Emir

Güncelleme:

Suyunu çıkarmaya gerek yoktu, sanırım, biraz öyle oldu, bundan böyle Portakal posa olmadan düşünmek gerek…

‘Altın Portakal Film Festivali’: iyi biliyor ki, sanatta sınırları aşmak tanıtıma bağlı…

“Biz de varız”, “küresel rekabete hazırız”, demek için, spotları, neonları çekmek gerek.

Bu amaçla davet edildiği anlaşılan yönetmen Emir Kusturica’nın bir anlamda konuk olduğu yerden kovulmasına yol açan süreçte, belli ki, Belediye, AKSAV ve bakanlığın iletişimsizliği de etkili olmuş.

Bir düşünüşe göre, Boşnak soykırımı konusunda haklı olarak son derecede duyarlı olan Ertuğrul Günay, Kusturica’nın doksanlı yıllarda Sırp milislerinin katliamlarını olumladığı iddia edilen tutumuna tavır koyuyor; Emir’in ‘Çingeneler’e gösterdiği duyarlığı Bosna’daki Müslümanlara göstermediğini anımsatıyor…

Diğer tarafta, bir zamanlar Yugoslavya’nın üçüncü dünyaya örnek bağlantısız yapısının, doksanlı yılların sonunda yeni-emperyalistlerce tahrik edilen etnik savaşlarla (ve pembe dizilerle) paramparça edilmesinin “Yer altı” filmindeki anlatımcısı olan Emir’in, önyargılı bir iklimle yüzleştiği savlanıyor.

Nedenleri isterse karşılıklı yanlış anlamalara ve/veya iletişim eksikliğine dayalı olsun, gelişmeler çok üzücüdür.

Öte yandan ve genel olarak kültür, sanat, sinema hakkında birkaç söz söylemek gerekirse…

“Küçülen Dünya” adına uzakları yakın kılmada sanat değerlendirilecekse, ilkin zihinlerdeki kalıplar aşılmalıdır. Tabii, kültürel farklılıklara saygı sınırlarının korunması sanat üretimine ilişkin sınırlamaların da aşılmasına bağlıdır.

Sanat bazen siyasetin taşıyıcısıdır, ama siyaset her zaman sanatı taşıyamaz. Bunun örnekleri salt herhangi bir olayla sınırlı değildir; evrensellik damarının içinden akması gereken hakkaniyet ölçütünün dumura uğradığı çağlardayız: Şarkı yarışmalarında bile puanlar ahbap çavuş refleksleriyle verilmemekte midir?

Evet, “Dünya küçülüyor, sınırlar kalkıyor” ama bir o kadar da yabancılaşma yaşanıyor.. Ama pes etmemek için en büyük güçlerden biri yine sanat…

Ve Akdeniz’in Portakalına dönersek…

Edebiyatı özgürleştiğinde gişe hasılatı açısından yabancı yapımlarla rekabete giren, ancak yasakçı zamanları çokça yaşayıp ‘Gece yarısı ekspresi’ gibi bir örneği yaratamayan, tiyatro ve televizyon ilişkisi star’larıyla sınırlı, ne yapımcı ne yönetmen sineması bizimkisi…

O arada, dizi filmlerin dışa pazarlanması yetinilecek bir başarım öyküsü değildir. Kaç kentinde sinema, tiyatro, müzik topluluğu yaşatabiliyorsun, başarım, budur. Bunun için de sanatın hayata dokunması ve hayat tarafından dokunması gerekir. Yaşamın gerçeklerinden kopukluk, ülkede ve yerkürede olmayı makaraya almak, kendini aldatmaktır.

Ve ama kameranın objektifi, fotoğrafın kadrajı yaşamın gerçeklerine döndükçe, kentsoylunun değil kentlerin, köylülüğün değil köyün dertleri perdede renklendiğince, ta ücra bir yerdeki tecavüzden, haksızlıktan, baskıdan dertlenince ve demlenince, sinema da sanat ta siyah-beyaz olmayı aşar.

Akademileri, bu amaçla kurulan gönüllü okulları, vakıfları destekleyerek, sinemacımıza ve sanatçımıza gerçekten onurlu bir çalışma ve emeklilik yaşamı sağlayarak, kitaplar ve kalemler için olabildiğince özgürlük ortamını garanti ederek, devlet desteğini salonundan teknolojisine daha da artırarak, bu alanlarda yüz güldürücü yeni yapıtlara imzalar atılmasını bekleyebiliriz.

Sinemaya bağlanan umutları ve emekleri ulusal düzlemde hak ettiği ilgiye ve uluslararasına arzu edilen itibara daha da kavuşturmak için, daim geleceğe bakmalıyız. Portakal uğurlu olsun!

Diğer Yazıları
Hedefi 12'den vurmak!
Sömürü ve savaş
Ordumuz kadar ekonomimizi de güçlendirmeliyiz…
Trump neden kazandı?