Doğayı kendi haline bırakmak
Bugün Dünya Çevre Günü…
Denizlerden atıklar toplanıp sergilenecek, bazı belediyeler çevreci örgütlerle sahillerden ya da sokaklardan çöp toplayacak, bazı sanatçılar da kirliliği sergileriyle öne çıkaracaklar.
Hepsi bu kadar! Göreceli gösteriler, yeşil-mavi renklerin öne çıkarılması, demeçler ve elimizle yok oluşa sürüklediğimiz doğamız… İnsanlar tarafından atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor.
Dünya bu ışınları tekrar atmosfere yansıtıyor ama bazı ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının dünyanın üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü tarafından tutuluyor. Bu da yeryüzünün yeterince sıcak kalmasını sağlıyor.
Ayrıca son dönemlerde fosil yakıtlarının kullanılması, ormanların azalması, hızlı nüfus artışı, hala yanlış enerji kaynaklarının tüketilmesinde ısrar edilmesi ve tüketim eğiliminin artması büyük tehlikeyi de beraberinde getiriyor.
Bu gibi nedenlerle karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazların atmosferde yığılmasına ve artmasına neden oluyor. Bilim adamlarına göre işte bu artış küresel ısınmaya neden oluyor. Kapitalist modernitenin yarattığı kuralsız büyüme, 1860’tan günümüze kadar tutulan kayıtlar, ortalama küresel sıcaklığın 0,5 ila 0,8 derece kadar artığını gösteriyor.
Yine bilim insanları dünya iklim sisteminde değişikliklere neden olan küresel ısınmanın etkileri en yüksek zirvelerden, okyanus derinliklerine, ekvatordan kutuplara kadar dünyanın her yerinde hissedildiğini aktarıyorlar.
Artık çimento fabrikalarını 3. Dünya ülkelerine göndermekle, atmosferi kirleten üretimleri kendilerinden uzaklaştırmakla, gelişmiş ülkeler kendilerini kurtaramıyorlar. Çevresel kirlenme atmosferde herkesi olumsuz etkiliyor.
Küresel ısınmaya bağlı olarak Türkiye’nin bazı bölgelerinde ve Dünyada kasırgalar, seller ve taşkınların şiddeti ve sıklığı artarken, bazı bölgelerde uzun süreli, şiddetli kuraklıklar ve çölleşme etkili oluyor.
Kışın sıcaklıklar artıyor, ilkbahar erken geliyor, sonbahar gecikiyor, hayvanların göç dönemleri değişiyor. Yani iklimler değişiyor.
İşte bu değişikliklere dayanamayan bitki ve hayvan türleri de ya azalıyor ya da tamamen yok oluyor.
İnsanlar; yaşamın kolaylaşması ve modernitenin gelişmenin kıstası olarak dünyadaki pastanın Hammadde ve enerji olduğunu ileri sürmüşlerdir. Evet, hammadde ve enerjin yanına yeni sürecin temel elementi olarak Bilgi’yi de eklemeden yaşamı sürdürmek olası değildir.
Doğadaki değerler olarak hammadde ve enerji kullanıldıkça tükenebilir. Bilgi ise aksine büyüyen bir kaynaktır. Ne kadar çok ve doğru kullanırsanız o kadar çoğalır.
“1 milyar dolar yatırım yaparak petrol çıkardığınızda, elinizde petrolünüz olur ama, torunlarınıza petrolü azalmış, tahrip olmuş bir ekolojik çevre bırakırsınız. Ancak 1 milyar doları yenilenebilir temiz enerjiye yatırım yaptığınız zaman, hem yaşamı kolaylaştırıyorsunuz hem de torunlarınıza altı boşaltılmamış, maddi değerleri kirletilmemiş ve yok edilmemiş bir dünya bırakabiliyorsunuz.”
Baş döndürücü hızla büyüyen bilim, ya insanlığın geleceğini daha da kolaylaştıracak ya da başını ABD’nin çektiği fütursuzca savaş teknolojisine yönelen anlayışın karartıları altında, umutsuz yaşamaya devam edeceğiz.
Bu değişim; ekolojik dengenin korunmasına bağlıdır. Ekolojik denge, temiz çevre ve temiz enerji, modern ekonomi denilen tüketim toplumunun alternatifidir.
Ne var ki, Ekolojik çözülme ekonomik felaketlere, siyasi çalkantılara, insanların yaşam koşulları ve kalitesinin kötüleşmesine neden olacağı gibi, var olan değerlerin ve insan medeniyetinin yok olmasını da beraberinde getirebilir.
Yaşamı doğru yorumlayarak; bilimi, deneyimi ve hassasiyeti değerlerimizle bütünleştirdiğimizde gelişen teknolojiye ayak uydurabiliriz. Bu hassasiyet sağlık, eğitim, yaşam tarzını iyileştirmek için; çok büyümeyle değil, kontrollü gelişmeyle sağlanabilir.
Ülkelerin kalkınması, gelişmiş ülkeler sınıfında yer alması yıllık hızlı büyüme kriterleriyle ölçülmekte ve kontrolsüz bir yarış sürdürülmektedir. Bu büyümenin yaşamımızı ne kadar olumsuz etkilediği, hammadde ve yer altı enerji kaynaklarının kontrolsüz işlenmesinin ve tüketilmesinin hangi sonuçları doğuracağı kimsenin umurunda değil.
