Dünya ve Türkiye!
Dünya'nın bin derdi var.
Türkiye'nin derdi de "dünya kadar"...
Bir yangın ve salgın çağındayız.
Ülkeler arasında servet dağılımı, halk tabakaları arasında gelir bölümü korkunç bir adaletsizliğe işaret ediyor.
Daha da ötesi, silahlanma yarışı, uyuşturucu trafiği, organ ticareti, çocuk emeğinin ve kadın bedeni sömürüsü utanç vesikası olarak beliriyor.
Serbest piyasa tek seçenek olarak empoze edildi; bencillik tavan yaptı; yabancılaşma ve düşmanlık her yanı sardı.
İşte bu koşullarda yönümüzü aramak, daha insancıl bir yaşamı yükseltmek zorundayız.
Nasıl mı?
Küreselleşmeye karşı "kitleselleşme", kapitalizme karşı "halk sektörü" esas olmalı.
Parasal sermaye kadar sosyal sermayenin de değerlendiği bir sistem, ancak ulus-devlet çatısı altında olanaklıdır.
Bu asla romantik bir tercih değildir.
Tabiat, tükeniyor, farkındayız.
Yoksula, aşı bile yok, utanıyoruz.
Kentler yağmacıların elinde; geri dönüşümü zor bataktayız.
Sürdürülebilir olan, gerçekçi olandır!
İnsancıl sosyal bir dünya kurulmalıdır.
Bize gelince...
Atatürk'ü anlayalım, anlatalım.
Kurulu düzenleri aşan, insanlığın dalga boyunu yükseltecek olan ışık ondadır.
Toprak bütünlüğümüzü korumak, emperyalist terörü bitirmek, ikili ticari ilişkilerle ekonomilerimizi geliştirmek, bölge ülkeleriyle dayanışma içinde Dünya barışına katkıda bulunmak zorundayız; unutmayalım!
Ezmeden Yöneten-Sömürmeden Üreten,
köyü kenti refah içinde, çarşısı-pazarı şenlenen, gençleri geleceğe umutla bakan,
emeğin hakkını aldığı, emeklinin insanca yaşadığı, sanayisi gelişmiş, tarımı verimli, eğitimi çağdaş, sağlık hizmeti insanca bir Türkiye kurmalıyız.
İşte yeni bir dünya budur; yaşanılabilir bir Türkiye, budur!