Her karanlığın ardında aslında güneş saklıdır...

Güncelleme:

Her ne kadar bu aralar etrafımızda olup bitenler, yüreğimizi acıtsa da, vatanımızı düşmanlara karşı savunan şehitlerimizin kayıp haberleri içimizi burksa da, domuz gribi kapıda can almaya can atsa da….Yaşam ve geride kalanlar daha kuvvetli yola devam etmek zorunda…Bedelleri ödediğimiz acılar, bizi daha güçlendirerek ayakta tutuyor, yeter ki biz hatalarımızdan ders alalım ve umudumuzu yitirmeyelim..

Yarın 1 mayıs, aslında baharın geldiği bir zaman, keşke 1935 de olduğu gibi çiçek bayramı formunda kutlansa ama maalesef çatışmaların yaşandığı bir gün olarak akılda kalıyor..Bahar bayramı değil, çatışma bayramı gibi oluyor. Çok yazık aslında bu kadar tatsız gündemin ve olayın içinde ne kadar da moral verici ve yaşam enerjisi aşılayan bir gösteri olurdu. 1 mayıs çiçek bayramı olarak kutlanması…Ama nerde? Biz böyle önerilerimizi anlatınca,  Alice Harikalar Diyarı" ndan bildiriyor gibi boş boş konuşuyor oluyoruz…

Yine de ben okuduğum ve pozitif enerji vereceğini düşündüğüm bir hikayeyi sizle paylaşmak istiyorum;

  *

   **Acının Gizlediği Armağan**
*
    Bir gün okyanusta yol alan bir gemi kaza geçirerek battı. Gemiden sağ
kurtulan  adamı, dalgalar küçük, ıssız bir adaya kadar sürükledi.

    Adam ilk günler kendisini kurtarmasını için Allah'a yakardı ve yardım
bulurum umuduyla ufka baktı. Ama ne gelen oldu, ne giden...

    Daha sonra rüzgardan, yağmurdan ve zararlı hayvanlardan korunmak için
ağaç dallarından ve yapraklardan bir kulübe yaptı. Sahilde bulduğu, gemiden
arta kalan konserve, pusula gibi eşyaları bu kulübeye koydu.

    Günler hep aynı şekilde geçiyordu. Balık avlıyor, pişirip yiyor ve ufku
gözlüyor, kendisini kurtarması için Allah'a dua ediyordu. Bir gün tatlı su
getirmek için yürüyüşe çıkmıştı, geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde
yandığını gördü. Duman, dans ede ede göğe yükseliyordu. Başına gelebilecek
en kötü şeydi bu.

    Keder ve öfke içinde donakaldı. Şimdi bu ıssız adada, başını
sokabileceği bir kulübe bile kalmamıştı. "Allah'ım, bunu bana nasıl
yapabildin?" diye feryat etti. O geceyi keder ve üzüntü içinde geçirdi. O
kadar dua ettiği halde, başına bu olay geldiği için sitemler etti.

    Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük
sesiyle uyandı!

    Bitkin adam kendisini kurtaranlara sordu;

    "Benim burada olduğumu nasıl anladınız?"

    Cevap onu hem şaşırttı, hem de utandırdı:

    "Dumanla verdiğiniz işareti gördük!"

    Canımızı sıkan, göz yaşlarımızı inci gibi döküveren olaylar sessiz bir
kurtuluş çağrısı, bir mutluluk davetiyesi belki de... İlk bakışta dayanılmaz
gelen acı anlar, sonrasında kalbimizi kuş gibi hafifleten, ruhumuzu ısıtan
tatlı tecrübelere dönüşüyor. Aydınlıkta seçemeyeceğimiz bir ışık, karanlık
basınca fenerimiz oluyor. Keyfimiz yerindeyken burun kıvırdığımız
tavsiyeler, yaslı anlarımızda imdadımıza yetişiyor. İyilik hallerinde sırt
çevirdiklerimiz, zor anlarda sırtımızı dayadıklarımız oluyor.

    Hikayede yanan kulübenin dumanıyla kurtuluş umudunun yeşermesi gibi,
yaşamımızdaki kırık dökükler, yıkıntı ve ziyanlar, kayıp ve yenilgiler
yenilenmenin, yeniden doğuşun tohumlarını ekiyor aslında...

    Acı, derinlerinde gizlenen tatlı hediyelerle dolu. Yapmamız gereken,
acıyla barışıp onu çözümlemek, gizlediği armağanı kalbimize buyur etmek...