Filistin ve Ukrayna savaşları yeni dünya düzenini şekillendirecek

Güncelleme:

Haber3.com yazarı Haluk Özdalga yazdı: Filistin ve Ukrayna savaşları yeni dünya düzenini şekillendirecek

ABD hegemonyası üzerine kurulu 80 yıllık dünya düzeni, değişen dengeler nedeniyle başka ülkelerin daha çok söz sahibi olduğu yeni bir küresel ilişkiler ağına yerini bırakıyor. Bunun bir adı da çok kutuplu düzen.

Yaşadığımız geçiş dönemi kolay olmayacak, çünkü 250 yıllık Amerikan geleneği söz konusu. Birleşik Devletler kuruluşundan itibaren önce bugün sahip olduğu sınırları, sonra Kuzey-Güney Amerika kıtasındaki (Batı yarı küre) tahakküm edici konumunu, daha sonra küresel hegemonyasını savaş, işgal, darbe, kuvvet tehdidi gibi çıplak askeri güce dayanarak elde etti.

Küresel hegemonyasının en azgın dönemi, Soğuk Savaş sonrasının ‘tek süper güç’ yıllarıdır. Amerikan siyasetine egemen iki büyük parti Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında pek çok konuda görüş ayrılığı olsa da ABD’nin dünyadaki mevcut baskın rolünün devamı konusunda geniş görüş birliği var. Kasım ayı başkanlık seçimlerinde iki partinin çıkardığı adaylar bu gerçeği yansıtıyor.

Barış, insan hakları, kurallara dayalı uluslararası düzen gibi söylemde hararetle dile getirilen temel değerlerle gerçekten uyumlu ve itidalli (restraint) bir dış politikayı savunanlar, Amerikalı seçkinler arasında henüz yeterince güçlü olmasa da epey bir desteğe sahipler. Washington’da o yönde bir değişimin ne zaman gerçekleşeceği, önümüzdeki dönemde dünya barışını belirleyen önemli bir girdi olacak.

Gazze veya daha doğru ifadeyle Filistin kurtuluş savaşı ile Ukrayna savaşı, yeni küresel düzeni şekillendiren iki hayati deneyimi oluşturacak. ABD dış politikasının olanca çıplaklığıyla görülmesini sağlayan bu iki büyük savaşın gerçeklerini, herhalde Türkiye dahil dünya ülkelerinin çoğu, yeni dönemde dış ilişkilerini düzenlerken kolay göz ardı edemeyecek.

Filistin ve Ukrayna savaşlarının ortak bir yönü Washington’un, ordusu henüz doğrudan savaşa katılmasa da, askeri gücünü seferber etmesi ve baş sorumluluğu taşımasıdır.  

*     *     *

Geçtiğimiz hafta İsrail istihbarat teşkilatı Lübnan’da, patlayıcı yerleştirdiği çağrı cihazları ve telsizleri infilak ettirerek en az 37 kişiyi öldürdü, 3 bin civarında insan yaralandı. Hizbullah ağır bir darbe aldı. Ama ölen ve yaralananların çoğu Hizbullah militanı değildi; Lübnan’ın Şia toplumuna hizmet eden doktor, hastabakıcı, hayır kurumu görevlisi, öğretmen veya çok sayıda çocuk idi.

İlgili BM komisyonu ve pek çok uluslararası hukuk uzmanı İsrail’in bu eyleminin savaş suçu oluşturduğunu, esasen bir terör eylemi olduğunu açıkladı. Ama büyük olasılıkla dünyanın gözü önünde fütursuzca etnik temizlik ve soykırım yapan İsrail’den bu katliamın da hesabı sorulamayacak.

Çünkü arkasında Amerika var.

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısı Kahn, İsrail Başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Gallant için tutuklama emri çıkarılmasını istedi, ama mahkeme Amerika ve yandaşlarının baskıları nedeniyle dört aydır karar veremiyor. Daha önce Rusya, Fildişi, Libya için başlatılan benzer davalarda mahkeme, savcının talebini 24 ila 42 gün arasında karara bağlamıştı.

ABD Başkanı Biden, UCM Savcısı’nın talebini açıkça “çirkin” diye niteledi. Dışişleri Bakanı Blinken, tutuklama talebini “temelden reddettiğini” açıkladı.

Mahkeme ve Savcı Kahn, Batılı ülkeler tarafından “sürekli bakı altında” tutuldu. Kahn kendisin gelen “kişisel tehditleri” ve Amerika’dan gelen baskıları açıkladı, bu koşullarda “kurallar üzerine kurulu sistem” olmaz dedi.

Ama İsrail bildiğini okumaya devam ediyor. Şimdi de Lübnan’a yoğun saldırı başlattı.

