Erken seçimin önü nasıl kesilir?
7 Haziran seçimlerinden hemen sonra, 8 Haziran pazartesi akşamı bir TV programında, en kuvvetli ihtimalin koalisyon hükümeti değil erken seçim olduğunu söylemiştim. O nedenle arkadaşlarımdan hayli eleştiri aldım.
Bu yıl bir erken seçim daha olabileceğini de yine ilk kez bu köşede biz yazdık. Seçim kampanyası yaz aylarına denk gelebilir ve Ekim'de meclis açılışı yeni milletvekilleriyle yapılabilir tahmininde bulunduk.
Böylece, erken seçime gidenler, meclis çalışmaları açısından bir zaman kaybı olmayacağını ileri sürebilecek. Okuyucularımdan yine itirazlar geldi, akla uygun olmayan şeylerden söz ettiğimi söylediler.
Ama şimdi pek çok çevrede bu ihtimal konuşuluyor. Hatta Milliyet'te Mehmet Tezkan, bunun bir tahmin değil, edindiği bilgilere göre "Beştepe'nin senaryosu" olduğunu yazdı.
Muhtemel bir erken seçim için 18 Eylül pazar gününe işaret etmek istiyorum. Çünkü o tarih, Kurban Bayramı tatilinin son gününe denk geliyor. Muhtemel bir erken seçimde oy kullanmak isteyen tatilciler, 18 Eylül pazar günü evlerine dönecek şekilde program yapsın diye bunu yazıyorum!
Başbakan Ahmet Davutoğlu erken seçim ihtimalini kesin bir dille ret ediyor. Ama başka türlü konuşması zaten doğru olmaz.
İktidarlar aylarca önceden erken seçimi konuşmaz, konuşmamalıdır. Erken seçimi hızla ve bir iki hafta içinde ilan ediverir.
Erken seçim aylarca önceden konuşulursa, iktidarın kendi vekillerini ve bürokrasiyi kontrol etmesi zor olur. Ayrıca iş sadece Davutoğlu'na kalsa, kendi konumu gereği erken seçimi herhalde arzu etmez.
Ancak Haziran ayına kadar meclisten 330 oyla başkanlık sistemi veya partili cumhurbaşkanı içeren bir anayasa değişikliği geçmesi mümkün olmazsa, yaz aylarında erken seçime gidilmesi kuvvetli ihtimal.
Erken seçimin ayrıca iki şartı daha var: Türkiye'nin içerde veya dışarıda savaşa sürüklenmemesi ve anketlerin AKP için yüksek oy oranı göstermesi.
İçerde durum malum. Yabancı bir stratejik araştırma kuruluşu bir kaç gün önce, Türkiye'nin Suriye'ye girmek için hazırlık yaptığını yazdı (Turkey may be planning a Syrian invasion, Stratfor Analysis, 19 Ocak, 2016).
Bu yazıda, erken seçim ihtimalini iç siyaset açısından değerlendirmek istiyorum.
Erken seçimin önü nasıl kesilir?
Erken seçim ihtimalini kesin olarak ortadan kaldıracak gelişme, CHP ve MHP'nin toparlanması ve yükselişe geçmesi. Bu iki partinin toplam oyu yaklaşık olarak %45'i bulursa, erken seçim ihtimali ortadan kalkar.
1 Kasım seçimlerinde CHP ve MHP'nin toplam oyu %37 oldu. Aslında sadece biraz yükselme eğilimi yakalamış olsalar, erken seçim ihtimali kalmayacak.
Ama anketlere göre düşüş içindeler ve toplam oyları %31 - %33 aralığında görünüyor. Ayrı ayrı her iki parti de düşüş içinde.
Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli koltukta oturmaya devam ettiği sürece, CHP ve MHP'nin bir yükseliş grafiği yakalaması mümkün görünmüyor. Bunu hemen herkes, ama en çok CHP'liler ve MHP'liler görüyor.
