İran krizinde kazanan Trump ve Amerika mı oldu?
General Kasım Süleymani, Iraklı komutan Mehdi el Mühendis ve yanlarındaki 8 kişinin siyasi bir suikast sonucu öldürmesi üzerine İran, Bağdat yakınındaki Ayn El Esed üssüne 22 füzeyle saldırdı. Ama orada bulunan Amerikalı askerleri değil, Washington’un da teyit ettiği gibi, sadece savaş donanımını hedef aldı.
Amerika mukabelede bulunmayı gerekli görmeyince, gerginlik şimdilik kontrol altına alınmış gibi görünüyor. Ne var ki, yeni bir büyük tırmanma olmasa dahi, bu hukuk dışı suikastın derin sonuçlarını bölgede uzun süre yaşayacağız.
Geldiğimiz noktada kazançlı çıkan, kimi çevrelerin iddia ettiği gibi, Trump ve Amerika mı oldu?
Süleymani suikastı, Başkan Trump’ın Ortadoğu siyasetinde şu ana kadar aldığı en kritik karar. Ona rağmen, bu karara hangi stratejik analizler sonunda vardığı pek belli değil. Trump’ın kazançlı çıkıp çıkmadığına kara vermek için henüz erken. Bu konuda elimizde basit bir ölçüt var: On ay sonra ABD’de yapılacak başkanlık seçimi. Süleymani krizinin Kasım ayındaki seçimi nasıl etkileyeceğini ancak o zaman göreceğiz.
Benzer şekilde elimizde, ABD’nin kazançlı çıkıp çıkmayacağını gösteren sağlam bir ölçüt de bulunuyor: Suikastın, ABD ve İran arasındaki ‘Irak’ı kim kontrol edecek’ mücadelesini nasıl etkileyeceği. Şu an ABD ve İran arasındaki çatışmanın ilk plandaki stratejik hedefi bu. Esasen General Süleymani’nin en önemli bir görevi tam da buydu. Bu sorunun cevabını da çok uzun olmayan bir zaman dilimi içinde göreceğiz.
Irak sahnesinde cereyan eden bu mücadelede, suikast nedeniyle İran psikolojik, siyasi ve askeri planda ciddi avantajlar sağlamış görünüyor.
İran’ın en sevilen komutanının öldürülmesi, İran için psikolojik bir darbe oldu. Ama buna karşılık Irak ve İran’da kitlelere muazzam bir Amerika karşıtı enerji ve direniş ruhu aşılandı. İran’da mollalar rejimine karşı, Irak’ta ise Tahran’ın etkisine karşı son zamanlarda yoğun protestolar düzenleyen kitlelerin direnişi sekteye uğradı, muhalefet zayıfladı. İran’da rejim yanlılarının ve en çok da radikallerin eli güçlendi.
Gelişmelerin siyasette paralel sonuçları oldu. Artık Iraklı siyasetçilerin Amerikan yandaşı olabilmesi çok zorlaştı. Suikast, Irak’ın egemenliğinin kaba bir ihlali idi. Irak meclisinin aldığı ABD askerlerinin çekilmesi kararı göstergelerden biri.
Irak’ta bir süredir devam eden yeni başbakan arayışlarının da etkileneceği muhakkak. Washington’un şiddetle arzuladığı ve yoğun lobi faaliyetinde bulunduğu gibi, Amerikan yanlısı bir başbakanın seçilme ihtimali en aza indi.
Ama en önemli sonuç askeri alanda. Başkan Obama 2011’de Irak’taki Amerikan askerlerini geri çekmişti. IŞİD’in bölgede geniş bir alanı ele geçirmesi ve Irak hükümetinin daveti üzerine, ABD askerleri 2014’de geri döndü.
IŞİD’e karşı verilen savaşta Irak ve İran, ABD’yle işbirliği yaptı. Amerikalı askerler daha çok eğitim, danışmanlık ve istihbarat sağladı. Savaşta önemli görevler yüklenen Iraklı Haşd Şabi ordusunun en üst komutanlarından biri, Mühendis idi. İranlı General Süleyman da sık sık cephede en ön saflarda görülüyor, İran’ın katkısını koordine ediyordu.
Anlaşma hükümlerine göre Amerikalı askerler sadece ve sadece IŞİD’le mücadele için Irak’ta bulunacaktı. Ama öyle olmadı. IŞİD’le savaş için gelen Amerikalı askerler, IŞİD’e karşı savaşan Süleymani ve Mühendis’i öldürdü.
İşbirliği bitti. Şimdi Irak’ta bulunan 5500 civarındaki Amerikalı askerinin, düşmanca duyguların kabardığı bir ortamda kalabilmesi zor.
