ‘Tet Saldırısı’ akla gelebilir.
O saldırıda ABD ve Güney Vietnam kuvvetleri taktik başarı kazanmış, saldıran Kuzey Vietnam güçlerine misli ile daha fazla kayıp verdirmişti. Ama Tet saldırısı Vietnam savaşının gidişini kökten değiştirdi, sonuçta siyasal ve stratejik planda kazanan Kuzey Vietnam oldu.
İşçi Partisinin güçlü olduğu günlerde başta Başbakan İzak Rabin’in yönetiminde olmak üzere, İsrail “barış için toprak” siyaseti izliyordu. 1967’de işgal edilen topraklar Filistinlilere geri verilecek, karadan bağlantılı Gazze ve Batı Şeria topraklarında başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devleti kurulacak, karşılığında kalıcı barış sağlanacaktı (iki devlet çözümü). İsrail’in imzaladığı Oslo Anlaşmalarının (1993-1995) hedefi de buydu.
Netanyahu 1996’da ilk kez başbakan olduktan sonra “barış için toprak” siyasetini adım adım yırttı, çöpe attı, yerine “askeri güç yoluyla barış” politikasını koydu. Filistinliler’e haklarını vermeden ama İsrail’in askeri gücünü kullanarak ve Amerika’nın desteğini arkasına alarak barışı dayatacaktı.
Hamas saldırısı öncesinde Netanyahu’nun siyaseti epey ilerleme kaydetmişti. Yeni hedefler şöyleydi:
Tevrat’ta ‘İsrail Ülkesi’ olarak anılan topraklara, yani Batı Şeria’ya İsrail devletinin el koyması. Bunun anlamı, Tevrat’ta Yahudiye ve Samarya diye anılan Batı Şeria’da, Filistin halkının mülklerinin askeri güç yoluyla gasp edilmesidir. Çok mesafe alındı.
Bir diğeri, laik yasalar yerine Tevrat’taki Yahudi yasa sisteminin (Halaha) uygulanmasıdır. Bunun anlamı, Yahudi olmayanların (Filistinlilerin) eşit haklara sahip vatandaş değil, kendi topraklarında hukuki haklardan yoksun kul düzeyine indirgenmesidir.
Mesela mevcut Milli Güvenlik Bakanı Ben Gvir bunu defalarca açık açık söyledi: Filistinliler ya terk edecek ya da (ırkçı, aparthayd) Yahudi İsrail devleti altında yaşamayı kabul edecek. Bu konuda da çok mesafe alındı, 2018’de kabul edilen Millet Devlet Yasası gibi. İsrail şu anda artık demokratik değil ırkçı bir devlettir.
Son olarak, Babil’in yıktığı Birinci Tapınak ve Roma’nın yıktığı İkinci Tapınak yerine, aynı yerde yani Tapınak Tepesi’nde, Üçüncü Tapınak inşa edilecektir. Bunun anlamı, aynı yerde bulunan Mescid-i Aksa’nın yıkılarak, yerine Yahudi Tapınağı inşa edilmesidir.
Alınan mesafe şimdilik sınırlı ama hedef açık ve net. Radikal Yahudi siyasetçiler Mescid-i Aksa külliyesini polis gözetiminde Yahudi yerleşimcilere açtılar ve adım adım talepleri yükseliyor.
Şimdi kavga bu ve Filistinlilerin direnişi artık Oslo Anlaşmalarına dönmekten ibaret değil.
Netanyahu ve çevresindeki fanatik Yahudiler, dünyanın değişik yörelerinden gelen ama sonuç doğurma şansı olmayan zayıf tepkilere kulak asmadan, hedeflerine doğru adım adım ilerliyordu.
Hamas saldırısı Filistin sorununun gidişini radikal şekilde değiştirdi. Neler olacağını göreceğiz.
Netanyahu’nun durumunu ve savaşın yayılma olasılığını ayrıca daha ayrıntılı ele alacağız.
İsrail Hamas’a korkunç ağır bir bedel ödetecek. Amerika ve Avrupa’nın desteğini arkasına almış durumda ve hemen her istediğini yapabilecek güce sahip görünüyor.