Gazze Sağlık Bakanlığı, bugüne dek İsrail tarafından 11.300 çocuğun katledildiğini, bunlardan 710’unun bir yaşından küçük bebekler olduğunu açıkladı. Bebeklerden ikisi Eser ve Aysel Ebu el-Kumsan doğduktan sadece birkaç gün sonra öldürüldü.

Netanyahu’nun hedefi ne? Hedefini, ABD Kongre’sinde Amerikalı politikacıların hayranlıkla dinlediği ve defalarca ayakta alkışladığı konuşması dahil, pek çok kez açıkladı: “Bu, barbarlık ve uygarlık arasındaki kavgadır”.

Netanyahu sık sık bunu söylüyor. Bu sözler aslında eski ve yakından tanıyoruz.

Avrupalı sömürgeciler Mısır ve Cezayir’i işgal ettiğinde tamamen aynı gerekçeleri kullandı. Afrika, Amerika ve Asya’nın geniş topraklarını işgal edip sömürgeler kurarken o gerekçeyi kullandılar.

İsrail 21. yüzyılda Filistin’de aynısını yapmak istiyor. Filistin toprağını kuvvet yoluyla gasp etmek, halkı mülksüzleştirmek ve kitlesel katliama tabi tutmak, kovmak, kalanları ikinci sınıf vatandaş yapmak istiyor. Avrupalı sömürgeciler de aynen bunları yapmıştı. Uluslararası Af Örgütü’nün açıkladığı gibi, bugün İsrail’de ırkçı bir rejimi var (aparthayd); bu da aynı gerçeğin bir başka kanıtı.

Amerikalı politikacıların coşkuyla alkışladığı işte bunlar.

Netanyahu’nun hedefine nasıl varmayı planladığını belli. İşte İsrail hava kuvvetlerinden kıdemli bir komutanın bir yıldır devam eden vahşi savaş hakkındaki yorumu: “Amerika’nın yardımı olmasaydı, İsrail Gazze’de birkaç aydan fazla savaşamazdı”.

*     *     *

NATO 2008’de Amerika’nın bastırmasıyla Ukrayna’nın üyelik başvurusunu kabul etti. Halbuki o yıllarda kamuoyu araştırmaları Ukrayna’da halkın çoğunluğunun NATO üyeliğine karşı olduğunu gösteriyordu; üstelik bunun Rusya’ya karşı düşmanca bir tutum olacağı gerekçesiyle.

Odesa’da ve Azak Denizi’nde NATO deniz üsleri inşasına başladı. Rusya ile ilişkileri bozmak istemeyen Yanukoviç cumhurbaşkanı seçilince, ABD’nin açıkça desteklediği ve aşırı sağ grupların öncülük yaptığı darbeyle devrildi, yerine ABD’nin desteklediği hükümet kuruldu.

Darbeye gerekçe olarak hükümete bağlı güvenlik güçlerinin Kiev’de 100 civarında göstericiyi öldürmesi gösterildi. Ama yapılan yargılamalar ve ayrıntılı kanıtlar, ölenlerin ABD’nin desteklediği ve mitingi düzenleyen aşırı sağ grupların kurşunlarına kurban gittiğini gösterdi.

Rusya yıllardır Ukrayna’nın NATO üyeliğini varoluşsal bir tehdit gördüğünü, kabul etmeyeceğini söylüyordu. 2021’de Amerika’ya yazılı öneri sundu ve müzakere önerdi. ABD konuşmayı dahi reddetti.

Rusya Şubat 2022’de işgal ve savaşı başlattı. Brezilya Cumhurbaşkanı Lula da Silva’ya göre, Amerika “barış için masaya oturup günlerce değil gerekirse aylarca müzakere yapmalıydı”.  

Rusya (veya Çin), Meksika’da ABD karşıtı bir hükümetin darbeyle iş başına gelmesini desteklese, ülkeyi askeri üslerle donatsa, Kaliforniya Körfezi’ne deniz üsleri kursa, ABD ne yapardı?

Rusya savaşı başlattıktan sonra ilk günlerde Ukrayna’ya müzakere önerdi. Önce Belarus’ta başlayan, sonra İstanbul ve Antalya’da devam eden görüşmelerde Ukrayna ve Rusya, Mart 2022’de anlaştı; iş iki ülke liderinin buluşup imza atmasına kalmıştı. Ukrayna NATO üyesi olmayacak, Rusya askerlerini geri çekecekti.

ABD araya girdi, zamanın İngiltere Başbakanı Johnson’u apar topar Kiev’e yolladı. Anlaşmayı kabul etmeyeceklerini, Ukrayna’ya bol askeri yardım sağlayacaklarını ve Rusya’yı mağlup edeceklerini anlatan Johnson’un sözleri Kiev gazetelerinde çıktı: “Let’s just fight – Haydi sadece savaşalım”.