Erken seçimin önünü kesmenin yolu, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli'nin genel başkanlığı gönüllü olarak bırakması.
Ancak böylece CHP ve MHP'nin yeni bir lider öncülüğünde toparlanması ve yükselişe geçmesi mümkün olabilir. Koltuklarından hemen feragat etmeleri ve Nisan ayına kadar yeni yönetimlerin oluşmasına imkan sağlamaları gerekiyor.
Başka yol yok.
Üstelik MHP'nin elinde şimdi bir fırsat var. 500'den fazla delege olağanüstü kongre ve değişim yolunun açılmasını istiyor. Bahçeli, ülkücü iradenin bu sesine kulak vermeli.
CHP kurultayı kara mizah örnekleriyle dolu geçti
Buna karşılık ana muhalefet partisinin işi daha zor. Kısa süre önce toplanan CHP Kurultayı hiç bir umut ışığı uyandırmadı ve kara mizah örnekleriyle geçti.
Kara mizah bilindiği gibi, ciddiye alınması gereken olaylar yaşanırken, gülünç durumların ortaya çıkması. Dram ve komedinin bir arada yaşanması.
Kılıçdaroğlu, Parti Meclisi için önce 104 kişilik bir anahtar liste dağıttı. Ama daha sonra kendi seçtiği isimlerin yarısını çizdi ve 52 kişilik bir 'maymuncuk' liste daha çıkarttı!
Bir genel başkanın iki farklı liste çıkartması CHP tarihinde görülmüş şey değil. Acaba bir genel başkan, önce yazdığı sonra çizdiği isimlerin güven duymasını nasıl bekleyebilir?
Buna karşılık Kılıçdaroğlu'nun en çok beraber çalışmak istediği isimlerin çoğu yönetime giremedi! Çünkü, ülke ağır bir kriz içinden geçiyor ama, CHP Kurultayı kendi iç kavgasına dalmıştı. Yönetime kimin gireceğini belirleyen de, büyük ölçüde örgütlerde yaşanan bu sen ben kavgası oldu.
Kurultay'dan sonra Kılıçdaroğlu, yeni bir örgütlenme modeline geçileceğini, aktif ve pasif üyelik uygulaması başlayacağını açıkladı. Sadece aidat ödeyen aktif üyeler parti içi seçimlerde oy kullanma hakkına sahip olacakmış.
Kılıçdaroğlu örgüt sorunlarının bu şekilde çözüleceğini umuyor. Ama bu yeni değil, bilinen ve uygulanmış bir model. Sonucun, 'aktif üyeler' için aidat ödeyen paralı kişilerin örgütü ele geçirmesi olduğu bilinir(*).
Son CHP Kurultayı ile birlikte, 2015 genel seçimlerinde başlayan başka bir süreç de tamamlanmış oldu. Modern bir sosyal demokrat partide ciddi katkı yapabilme yeteneğine sahip isimlerin büyük çoğunluğu şu veya bu nedenle tasfiye edildi. İlk akla gelen isimler arasında Rıza Türmen, Ercan Karakaş, Hurşit Güneş, Burhan Şenatalar ve Aykan Erdemir'i sayabiliriz.
Kılıçdaroğlu liderliğinde CHP, altı yıldan kısa bir süre içinde altı seçim ve referandum yaşadı. Hepsinde açık bir başarısızlığa uğradı. Ama partide, niçin başarısız olduk sorusunun cevabını aramaya dönük en küçük bir özeleştiri görülmüyor.
Sürekli başarısız olan, ama bunun nedenini arama ihtiyacı duymayan bir partinin başarıyı yakalaması imkansızdır.
Türküye bugün ülkenin ağır bedel ödemesine neden olabilecek iki dev sorunla karşı karşıya: Kürt sorunu ve Suriye iç savaşı.