İki milyon 300 bin Filistinlinin çoğunu veya tamamına yakınını Gazze’den sürebilir. Eşi görülmemiş bir kitlesel katliam veya soykırım yapabilir. Hamas’ı bitirebilir. Gazze’yi ilhak edebilir.
Ama stratejik hedefin ne olduğunu henüz belirleyebilmiş değil. Çünkü ilk bakışta görünen bu seçeneklerden hiçbiri İsrail için çıkış yolu oluşturmuyor.
İsrail için çıkış yolunu Hamas saldırısından sadece iki ay önce -adeta olacakları görmüş gibi- İsrail’de ve Amerika’da yaşayan tam 2.844 demokrat Yahudi yayınladığı bir bildiride gösterdi: Irk ayrımına dayalı yasaları kaldırın, Yahudi ve Filistinli eşitliğini sağlayın, işgale son verin.
Kendisine “Odadaki Fil” adını veren grupta üyelerinin çoğu akademisyen. Odadaki fil, pek çok kimsenin görmek istemediği ama sorunun temelini oluşturan ve artık neredeyse kalıcı hale dönüşmüş işgali anlatıyor.
Odadaki Fil grubu 7 Ekim saldırısından sonra bir açıklama daha yayınladı. Özetle:
- Hamas’ın saldırısını en sert şekilde kınıyorlar.
- Hamas’ın elindeki rehineler ve İsrail’in hapiste tuttuğu Filistinli siyasi tutuklular serbest bırakılsın,
- Gazze’deki sivil halk kollektif şekilde cezalandırılmasın,
- İsrail’deki ırk ayrımına dayalı rejime (apartayd), Gazze’de iki milyonu aşkın Filistinlinin kuşatma altında yaşamasına ve Batı Şeria’da on yıllardır devam eden işgale acilen son verilsin,
diyorlar.
Ve ilave ediyorlar: İsrail için başka çıkış yolu yok.
Yahudi olmadığım için, demokrat Yahudi kardeşlerimin açıklamasını sadece gönlümden imzalayabildim.
Ayrıca, ben de İsrail için başka çıkış yolu olmadığını düşünüyorum.
Dünyanın hızla değişen askeri ve siyasi dengeleri karşısında, İsrail’in ırkçı bir rejim altında ve Filistin halkının en temel hakların gasp ederek yoluna devam etmesi sürdürülebilir değil.
İsrail devleti ile aynı yaştayım. Dilerim ki İsrail devleti demokrat Yahudilerin işaret ettiği ‘tek yolu’ bulabilsin, benden sonra da o topraklarda yaşamaya devam edebilsin. Bölgemiz büyük felaketler görmesin.
Başka çıkışları yok.
Buna İsrail karar verecek.
* * *
Şimdi hem kuzeyimizde Ukrayna’da hem güneyimizde Ortadoğu’da iki vahim savaş var. Ne zaman ve nasıl bitecekleri belli değil.
İsrail-Filistin savaşında sorumluluk öncelikle Arap dünyasına düşüyor. Türkiye, Arap dünyasından rol kapma arayışında olmamalı.
Nasıl biterse bitsin, bu iki savaş Avrasya ve Ortadoğu’da yeni savunma yapılarına ve yeni stratejik hizalanmalara yol açacak. Baş döndürücü bir değişim sürecinden geçiyoruz.
Belki de kıyamete doğru gidiyoruz.
İktidarın kötü yönetiminin sonucu olan zayıf ekonomi ve muhalefetin umutsuz vaka görüntüsü Türkiye’nin risklerini artırıyor.
İçinde bulunduğumuz zor dönemde, siyasi karar vericilerimizin elinin altında altın bir pusula var: Her şeyden önce ülke çıkarlarını gözeterek hareket etmek.
İdeolojik saplantılardan ve duygusal hareketlerden özenle uzak durulmalı. Yanlışların bedeli, bastığımız toprağın her an fokurdamaya başlayabileceği mevcut ortamda ağır olabilir.