Savaşta Ukrayna mahvoldu, topraklarının %20’sini kaybetti. Yapay Zeka dahil Ukrayna’ya askeri destek yağdıran Washington, Ukrayna’nın karşı saldırı başlatarak Rusya’yı yenebileceğini en yetkili ağızlardan defalarca ilan etti. ABD Savunma Bakanı Kiev’de açıkladı: “Ukrayna’nın karşı saldırıda başarı şansı çok yüksek”.

Temmuz 2022’de başlayan yoğun ABD destekli “karşı taarruz” hezimetle sonuçlandı, Ukrayna büyük asker ve savaş malzemesi kaybına uğradı. Savaşın sonucu büyük ölçüde belli oldu.

Ukrayna’nın kaybettiği toprakları savaşarak geri alması mümkün görünmüyor. Rusya ise Ukrayna’nın büyük bir kısmını işgal edip elinde tutacak askeri güce sahip değil; ama savaş devam ederse Ukrayna’yı bugün olduğundan daha kötü durumlara düşürebilir.

Savaşın ilk günlerindeki bir değerlendirmem “Amerika dahil herkesin kaybedeceği savaş” başlığını taşıyordu; sadece Ukrayna değil Avrupa, Rusya, Amerika dahil tüm tarafların zarar edeceğini, sadece Çin’in kazançlı çıkacağını gerekçeleriyle yazmıştım. Şimdi oradayız.

Savaşlarda (ve satrançta) öyle durumlar vardır ki, oyuncu hangi hamleyi yaparsa yapsın sonuç kendisi için kötü olacaktır. Şimdi ABD o konumda.

Biden yönetiminin elinde kalan son el yükseltme hamlelerinden biri, Rusya’nın içlerini vuracak uzun menzilli füzeler. Ama kararsızlar. O arada Batılı şahinler bol bol “Ukrayna’nın kendini savunma hakkı var. Rusya Ukrayna’nın derinliklerini vuruyor, aynısını yapmak onların da hakkı” gibi sade suya tirit açıklamalarla sorunun kritik yönünü kamuoyundan kaçırmaya çalışıyor.

Ukrayna’nın savunma hakkını tartışan yok, zaten 2,5 senedir bunu yapıyorlar. Ayrıca, İHA’larla Rusya’nın içlerini de vuruyorlar.

Ukrayna uzun menzilli füzeleri kullanabilme yeteneğine sahip değil. Öncelikle NATO’nun, yani ABD’nin kontrolündeki casus uyduların hedeflerin kesin konumunu ve en uygun vuruş zamanını belirlemesi gerekiyor. Ardından, yine NATO’nun başka uyduları devreye girecek ve güdümlü füzelerin hedefi vurmasını sağlayacak. Ukraynalı askerlere düşen sadece düğmeye basmak.

Bu, NATO’nun doğrudan Rusya’ya karşı savaşa girmesi demek. Sert bir karşılık vereceğini açıklayan Kremlin’in elinde değişik seçenekler var, biri taktik nükleer silahları kullanmak.

Taktik nükleer silah dost kuvvetlerin bulunduğu savaş alanında kullanabiliyor. İmha gücü düşük; 1 kiloton altında olabiliyor ve 50 kilotona kadar çıkabiliyor. ABD’nin Hiroşima’ya attığı bomba 15 kiloton idi.

Rusya o seçeneği kullanırsa, muhtemelen önce Ukrayna’da boş bir alanda küçük bir uyarı bombası patlatacaktır. Amerika’nın Rusya’ya karşı taktik nükleer silahlarla çatışmayı göze alabilmesi zor. Rusya’nın elinde yaklaşık 1900 taktik silah bulunurken, ABD sadece 200 taktik silaha sahip; çoğu Türkiye dahil 5 Avrupa ülkesinde konuşlu.

ABD’nin manevra alanı giderek daralıyor.

*     *     *

Küresel hegemonya patronu ABD’nin ne Gazze’de ne de Ukrayna’da demokrasi veya insan hakları gibi kaygıları var.

Öyle olsa İsrail’deki ırkçı rejimi veya Ukrayna’da demokratik seçimlerle iş başına gelmiş iktidarın darbeyle devrilmesini destekler miydi? Bu korkunç savaşları durdurmaya çalışmaz mıydı? İstese kolayca durdurabilirdi. Sürekli sözünü ettiği “değerler” nerede?

ABD öncelikle küresel hegemonyasını sürdürme peşinde.

İki büyük savaş ayrıca gösteriyor ki, ABD’nin savunduğu “kurallar üzerine kurulu” uluslararası düzen, aslında kurallar üzerine kurulu değil.

Dünyanın başka bir düzene, daha çok barışa ve istikrara ihtiyacı var. Çok kutuplu dünya neler getirecek henüz bilmiyoruz. Ama dünya ABD hegemonyası altında devam edemez, etmemeli. Yeni arayışlar gerekiyor.