Bütün bunlar suikast sonunda, Irak’ı kontrol etme mücadelesinde İran’ın değişik avantajlar elde ettiği anlamına geliyor. Ancak bu avantajları gerçek kazanca çevirebilmesi için, İran’ın elini aşırı yükseltmeden kullanması gerek. Bu noktada, İran’ın dikkate aldığı en az iki husus olduğunu söyleyebiliriz.
Birincisi, dünyanın en büyük askeri gücü ABD karşısında, iki devlet arasında yapılacak konvansiyonel savaş tuzağına düşmekten kaçınmak. Ayn El Esed üssüne yaptığı saldırıda ABD askerlerini hedef almamasını, zafiyetten çok bu çerçevede okumak gerekiyor. Bu savaşın asimetrik olduğunu İran hiçbir koşul altında unutmamak zorunda.
Diğer taraftan, elimizde henüz ayrıntılı askeri-teknik analizler yok ama yüzlerce kilometre uzaktan vurmak istemediği hedefleri değil, sadece seçtiği hedefleri vurabilmesi, İran’ın füze teknolojisinde son yıllarda sağladığı dikkat çekici bir gelişme olarak görülmeli. Amerikalı ve İsrailli askeri uzmanların bu analizleri dikkatli bir şekilde yaptığına emin olabilirsiniz.
İkinci husus, strateji uzmanlarının ‘inandırıcı reddedilebilirlik’ (plausible deniability) diye adlandırdığı imkanı İran’ın, şimdi farklı seçenekleri kapsayacak şekilde tekrar kullanması.
Çok eski çağlardan beri siyasette, istihbaratta ve askerlikte kullanılan bu yöntem, başkaları tarafından yapılan eylemlerle ilgili bilgi ve sorumluluğu, gerçekte bilgi ve sorumluluk sahibi olunsa bile, inandırıcı bir şekilde reddedebilme olanağı olarak tanımlanabilir.
Somut bir örnek verelim. Amerika, Irak ve İran işbirliği sonunda İslam Devleti DAEŞ yıkıldı. Ama sayıları birkaç bin olarak ifade edilen IŞİD militanının ülkenin değişik köşelerine dağıldığı biliniyor. Tamamen tükenmiş değiller. Fırsat kollayan bu militanların, Süleymani suikastını “Allah’ın bir lütfu” olarak gördüğü muhakkak.
Şimdi işbirliği bittiği için 5500 Amerikan askeri öncelikle kendini korumak zorunda. Eskiden olduğu gibi Irak ordusundan veya İran yanlısı milislerden gelecek korumaya güvenemezler. Onlar artık IŞİD militanlarının ABD askerlerine saldırılarını görmezden gelebilir, hatta değişik şekillerde kolaylaştırıcı bir tutum içine girebilirler. İran bu konularda hayli deneyimlidir.
Böyle bir durumda İran’ın suçlanması mümkün olmayacak, inandırıcı bir şekilde bilgi veya sorumluluk sahibi olduğunu ret edecektir. Bu örnekleri sadece Irak değil, muhtemelen Afganistan’a kadar uzanan geniş bir alanda görebileceğiz.
Trump ciddi bir açmaz karşısında. ABD’nin 5500 askerle Irak’ta askeri varlığını sürdürebilmesi çok zor. Eğer kısa süre içinde geri çekerse, İran karşısında yenilgiyi kabul etmiş olacak. Ayrıca Suriye’de sayısı 500’e indirilen askerlerin de, Irak’taki Amerikan gücünden gelen destek olmadan başarıyla görev yapması mümkün değil.
Irak’ta asker tutmaya devam etmek istiyorsa, Trump’ın sayıyı ciddi ölçüde yükseltmesi gerekecek. ABD benzer şekilde 2007’de Irak’ta zor duruma düşmüş, sahada kontrolü kaybetmiş, 30.000 ilave asker göndermek zorunda kalmıştı (meşhur ‘surge’ olayı). Ama on binlerce ilave askerin Irak’ta doğuracağı uzun vadeli sonuçlar bir tarafa, Amerikan kamuoyunun Ortadoğu’da yeni savaşlara girilmesine güçlü şekilde karşı olması nedeniyle, böyle bir kararı seçime 10 ay kala seçmene anlatmak kolay olmayacaktır.
‘Sonsuz savaşlara son vereceğim’ diyerek seçilen Trump, on binlerce ilave askeri Irak’a gönderirse, Kasım seçimlerinde yüksek bir risk almış olacak.