Kurultay'da Kılıçdaroğlu'nun uzun konuşması ve yapılan tartışmalar bir kez daha açıkça gösterdi ki, CHP'nin bu iki dev sorun karşısında söyleyebileceği fazla bir sözü bulunmuyor.
CHP'nin Kürt sorununa çözüm için önerdiği somut bir politika yok. Bu mümkün de değil. Çünkü Kürt sorununa somut bir çözüm önerisinde bulunsa, ulusalcı ve reformcu kanatlar arasında sert bir kavga çıkacak ve parti paramparça olacak.
Suriye savaşı ve Ortadoğu'da Türkiye'nin hayati çıkarlarını ilgilendiren sıcak gelişmeler yaşıyoruz. Ama CHP'nin o konuda da iktidarı anlamlı bir şekilde eleştirme ve alternatif siyaset ortaya koyabilme yeteneği yok.
Çünkü bugün CHP'de, Suriye ve Ortadoğu'daki gelişmeleri analiz edebilecek bilgiye sahip, olup bitenleri yakından izleyen kadro yok. Ellerinde mevcut az sayıda kimi değerli siyasetçiyi de harcadılar ve bitirdiler.
CHP 'Aaahh Belinda' filmini hatırlatıyor
On yıl önce kaybettiğimiz Atıf Yılmaz, Türk sinemasının en yaratıcı ve en sevilen yönetmenlerinden biridir. Yılmaz'ın unutulmaz bir filmi Aaahh Belinda adını taşır. Başrolde, Türk sinemasında kadının modern kişilik kazanmasına büyük katkı yapan usta sanatçı Müjde Ar yer alır.
Filimde, kendi hayatını yaşayan Serap (Müjde Ar), Belinda şampuanı için yapılan bir reklam filminde Naciye adında farklı karaktere sahip bir kadını oynamaya başlar. Aaah Belinda, biri gerçek diğeri rol gereği olan iki farklı kişilik arasındaki gerilim üzerine kuruludur. Kendini birden Naciye sanmaya başlayan Serap, bir ara akıl hastanesine bile düşer.
1980 darbesinden sonra kapatılan CHP, 1990'ların başında tekrar açıldı. Kısa bir ara hariç, partiyi 2010'a kadar Deniz Baykal'ın yönetti. O dönemi en çok eleştirenlerden biri bendim.
Baykal döneminde bir dönüşüm ve büyüme sağlanamadı. Ama kabul etmek gerekir ki Baykal liderliğinde CHP, geleneksel kimliğiyle uyumlu bir siyaset izliyordu.
Şimdi Kılıçdaroğlu liderliğinde farklı bir durum var. Partinin eski kimliği büyük ölçüde devam ediyor. CHP sadece daha karışık ve iç uyumu daha bozuk bir yapı haline geldi.
Ama CHP şimdi kendini, gerçekte olduğundan daha farklı kimliğe sahip bir parti gibi görüyor. Güçlü, siyasi gündem üzerinde hakimiyet kurabilen, sağlıklı örgütleri olan, iktidara yürüyen çağdaş bir sosyal demokrat parti olduğunu sanıyor.
Yani CHP aslında rol yapıyor, ama bunu gerçek sanıyor. O nedenle Kılıçdaroğlu liderliğinde CHP, kendini Naciye sanan Serap gibi. Aaahh Belinda filmini hatırlatıyor.
Son olarak, acaba Kılıçdaroğlu ve Bahçeli burada önerdiğimiz gibi koltuklarını bırakıp partilerinin önünü açar mı sorusunu soralım.
Cevabı okuyucuya bırakıyorum.
Ancak eğer bunu yapmazlarsa, başkanlık sistemine geçildikten sonra, korkarım ki bizzat kendi partilileri bu iki genel başkanı arkalarından teneke çalarak gönderebilir.
(*)- Bu konuda daha ayrıntılı bilgiler aşağıdaki çalışmada bulunabilir:
http://www.halukozdalga.com/sosyal-demokrat-orgutlenme/