İngiltere’deki AB referandumu Türkiye için önemli
Bugün hayali bir konu üzerine yazacağım: Türkiye’nin AB üyeliği.
Bir AKP milletvekili kısa süre önce TV canlı yayınında, sıradan bir şey anlatıyormuş ses tonuyla, herkesin bildiği bir gerçeği itiraf etti. Yargının artık siyasi iktidarın emrinde olduğunu açıkladı.
Yargıyı siyasi iktidarın eline veren ve basın özgürlüğünü kaba şekilde ezen bir ülkenin AB üyesi olması sadece bir hayal. Çünkü bu iki konu, yani bağımsız yargı ve ifade özgürlüğü, AB’yi AB yapan en temel iki değer.
Bunun öyle olduğunu AKP iktidarı bilmiyor değil. Çok iyi biliyorlar.
Ama bir taraftan da Türkiye’yi AB’ye üye yapmak istiyormuş gibi rol kesiyorlar. Mış gibi yapıyorlar.
Belli ki AKP iktidarı için AB üyeliği ciddi bir hedef değil. Fazla önem taşımıyor. Zaten AKP’nin en üst düzey yetkilileri bunu da defalarca açıkladı.
Daha önce üyelik hedefi gözetilerek yapılan AB’ye uyumlu reformlar, bir göz boyama imiş. Kendi iktidarlarını sağlama alana kadar atılan taktik adımlarmış.
Şimdi en ufak bir rahatsızlık duymadan, yap-boz yasalarıyla, kendi yaptıklarını tek tek bozuyorlar. Demek daha önce takiyye yapıyorlarmış.
İngiltere’de referandum
Bir an için hayal kuralım ve Türkiye’nin AB üyelik ihtimalinin tekrar gündeme geldiğini düşünelim. Tabii bunun ilk şartı, AKP iktidarı tarafından yargı bağımsızlığına ve ifade özgürlüğüne takılan kelepçelerin sökülmesi.
İşte o takdirde, İngiltere’de 23 Haziran’da yapılacak referandumun Türkiye’yi yakından ilgilendirecektir. Bu önemli referanduma 10 haftadan az bir süre kaldı.
Bilindiği gibi o referandumda Britanya seçmeni, AB üyeliğine devam etmeye veya ayrılmaya karar verecek. İngiltere'de şu sıralarda güçlü 'AB'den ayrılalım' rüzgarları esiyor.
Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron, AB'den bir dizi köklü değişiklik yapmasını talep etti. İstekleri önemli ölçüde kabul edildi.
Bu talepler karşılanmasaydı, Haziran ayında yapılacak referandum sonunda İngiltere’nin AB'den ayrılması neredeyse kesin olacaktı. Şimdi yine de çekişmeli bir referandum bekleniyor. Anketlerde bazen ayrılma yanlıları, bazen devam diyenler birkaç puan farkla önde çıkıyor.
İngilizlerne istiyor?
İngilizlerin önemli bir talebi var. Giderek ‘daha derin’ ve ‘daha sıkı' bir AB yaratmaya dönük uygulamalara karşı çıkıyorlar. Bu uygulamaların İngiltere için geçerli olmamasını istiyorlar.
Londra hükümetinin elinde daha çok, Brüksel'de daha az yetki olmasını arzu ediyorlar. Brüksel'in çıkardığı AB yasalarından, İngiltere'nin uygun bulmadıklarını uygulamama hakkı olsun diyorlar.
Daha somut olarak, AB üyesi ülkelerden İngiltere'ye gelen göçmenlerin yerleşme, iş bulma ve sosyal devlet nimetlerinden faydalanma imkanlarına Londra hükümetinin sınırlama getirebilmesini talep ediyorlar. Buna karşılık AB'nin halen en temel özelliklerinden biri, AB vatandaşlarının her ülkede eşit şartlarda yaşama ve çalışma hakkına sahip olması.
Bir başka önemli konu, Brüksel'in ekonomi ve finans hayatına getirdiği düzenlemeler. İktidardaki Muhafazakar Parti ve İngiltere'de başka pek çok çevre, Brüksel'in ekonomiye aşırı müdahale ettiğini düşünüyor. Kendi ülkelerinde daha liberal politikalar uygulamak istiyorlar.
Ayrılmayı savunan İngilizlerin görüşüne göre, Brüksel’deki dev bürokrasinin tutsağı olmuş AB, mevcut durumuyla hantal, rekabet gücünü giderek kaybeden, verimsiz ve geleceği olmayan bir yapıyı temsil ediyor.
İngiltere'nin talepleri, esas olarak federal veya merkeziyetçi bir AB anlayışına karşı çıktığını, konfederal veya merkeziyetçi olmayan bir Avrupa arzu etiğini gösteriyor. Bu da Türkiye'yi hayli yakından ilgilendiriyor.