Trump’ın kendini içine düşürdüğü bu açmaz, Ayn Esed saldırısının ertesi sabahı yaptığı kısa ve çelişkili konuşmada açık şekilde görüldü. Önce defalarca İran ve Süleymani’nin terörist olduğunu ilan etti, hemen arkasından İran’la teröristlere karşı işbirliği yapmak istediğini açıkladı! Ardından da, bölgeye NATO askerlerini davet etti.
Öyle görünüyor ki Trump, suikast düğmesine basarken, arazideki Amerikan askerinin durumuyla ilgili ayrıntılı bir değerlendirme yapmamıştı, belki o ayrıntıların farkında dahi değildi.
Hem bölgedeki askerlerini çekmek, hem IŞİD kalıntılarıyla mücadeleyi sürdürmek isteyen Trump, IŞİD savaşında kendisine en çok destek veren askeri birliklerin en sevilen iki komutanının katledilmesi emrini, daha çok ilkel içtepilerin etkisi altında vermiş görünüyor.
Eğer NATO ülkelerinin asker göndermesi istenirse, Türkiye kesinlikle bu macera içinde yer almamalı, bunun yanlış olduğunu anlatmalı ve karşı durmalıdır. Bugüne kadar başta ABD, yabancı devletlerin Ortadoğu’da giriştiği sayısız askeri maceradan hiç biri, bölge için hayırlı sonuç doğurmadı.
Bir başka olasılık, Amerikan askerlerinin Irak Kürdistanı’na çekilmesi. Şu an için zayıf görünen bu ihtimal çok karmaşık sorunlar doğuracak, Irak’ın parçalanmasına giden yolu açacaktır.
Kısa bir zaman dilimi içinde Washington yönetimi, iki kez üst üste, altında imzası olan hukuki anlaşmaları kaba şekilde ihlal etti. Önce, hiçbir gerekçesi olmadan ve İran’ın bütün taahhütlerini yerine getirmesine rağmen, tamamen keyfi şekilde, Nükleer anlaşmadan çekildiğini ilan etti.
Şimdi, 2014’de imzaladığı anlaşmanın açık hükümlerine ve ABD’li yetkililerin Bağdat yönetimini ikna etmek için defalarca yaptığı açıklamalara rağmen, Irak’ta bulunan askerlerini IŞİD mücadelesi dışında ve vahşi bir operasyon için kullandı.
ABD ahde vefa ilkesine bağlı değil. Hukuk anlayışı “Ben Amerika’yım lan” ve “Güçlü olan haklıdır” üzerine kurulu.
Son olarak, Irak’ı kim kontrol edecek mücadelesinde İran’ı avantajlı kılan bir hususa daha işaret etmek istiyorum: Türkiye’nin durumu.
Bugün Irak dediğimiz, Fırat ve Dicle boyunca Cizre’den Basra’ya kadar uzanan topraklar, 1500’lerin başından bu yana 500 yılı aşkın bir süredir daima İranlılar ve Türkler arasında nüfuz mücadelesi alanı oldu. Bu iki ülke savaşlar ve barışlar yaptı, değişen zamanların ruhuna uygun şekilde, birbirini dengeledi. Bazı araştırmacılar Irak’ı, Türkiye ve İran arasında bir sınır ve geçiş bölgesi olarak görür.
Bugün de Irak coğrafyasında İran nüfuzunun dengelenmesi, Türkiye’nin güçlü bir katkısı olmadan mümkün değildir. ABD bunu tek başına başaramaz.
Ne var ki AKP iktidarının izlediği dış siyaset, Türkiye’nin tarih ve coğrafya nedeniyle Irak’ta sahip olduğu olanakları baltalamış, sakat bırakmıştır. Sünni mezhepçilik üzerine kurulu ve elinde İhvan bayrağı taşıyan bir siyasetle bugün o coğrafyada İran’ın nüfuzunu dengeleme şansınız sıfırdır. O yoldan gittiğinizde, hüsrandan başka bir sonuca ulaşmanız neredeyse imkansızdır. Bu konuyu daha önce de değişik yerlerde inceledim. İşte bu anlamda ve Ankara kendi siyasetinde köklü bir yenilenme yapmadığı takdirde, Irak’ta şimdi İran rakipsizdir.
Esasen AKP’nin Sünni mezhepçilik ve İhvan bayraktarlığı üzerine kurulu Ortadoğu siyasetinin iflas ettiği tek yer Irak değil. Suriye ve Libya örneklerinde olduğu gibi, AKP iktidarının son zamanlarda bölgenin değişik yörelerine asker gönderme zorunda kalmasının arka planında, bu iflas hiç kuşku yok ki önemli bir yer tutmaktadır.