Haç ile hilalin değil ezen ile ezilenin savaşı
Dünya’da ve Türkiye’de gerçek çatışma ezenler ile ezilenlerin çatışmasıdır.
Din ve mezheplerin çekişmesi, bu çatışmayı perdeleyen ve değişik coğrafyalarda kurulan tezgahlardır.
Dünya’ya bakalım…
“Tarihin sonundan” “medeniyetler çatışmasına” dolandık, oradan geldik,
11 Eylül'e (*) vardık.
“İslam ve terörizm” Anglo-Sakson kriminal kayıtlarında hacimli bir dosya…
Buna karşılık, İslam dünyanın savunma dayanakları, mezhepsel bölgesel savaşlar nedeniyle zayıflıyor. Çünkü savaşı yazan başka savaşı yapan başka!
Sanayi ve sömürü toplumlarının devlet organizasyonları, tarım ve çadır toplumlarını “vekaleten” çatışmalara gömüyor.
Çirkeflik ve çirkinlik el eledir. Bir halka Doğunun, Bir düğüm Batının boğazındadır.
Dahası bu düğüm, onun atıldığı yerde, Batı da çözülmeye çalışılıyor.
Berbat bir sosyal piyasaları var, fakat iyi kötü bir kamuoyu da oralarda var…
Peki “Hristiyanlık ve terörizm” başlığı atılabiliyor mu?
Böyle bir dosya açılabiliyor mu?..
“Geri kalmış” dünya, sığınmacılara açılan ateş, salgında ilaç bulamayan yoksullar gibi gerçekliklerle, uyuşturucu etkisi altındaki batı başkentlerini suçluyor…
Haydi buradan tutalım: “Uyuşturucu” Doğu’dan geliyor, peki Batı’nın kapılarını açan mekanizmada kirli bir ortaklık yok mu?
Ortakların dini imanı para değil mi?
Tam yanıt şudur: Din ve mezhep temelli bir kutuplaşmaya indirgenen her sorun çözümsüzlüğü getirir, mevcut durumu perçinler; halklar savaşır, gençler ölür, beyler, ağalar, baronlar bayram yapar…
Dolayısıyla bir sorgulama genel ve nesnel olmalı, bir yargılama saydam ve ahlaki yapılmalıdır.
Orta yerde “Haç” ile “Hilalin” savaşı yoktur.
Sömürenle sömürülenin, ezen ile ezilenin, tüketenle üretenin savaşımı vardır.
Orada burada, sınırda kentlerde, bölgelerde denizlerde yaşanılan savaşlar, asla ne halkların ne de ulus-devletlerin savaşı olamaz…
Çünkü halklar (haklı olmadıkça) kendiliğinden savaşmaz, ulus-devletler (hakça yönetildiklerinde) vekalet savaşlarının ateşine atılamaz.
Evet türlü çatışmalar, açılan ve kapıda bekleyen savaşlar vardır ancak mevcut analizle tüm bunlar: olsa olsa büyük Tapınak’a hizmet eden her dinden mürteci odakların, çıkar odaklarının ve iğrenç siyasetin savaşıdır.
Tüm gerçeklerin ortaya konulması ve de hakça bir dünya kurulması, ulus-devlet ile dinin aydınlanmacı ilişkisine bağlıdır. O arada din ile siyasetin kesin olarak ayrılması gerekir.
Hem doğuda hem batıda; siyaset sanatla ve bilimle;
din ahlakla bütünleştiğinde toplumlar normalleşir…
Gelelim, Türkiye’mize bakalım…
Bizdeki çatışma ve çekişmelerin de özünde ezenler ile ezilenlerin savaşımı vardır…
Ulus-devlet aşındıkça, siyaset dine “el attıkça”, kimi dini referanslar da siyasete yön vermeye kalkmaktadır. (Bu noktada da, köleler ve efendiler ekonomik düzeni belirmektedir.)
Oysa;
Anadolu, gerçek Müslümanlıkla, Türk Milleti, ulus-devlet ile yaşar!
Topraklarımız, halkımız ve uygarlığımız üzerine 'kapanmamış hesapları' olan Pavlusçular, Yuhannacılar, Evanjelistler, Kabalistler ve bizi, tarihte olduğu gibi bugün de arkadan vurmaya hazır vahabbi, selefi bağnaz güçler için, bizler, "Darül-harp" arazisinde veya "vaadedilmiş topraklarda" işgalcileriz!?
Bir büyük tezgah ve derin tuzak söz konusudur…
Dinimizin öğretisinden ve kendi dinlerinin özünden nasibi olmayan iç ve dış odaklar, farklı kollardan aynı amaç için birleşmiş sayılırlar. Durum, budur!
Gerçek şudur: Bu toprak "tarihte ve de gelecekte" büyük Türk uygarlığıyla bütünleşmiştir…
Dolayısıyla ortaçağ engizisyonu yaşarken Yunus’un, Mevlana’nın, Hacı Bektaş’ın, insancıl topraklarında, ne içimizde ne dışımızda din veya mezhep kamuflajına bürünmüş ezenlerin, sömürenlerin, yağmacıların taarruzlarına boyun eğemeyiz.
Biz hep bir hallı Turhallıyız.
Unutmayız: her türlü dini faşizmin iğrenç yüzünü, Kıbrıs'ta EOKA ile, Karabağ ve Bosna'dan hatırlıyor, o arada sözde 'İslam adına' eli kanlı katil sürülerinin sınırlarımızın yamacındaki vahşetlerini de asla hatırdan çıkarmıyoruz.
O arada,
Türkiye devleti ve halkının üzerindeki 'hesapları, kumpasları, tuzakları ve kirli propagandayı' etkisiz kılacak başlıca dayanağımız;
Atatürk Devrimiyle gerçek Müslümanlığın özünün gün ışığına yükselmesi (dinin de devletin de aracısız olarak halka mal edilmesi) ve bin yıllarca Türkü-Kürdü her etnik kökeniyle bu onurlu halkın, Müslümanlığı insancıl ve hakça idraki ve buna yaraşır yaşayışıdır…
En büyük dayanaklarımız bunlardır.
Bu yaşayış ve kültür inancımızı, aracısız olarak, içimize nakış nakış işlemiştir.
O kadar ki bu olgu, özcesi, inancını insanca yaşayış ve devletin her inanca kadim saygısı, bu topraklarda İslamiyetten başkaca inanışa sahip insan kardeşlerimizi de pek ziyade olumlu anlamda etkilemiş ve bizi hep birlikte yüceltmiştir… Dünyanın kuramadığı barışı burada bayraklaştıranlarız.
Bizler; engizisyonu, kadın taşlamayı, kız çocuklarını toprağa gömmeyi, mazluma işkence etmeyi, hele ki, dünyayı işgal etme planları yapmayı, bilmeyiz. O arada, teni, rengi, soyu için insan aşağılamayı da bilmeyiz ve bunu ayıplarız.
Yunus Emre'nin, Mevlana' nın, Hacı Bektaş'ın otağı, obası, yurdu burası,
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün vatanı burası!
Emperyalizme, yeni-liberal egemenlere ve onların aparatlarına son sözüm şudur:
Bölmeye gelirseniz kendiniz bölünürsünüz,
öldürmekle de bitmeyiz, ezilmekle de sinmeyeniz biz,
on bin yıldır eğilmez başımızı,
-bir olur, bir durur- asla karanlığa eğmeyiz biz!
İnsancıl bir dünyaya seslenen Anadolu insanlarıyız biz!
(*): 11 Eylül “9/11” diye kodlandırılan ve ABD’nde ikiz kulelerin yıkıldığı gün.