Ama ona rağmen bu önemli konuyla, sadece siyasilerimiz değil seçkinlerimiz de pek ilgilenmiyor. Halbuki Türkiye'nin bu tartışmalar içinde yer alması ve söyleyecek sözü olması gerekirdi.
Avrupa’da iki büyük akım
İngiltere’deki referandumun Türkiye’nin olası AB üyeliğini niçin yakından ilgilendirdiğini daha iyi anlayabilmek için, AB içindeki tartışmaların aslında, Türkiye'nin üyeliğini yakından ilgilendiren ama onun ötesindeki bir çerçevede yürüdüğü görmek ufuk açıcı olabilir.
Avrupa içinde bugün, siyasi-ideolojik eksende gördüğümüz sağ-sol ayırımını aşan ve farklı yaklaşımlara sahip iki anlayış var. Bu iki anlayış arasındaki farkı, nasıl bir Avrupa hayal edildiği sorusuna verilen cevaplarda görmek mümkün.
Birinci anlayış, genel hatlarıyla ifade etmek gerekirse, daha açık bir Avrupa'yı savunuyor. Korumacılığa karşı ve rekabetin gelişme doğuran özelliğine daha çok inanıyor.
Olumsuz yan etkilerine rağmen küreselleşmeyi iyi bir şey olarak görüyor. Merkeziyetçiliğe karşı.
Dışlamacı değil kapsayıcı bir yaklaşıma sahip. Farklı olanların bir arada yaşamasını temel bir Avrupa değeri kabul eden, yabancı düşmanlığı eğilimleri zayıf bu anlayış, Avrupa'nın kökleri en derinlere uzanan özgürlükçü gelenekleri üzerinde duruyor.
Ortak değerleri benimseyen Avrupa halklarına 'hoş geldin' demeye hazır. Genellikle Türkiye'nin üyeliğini destekliyorlar.
Pek çoğu Türkiye'den başka Ukrayna, Moldavya ve Beyaz Rusya'nın da katıldığı 35 veya daha fazla üyeli bir AB tasavvur ediyor. Bu çizgiyi temsil ettiği söylenebilecek ülkeler arasında İngiltere, İspanya ve İsveç’i sayabiliriz.
Bu ülkelerin ortak bir özelliği, her üçünde de ana gövdeyi temsil eden, iktidarı ve muhalefeti sırayla paylaşan merkez sağ ve merkez sol partilerin, yukarıda özetlenen açık, rekabetçi, genişleyen Avrupa idealini savunması.
İngiltere'de İşçi Partisi ve Muhafazakarlar, İspanya'da Sosyalistler ve Halk Partisi, İsveç'te Ilımlı (Moderat) Partinin liderliğindeki Sağ Blok ve Sosyal Demokratlar aşağı yukarı bu çizgide.
Bu üç ülke Türkiye'nin AB üyeliğini, değişen siyasi iktidarlara rağmen istikrarlı bir şekilde destekledi. Çünkü merkez sağda veya solda, hemen bütün partiler en genel hatlarıyla yukarıda özetlediğimiz anlayışı paylaşıyor.
Tabii Avrupa'da yukarıda özetlediğimiz anlayışı paylaşan ve o arada Türkiye'nin AB üyeliğine destek verenler bu üç ülkeyle sınırlı değil. Başta İtalya ve Polonya, AB ülkelerinin çoğu, Türkiye'nin AB üyeliğinden yana tavır alıyordu.
İkinci anlayışı ise genel olarak, daha kapalı bir Avrupa isteyen, merkeziyetçi ve yer yer otoriter eğilimlere daha yakın görüşler oluşturuyor.
Çoğu küreselleşmeye karşı. Başta tarım olmak üzere pek çok konuda korumacılıktan yanalar.
Dünya görüşleri pek çok yönüyle devletçi unsurlar içeriyor. Farklılıklara karşı daha az hoşgörüleri var ve dini tek başına belirleyici bir farklılık nedeni olarak görüyorlar.
Genişlemenin yavaşlamasını, hatta durdurulmasını talep ediyor ve onun yerine 'derinleşme' istiyorlar. Federal bir Avrupa hayal ediyorlar.
Fransa bu anlayışın güçlü bir temsilcisi. Fransa'da hem sağ hem sol partiler yukarıda özetlediğimiz çizgiye daha yakın duruyor.
Ortalama Fransız zihniyeti için 'rekabet' kavramı, olumsuz ve kötü bir anlam ifade ediyor. Sadece Türkiye'nin AB üyeliğine değil, çoğu Çin'den gelen domates salçasına da karşı.
Ama Avrupa'nın köklü değerlerini, en kadim geleneklerini ve geleceğini daha iyi temsil eden, kapalı Avrupa'dan yana olanlar değil açık, rekabetçi, çoğulcu ve farklılıkların bir arada yaşadığı bir Avrupa'dan yana olanlar.
