Eski, yeşil bir daktilo...
Sabah sabah gözüme ilişiyor..
Dolapta; eskiyen elbiselerimin altında.
Rahmetli dedemin Yassıada’da savunmalarını yazdığı makine.
Tahkikat Komisyonuna imza vermeyen bir Demokrat…
Onunla değil ama yadiğarı olan bu yazı-makinesiyle epey anım var.
İlk yazılarımı o yeşil daktiloyla yazar, fotokopiyle çoğaltır; çeşitli yerlere gönderirdim.
Hava karardığında sanki daha çok ses çıkarırdı, ben de altına havlu sererdim.
Babam- bir deniz ve kitap kurdu olarak- siyaseti yazdığımı bilen sırdaşımdı.
Anılar… Bu sabah yine çok hüzünlü ve çok mutlular!
Üniversite yıllarım; ‘yasak’ çok, yasa az! Rahmetli Ecevitlerin yanında ders çalışıyorum!
Kayıplar… Talih, bir türlü zaman, mekan, imkan denklemini sunmuyor bana..
Genç yaşımdan itibaren en üst düzeyde bürokrat ve teknokrat olarak çalışıyorum.
Bir emekliliği bile düşünmeden tekrar siyasete dalıyorum.
Bilenler, “halk seni ister” diyende, düşmanım artıyor; içeriden vuruluyorum!
Yeşil daktiloya bir kez daha bakıyorum…
Şimdi salondayım. “V” harfini basmayan bilgisayarımın başındayım.
Bu makineyle de dört kitap dosyası yazı, binleri aşkın makale ve rapor yazmışım.
Hangisi daha cefakar? O yeşil daktilo mu, bu çakar almaz bilgisayar mı? Bilmiyorum!
Ama en azından yazı insanı aldatmaz, onu biliyorum.
Üç yıl olmuş son hikaye aklıma geliyor…
Ömür emeğini adadım yeniden adayım dediğimde; bir kez olsun “yerimiz dar” denmiyor.
Sabah sabah nereden geldik buralara?
Bir yazgı var, bu kesin. Ve belki de “Şer gördüğümüzde hayır, hayır gördüğümüzde şer var”.
Akşama çocuklar döner ve onların yazgılarına daha çok egemen oldukları bir ülkede yaşamaları gerek.
Biraz ekmek, biraz yazmak…
Hepsi bu!