Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal'ı yaşatmalıyız!
Aslolanın ve kutsanması gerekenin ölüm değil yaşam olduğuna inandığım için “Ölüm Orucu” fikrine katılmam. Ancak “katılmamak” sonucu değiştirmiyor: İki genç avukat Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal adım adım ölüme gidiyorlar. “Savunmaya Özgürlük Koordinasyonu” yaptığı açıklamaya göre avukatlar için artık “günlerin değil, saatlerin sayılı olduğu” belirtiliyor. Kolay değil Ebru Timtik 237, Aytaç Ünsal ise 206 gündür ölüm orucunda…
Kamuoyuna “18 Avukata Toplam 159 Yıl 1 Ay 30 Gün Hapis” başlığıyla yansıyan Çağdaş Hukukçular Derneği davası 2017’de tutuklamalarla başlıyor, toplam 18 avukat “yasa dışı DHKP-C örgütünün üyesi ve yöneticisi olmakla suçlanırken” delil olarak da “gizli tanık” beyanları ve “Halkın Hukuk Bürosu’nda avukat olarak çalışmak, yakalanan örgüt mensuplarına örgüt talimatlarını iletmek, örgütle arasındaki irtibatı sağlamak” gibi gerekçeler sıralanmış. Ancak davada 18 avukat savunma yapamamış, eylemlerinin de suç olmadığını ispatlama olanağı sunulmamış, ne usul kurallarına uyulmuş, ne de maddi gerçek ortaya çıkmış, ama buna rağmen “kopyala-yapıştır ifadelerle” cezalara hükmedilmiş, dava da Ebru Timtik 13 yıl 6 ay, Aytaç Ünsal da 10 yıl 6 ay ceza almış…
Timtik ve Ünsal işte, çevremizde onlarca örneğini gördüğümüz bu haksızlığa itiraz etmişler ve “adil yargılama yapılmadan ceza aldık, adil yargılama istiyoruz” diye başlattıkları açlık grevini ölüm orucuna çevirmişler…
SESLERİ DUYULMAYANLAR ÜLKESİ
İstanbul Barosu Başkanı Avukat Mehmet Durakoğlu bu yargılamaya “suçlamaları destekleyen elle tutulabilir bir kanıt bulunmuyor, bu dava ne usül ne de içerik anlamında bir yargılama olarak kabul edilemez. Bu davada yargıç ifadesini alırken bir gizli tanığın bazı olgularını gizli tanığa hatırlattı ve tanığın ‘iyi ki hatırlattınız’ gibi cümleler kurduğuna tanık olduk. Aynı tanığın Gezi davası gibi başka davalarda ifade verdiğini, bunun hukuksal temelde değerlendirilebilecek hiçbir yanı olmadığını” vurgulasa da sesini duyan olmadı…
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu'nun CHP'li üyesi Sezgin Tanrıkulu’nun açıklamaları da sanki suya yazılmış gibi: Tanrıkulu, “mahkeme aslında ilk duruşmada sanıkları tahliye etti ancak tahliye kararı veren mahkeme heyetini dağıttılar. Yerlerine başka bir heyet atadılar. O heyet tahliye kararını geri aldı ve yeniden tutuklama kararı verdi, adil yargılanma ilkelerine aykırı bir şekilde yargılama yaptı ve ağır cezalar verdi" dedi, yine duyan olmadı!
Yalnızca Durakoğlu ve Tanrıkulu değil tabi ki, ÇHD başta olmak üzere Türkiye’den yüzlerce avukat, 20 farklı ülkeden 356 avukat tahliye ve beraat için onlarca girişim yapsalar da devlet bilerek ve isteyerek seslerini duymadı!
Devletin de, Adalet Bakanlığı’nın da bu sesleri duyması zordu, çünkü içlerinde Ebru Timtik ve Aytaç Ünsal’ın da yer aldığı avukatlar “yapmamaları gereken işleri” yapıyorlar ve iktidarı çok kızdıracak Soma katliamı, KHK ile işten atılan eğitimciler Nuriye Gülmen-Semih Özakça, Berkin Elvan, Beyoğlu Karakolunda öldürülen Festus Okey, Dilek Doğan, cezaevinde işkence ile öldürülen Engin Çeber, Şemdinli davası, İstanbul ve Ankara'da kentsel dönüşüm kapsamında evleri yıkılanların davaları gibi davaların avukatlığını yapıyorlardı. Bunlar cezalandırılmayacak da kim cezalandırılacaktı?
Yargı, bırakın yeniden yargılamayı İstanbul Adli Tıp Kurumu’nun “Hapishanede kalmaları uygun değildir” raporunu da dikkate almadı. Bu rapora dayanarak Türkiye’den ve yurtdışından yüzlerce avukatın “Timtik ve Ünsal tahliye edilsin” taleplerini mahkeme dikkate almadığı gibi, ölümle burun buruna olan iki avukatın tutukluluğunun devamına karar verdi!
İnsan Hakları Derneği’nin “Mahkum koğuşlarında tutmaya zorlama, bu ortamın sağlığı daha da bozacak niteliği ve zorun hem fiziksel hem de ruhsal etkileri birlikte işkence uygulaması kapsamındadır” açıklaması da, Tabipler Birliği’nin “Geri dönüşü olmayan sağlık sorunları yaşamamaları için geçen her saniyenin önemi ortadadır” açıklaması da tahliye için sonuç almaya yetmedi…
İçinde onlarca aydının, yazarın, gazetecinin, siyasi eğilimin yer aldığı “Demokrasi İçin Birlik”in Adalet Bakanı’na “Yaşam hakkını korumanın devletin yükümlülüğünde olduğunu” hatırlatan çağrısı da boşlukta kayboldu…
Adalet arayan Aytaç Ünsal ve Ebru Timtik’in ölüme gidişine sessiz kalınırken, tecavüzcü Musa Orhan’ın tahliye edildiği bir ortamdan geçiyoruz…
Bu gerçeğin bize sistemin çürüdüğünü gösterdiği kesin ama bu çürümüşlük sistemle sınırlı kalmıyor, “büyük sessizlik” vicdanlardaki büyük çürümeye de işaret ediyor!
Kendi vicdanımızın da çürümesine izin vermeyeceksek, Aytaç Ünsal ve Ebru Timtik’i yaşatmalıyız!