İklim Değişikliği Konferansı
Birleşmiş Milletler bir konuda gerçekten “birleştiler”: Bu kadar “kirli” bir dünya dönmez; Paris’te 21’incisi düzenlenen “İklim Değişikliği Konferansı”nda küresel ısınma masadaydı!
Yüz otuzdan fazla devlet başkanının katıldığı bu masa aslında her yıl kuruluyor… Bu defa en büyük “kirleticiler olan; Çin, Hindistan ve ABD” insanlığa kesin sözler verdiler: 2100 yılına kadar ısı artışının 2 dereceyle sınırlanması için şimdiye kadar ancak yarısı toplanan 100 milyar dolarlık fon’un “gereği yapılacak”…
Kömür, petrol, doğal gaz tüketimiyle oluşan karbondioksit toplam gazın dörtte üçünü oluşturuyor. Nükleer silah denemeleri, özensiz çöp depoları, spreyler ve saire ile geldiğimiz nokta şu: Ozon tabakasındaki delik büyüyor, dünyanın oksijen tüpü giderek tıkanıyor…
Kirlilik ile küresel ısınma arasında doğrusal bir ilişki bulunuyor…
İster sanayileşmiş olsun ister gelişme yolunda bulunsun, kirliliğin yüzde yetmişi kentlerden kaynaklanıyor ve her on kişiden dokuzu; gıda sürekliliği, enerji güvenliği, su kaynakları ve ekolojik denge açısından, ciddi tehdit altında…
Küresel ısınma ile mücadele rüzgar, güneş gibi yenilenebilir enerjilere yönelmeyi gerektiriyor. Bu yapılabildiği ölçüde; örneğin, Dünya Sağlık Örgütünce kabul edilemez derecede kirli olan Pekin’in havasının daha temiz olmasına ve Hindistan’da halen elektrikten yoksun 300 milyon kişinin üretime ve hayata katılmasına da katkı sağlanabilecek.
Madalyonun bir de diğer yüzü var: Petrol zengini Ortadoğu ülkeleri karbona daha az bağımlı bir ekonominin neresinde duracaklar? Ya da Avrupa’da Almanya’nın başı çektiği yeşil enerji yatırımlarına diğer devletler ne kadar katılacaklar?
Öte yandan TÜİK verilerine göre 459 milyon tondan fazla sera gazı salınımı yapan Türkiye’mizin de bu sorun/konu alanında kimi hedefleri var. Merkezi idare ile yerel yönetimlerin iş birliği, demokratik kitle örgütleri ile basınımızın desteğiyle; ya biz bu hedeflerimize ne kadar ulaşabileceğiz?
Evet, kolektif bilince de bir çağrı yapan Paris 21 Konferansı daha yaşanabilir bir dünya hedefliyor ancak insanlık henüz kendisine tam olarak itiraf edemediği acı gerçeklerle yüz yüze bulunuyor… Aynı Paris’te bir süre önce terör en kanlı yüzünü gösterdi. Diğer yanda savaş ve çatışmalardan kaçmaya çalışan sığınmacılar en dramatik tabloları oluşturuyor.
Küresel kirlenme de dahil, “insani değerlerin kirlendiği” bir dünyada, yeni bir üretim anlayışı ve tüketim alışkanlıkları geliştirilmeden –ve bunlar, esaslı yaptırımlara bağlanmadan- barış, huzur ve esenlik içinde bir geleceği güvence altına almak olası değil…
Başkalarının yıkımı üzerinde yükselen güç, diğerlerinin yoksulluğu üzerinden biriken servet, “ötekilerin” dışlanması biçiminde gettolaşan bir ihtişam; kısacası “yaşanabilir olmaktan çıkan” bir dünya, kime ve neye yarar ki...
Hangi inanış, hangi düşünüş, hangi eğitim vardır ki; insanı ve doğayı gözetmeksizin insana ait sayılabilsin?