Fareli köyün kavalcıları ve futbol
"Fareli köyün kavalcısı" ünlü bir betimleme haline gelmistir.
Bir de Bremen mızıkaçıları masalı vardır...
Bu iki hatırlamanın ortak yönü; kitlelerin koşullu refleks içinde istenilen yöne çekilmeleridir...
Bu konuda çağımızın araçlarıysa, kaval veya masal değil,
medya, reklam, tanıtım, internet ve popüler kültürdür...
Futbola gelince;
kitlesel bir spor...
Futbolun yönetiminin, manipülasyona açık yönleri de var;
üstelik bahis denen kumar boyutu futbol topundan hızlı döner hale gelmiş bulunuyor.
İşin temelini kaçırmışız!
Sporun seyir alanından çok, masa başından ve ekran karşısından çok, uygulama ve katılım anlamında kitleselleşmesi esas olmalıdır...
Ne ki amatör ruhun gitgide gözden düştüğü gelişmekte olan toplumlar,
sporda büyük fonlara bağlı olarak yarışan kapitalist ülkelerin her ahanda kötü birer fotokopisi gibidirler...
Onlar, işe stadyumdan başlar, star yetiştirmek ve yabancı çalıştırıcı devşirmek için yarışırlar...
Taklit eder, yanlış örnek seçer, aldanır ve aldatırlar...
Oysa, "tribün sporu" statik spordur, ancak -fair play'i anlamaktan- uzak muazzam bir rekabet ve yapay bir sosyo-psikolojik doyum sağlar.
Bu arada toz toprak yollar ve çakıl taşlı arsalarda, üzerlerinde
hakim ve hegemon Batı kültürünün kulüplerinde yer alan yıldızların sentetik formasıyla koşturur yoksul çocuklar...
Ne ki... Spor ve futbol bir alt yapı, tesis ve eğitim meselesidir.
Bunun için kaynak önceliğini planlamak gerekir.
Değilse, işin şovu yapılır ve işler şirazesinden çıkar.
Bakın haberde ne diyor: Bir "büyük" futbol kulübümüz, bir ünlü yabancı antrenörü transfer etmiş...
Vay vay vay!
İthalata dayalı kalkınma bu olsa gerek!
Fakat şudur:
Milli gelir 10 bin doların altında, en zengin ile en yoksul kesimler arasında 10 kat gelir dağılımı farkı var, dış borcumuz kadar bir paranın (500 mr $) yurt dışına 'kaçırıldığı' iddia ediliyor;
İşte bu koşullarda yabancı bir antrenöre milyonlarca avro ödenebiliyor!
Olan biten arenada tribünlere şovdur.
Futbolun ekonomik iki yüzlülüğü, memleketin durumunu da yansıtıyor.
Hani şu reklam pastasından amatörlere zırnık verilmeyen o sırıtan hallerimiz gibi..
Hani Ankara 19 Mayıs stadyumunu yeniden inşa ederken yanına amatörler için en az 4 nizami orijinal çim saha yapmayı akıl etmeyen o hınzır halimiz gibi...
İşte tüm bu koşullarda, futbolun "sosyal yüzü" halkın duygularını çarpıtmak için kullanılan bir simya perdesine dönüşmüş bulunuyor.
Üstelik bu "fareli" perde on yıllardır gitgide kirlenmiş bulunuyor.
Öte yanda uluslararası rekabet için elbette maddi donanıma haiz kılınan voleybolcu kızlarımız, başarıyı prime tahvil etmeyen bir mütevazilik içinde, ulusal sporumuza çok daha saygın ve temiz katkılar sağlıyor...
Futbol ve sporda fareli köyün kavalcılığına veya Bremen mızıkacılığına ihtiyacımız olmamak gerekir.
Sporda 25 yıllık ulusal bir politika geliştirmemiz ise şarttır...