Varsa yoksa büyüme!
Gelişmiş 20’ler arasında olma, dünya pazarlarını ele geçirme, bu amaca ulaşmak için savaşlar çıkarma, halkları birbirine kırdırma, ekolojiyi tahrip etmek için daha çok yer altı enerji kaynaklarına sahip olma yarışı şeklinde sürdürülüyor.
Bu kontrolsüz hızlı büyümenin önüne nasıl geçeriz, temiz enerji kaynaklarını kullanarak kontrollü büyümeyi nasıl sağlarız düşüncesinde olan yok.
“Şimdi biz varız, gelecek nesiller kendi başlarının çaresine baksınlar” mantalitesinin yönetenlerde yarattığı anlayıştır bu. Bencillik, ego, hırs ve ihtirasın yarattığı bir kompleks. Bilim ve hassasiyetin olmadığı bir doyumsuzluk yarışı.
Kutuplardaki buzullar eriyor, deniz suyu seviyesi yükseliyor ve kıyı kesimlerde toprak kayıpları artıyor. Başta ABD olmak üzere bazı “Gelişmiş” ülkeler ise, dünya hâkimiyetini kaybetmemek için her yola başvuruyorlar. ABD atmosferdeki olumsuz göstergelere rağmen, Paris’teki iklim antlaşması toplantısında yine protokole imza atmaktan imtina etmişti.
ABD Başkanı Joe Biden’ın Beyaz Saray’daki ilk icraatlarından biri, Paris İklim Anlaşması’na geri dönme sürecini başlatmak oldu. ABD Şubat 2021 yılı itibariyle Birleşmiş Milletleri bilgilendirerek resmen anlaşmaya döndü. Biden’ın selefi Donald Trump anlaşmadan çekilme kararı almıştı.
Paris İklim Anlaşması; küresel sıcaklık artışının sanayi öncesi dönemdekine kıyasla 2 derecenin altında tutulmasını, tercihen 1,5 derecenin hedeflenmesini öngörüyor.
Artık kirlenmenin sadece belli bölgelerde değil, hayatın her köşesini etkilediği bilinen bir gerçek. Joe Biden’in bu tavrı, çevreci anlayışlara biraz nefes aldırmış durumda
Ancak, dünyadaki bu hızlı değişimle birlikte; insan zekâsı “ Bilim, deneyim ve hassasiyet ”i önemseyerek yol alması durumunda yeni bir süreci doğru zeminde şekillendireceği de görülmektedir. 4.0 Endüstri devrimi, algoritmalar, datalar, yapay zeka ve hızla gelişen yazılım teknolojileri insanın nereye evrileceğinin işaretlerini de veriyor.
2050’ lere kadar şu anda kullandığımız birçok ideolojik saplantılarımız, dünya görüşümüz, yaşam tarzımız ve bakışımız değişecek.
Bu değişen bakış açımızla birlikte; çevre, doğa, kaliteli yaşam dengesini bozan gidişata dur demenin yolu, hümanizmin evrensel ilkeleri ve bilimin ışığında yol alarak gelecek nesillere temiz bir yaşam bırakılmasıdır.
Yazılım teknolojisi, yeni insan anlayışı, dinin, felsefenin, ideolojilerin, kalkınmışlığın yeniden yorumlanışı bizi farklı bir sürece taşıyacağı görülmektedir. Güneşe tanrı diyen bir toplumdan, güneşi işleyerek enerji üreten bir topluma dönüşüyoruz.
Bu dönüşümü bilim, deneyim ve hassasiyet ölçülerinde şekillendirebilirsek daha kaliteli, daha düzeyli bir yaşama doğru evrilebiliriz.
Böyle bir tercih ve evrimle bizi kurtarabilir. Bu evrimle bizi gelecek korkularımızdan, kirletilmiş dünyadan, saplantılardan, dogmalardan arındırabilir.
İnsanoğlu bilim sayesinde nasıl ki, milyonların ölümüne neden olan kıtlığa çare bulduysa, yine milyonların ölümüne neden olan veba, çiçek, kolera, Korona gibi hastalıkların önünü aldıysa, yine milyonların ölümüne neden olan savaşların son bulmasına da çare bulacaktır.
Süper güçler; insan değerini hiçe sayarak yaşamın gidişatına biyolojik savaşları katmaları durumunda, çok daha zor günlerin yaşanabileceği söylenebilir.
Ne var ki; gelişmiş toplumlar bir taraftan da insan yaşamıyla doğayı örtüştüren, yaşama daha konforlu ve kolaylaştırıcı olanakları sunan yeni planlamaların hazırlığı içinde olmasıdır.
Bu yeni bakış ve yerel yönetimlerin daha da güçlendirilmesi ekseninde yürütülen çalışmaların, gelecek açısından umut yarattığı da söylenebilir.
İnsan bilinci, zekâsı, yazılım teknolojisi, algoritmalar, verilerin toplandığı data’larla ve yeni arayışlarla yaşam yeniden şekillenebilir.
Bu şekillenme doğru temelde geliştirilir ve doğru evrilirse; yaşamı yeniden tadında sürdürmek mümkündür.
Bedrettin GÜNDEŞ