AB için açıklık ve küresel dünyaya ayak uydurmak dışında bir gelecek yok. Avrupa Birleşik Devletleri mümkün değil. Bu da eski Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve onun gibi düşünenlerin değil, Türkiye'nin üyeliğini destekleyenlerin çizgisi (tabii, Türkiye demokrasi yolundan ayrılmadan önce).
Tarih boyunca ve özellikle popülist siyasetçiler arasında, Avrupa'nın kadim değerlerine ve geleneklerine karşı duranlar hep oldu. Ama hiçbiri, ana akışı geriye çeviremedi ve kapalı Avrupa yanlıları hemen hep kaybetti.
AB içinde çoğunluk bugün yine öyle düşünüyor. Muhtemelen kazanan da bu çizgi olacak. Çünkü dışlayıcı bir Avrupa'yı bekleyen akıbet, yönünü kaybetmek anlamına gelecek.
Ortak değerler temelinde açıklığı, katılımcılığı ve farklılıklar içinde bir arada yaşamayı savunanlar kazanacak. Tahminim, İngiltere’nin AB içinde kalmasının yolu da bir şekilde bulunacak.
İngiltere’deki referandumun önemi
Sanıyorum yukarıdaki açıklamalar, 23 Haziran’da yapılacak İngiliz referandumunun bizim için önemini açıkça ortaya koyuyor. İngiltere birlikten ayrılma yolunu seçerse, Türkiye'nin üyelik ihtimali neredeyse tamamen ortadan kalkacak.
İngiltere'nin AB’den ayrılmasıyla Türkiye sadece güçlü bir destekçisini kaybetmiş olmayacak, daha önemlisi, ortaya merkeziyetçi eğilimleri hayli güçlü bir AB yapısı çıkacak. Böyle bir birlik içinde Türkiye'nin yer almasını düşünebilmek zordur.
Muhtemelen iki tarafta da isteksizlik daha da artacak. O takdirde en gerçekçi ihtimal, İngiltere ile AB arasında belirecek yeni ilişki şekline benzeyen, ama Türkiye'nin koşullarına uyarlanmış yeni bir AB-Türkiye ilişkisinin inşa edilmesi olacaktır.
İşine bisikletle gidip gelen Londra Belediye Başkanı Boris Johnson, İngiltere’nin en sevilen siyasetçilerinden biri. Belediye Başkanlığı görevinde başarı kazanan Johnson, Osmanlı’nın son İçişleri Bakanı Ali Kemal’in torunu.
Johnson şimdi Muhafazakar kesim içinde İngiltere’nin AB’den ayrılmasını savunanların en ön saflarında yer alıyor. Referandumda o yönde sonuç çıkarsa, Johnson’un Muhafazakar Parti başına geçmesi büyük ihtimal görünüyor ve öylece Başbakanlık yolu da açılmış olacak.
Tabii İngiltere’nin ayrılması AB için ağır bir darbe olacak. Her şeyden önce, Birliğin stratejik ağırlığı ehemmiyetsiz bir düzeye inecek. AB böyle bir krizin içinden nasıl çıkabilir, ön görmek zor.
Referandumda İngiltere’nin üyeliğinin devamı yönünde sonuç çıkarsa, İngiltere için kabul edilen yeni kuralların, dileyen diğer AB üyelerine de uygulanması gerekecek. Konumları, ihtiyaçları ve bakış açıları farklı ülkelerin AB’ye üye olması kolaylaşacak.
Böylece AB'nin yapı ve işleyişinde ortaya çıkacak değişim, bugüne göre daha çok üyeli bir AB’yi kolaylaştıracak ve önünü açacak. Bu durumda, tabii bir gün tekrar demokrasi ve hukuk devleti çizgisine dönmesi koşuluyla, Türkiye'nin AB üyesi olma şansı devam edecektir.
AB sadece bir dış politika konusu değil
Esasen Türkiye için AB sadece bir dış politika konusu olarak görülmemeli. AB üyeliği, pek çok alanda hızla aşmamız gereken değişim ve dönüşümlerin merkezinde duran, modern Türkiye'nin en büyük projesidir.
Bunlardan belki de en hayati olanı, AB üyeliğinin Kürt sorunun çözümüne yapacağı muazzam katkıdır. 21. yüzyılın ikinci on yılı içinde, Türkiye henüz bu en önemli siyasi sorununu çözebilmiş değil. O nedenle toprak bütünlüğü hâlâ tehdit altında. Toprak bütünlüğünü korumanın en güvenli ve tek kalıcı yolu, gönüllü beraberliktir.
Kürtlerin AB üyesi olmuş bir Türkiye'den ayrılmak isteyebilecekleri düşünülemez. O nedenle AB üyeliği, Kürt sorununun çözümüne hayati bir katkı yapacak ve Türkiye'nin toprak bütünlüğünün en büyük güvencelerinden biri olacaktır.