Dana'sını bırakıp ''Ana'sıyla'' uğraşmak!

Güncelleme:

Geçen gün 12 Eylül'ün yıl dönümüydü... 

 12 Eylül en çok da '82 Anayasası' ile eleştirildi.

Şu sav ve söylemler temel alındı:

 "Darbe Hukukuna Hayır!"... 

 "Sivil Anayasa"...

 "Seçilmişlerin atanmışlara göre önceliği..."

  tamam... ama...

 Aradan geçen yıllar içinde söz konusu temel yasa en az 100 kez değiştirildi...

 Ancak yine de kimilerine göre

'ara rejimin tortuları' belli ki tam anlamıyla  giderilmedi.

 Oysa yapılan "tadilatlarla" ara rejim fiziken ve fikren aşılırken, ruhen ve kültürel yanayıyla ve bir tür "rejime ara verilmişçesine" keyfi tayinler, sorusu çalınmış sınavlar, mesnetsiz vergi afları, şaibeli ihaleler ile  partizanlık had safhaya çıktı...

 Ah o bezirgan ve popülist "Siyaset"... 
'yetmeyen', 'yönetemeyen' siyaset; 

 yetki toplamaya doymadı ve "yetinmedi":

 80 öncesinde, ülkenin gördüğü en ilerici Anayasa metnini "bu Anayasa bize bol geliyor" diye eleştiren zihniyet,

 Günü geldi, yeniden zuhur etti;

 Türkiye, 2017 referandumu ile Başkanlık sistemine geçiverdi!

 Tüm bunlar seksen yerden yamalı 82 Anayasası meri iken "kotarıldı"...

 Artık, 
iki gerçek ve de
bir eksik 
yüzümüze çarpıyor:

 Ergenekon, Balyoz gibi tertiplerin yaşandığı, Ali İsmail Korkmazların sokaklarında yitip gittiği bu ülkede, gerçekten demokrat olmak, asker veya sivil meslek kökeninden gelmeye bağlı değildir...

 Bu bir ve ikinci olarak; hangi Anayasa, hatta yasa yürürlükte olursa olsun, önemli olan uygulama yani icradır; adil ve hakça bir yönetim yazılı olmayan kural ve gelenekleri de pekala toplum yararına değerlendirebilir...

 Örneğin, yasalar insanı, idare ise, yeri gelir; insana karşı doğayı korur...

 Ve tabii tüm bu tabloda bir eksiğimiz daha net anlaşılıyor ve anımsanıyor: 

Siyasi Partiler Yasasını ve seçim sistemini niçin henüz adil biçimde yenilemedik? 

 Buna da mı 12 Eylül engel oldu? Yoksa 27 Mayıs mı? Yoksa 12 Mart mı? Yoksa 27 Nisan mı (e muhtıra) mı engel oldu?
Nedir siyasetin elini tutan!

 Kaldı ki, 12 Eylül'ün ve 82 Anayasasının en başarısız olduğu konu "yönetimde istikrar ve temsilde adalet" vaazı ve vaadi değil miydi? ve:

 Asıl değiştirilmesi gereken siyasal partilerdeki "despotizm" / "Tanrı liderler, kul delegeler" ...

ve seçim sisteminde ulusal iradeyi muğlak kılan, yapay ittifak ve ödünleri zorlayan, oy barajları meselesi değil miydi?..

 Tüm bunlar, bu konudaki demokratikleşme gereği, üstelik seçimler öncesi, kimi siyasi partilerce, Avrupa kriterleri olarak deklare edilmedi mi?

 Edildi ama Olmadı! Çünkü kurulu düzenin işine gelmedi...

 Siyaset, işin dana'sı olan seçim sistemi ve parti yasasını hakkaniyete uygun, çağdaş hale getirmekten adeta kaçınmaktadır...

 Evet siyaset, iktidarıyla hatta muhalefette kimi yancı unsurlarıyla, rejimin 'ana'sı' olan Anayasa'nın değiştirilmesine kilitlenmiş bulunuyor...

 Sakın ilk 4 maddeyle "oynamayın" (*) diyelim ve sendikalarımıza, meslek örgütlerimize, akademilerimize, aydınlarımıza, her gece medya sunağında geleceği kurban edilen bu ülkede hep beraber "iyi seyirler" dileyelim...

 (*): Temsilde Adaleti sağlamayan (oy barajları, partilere Hazine katkısı, TV'lerden yararlanma ve kamu imkanlarının kullanılması) gibi bir süreçte oluşan Meclis'in Anayasa şekillendirmesi çok ciddi bir tartışma konusudur.

 Hele ki, Anayasanın ilk 4 maddesinin 'tartışmaya' açılması, toplumun zamanının boşa harcanmasından başka sonuç vermeyecek bir yönelim olur...

 

Diğer Yazıları
Ekonomiyi yanlış yerden tutuyorsunuz!
Ulusal kalmak, evrensel durmak !
Kızları da askere alsınlar!
30 Ağustos!
Kakafonik Borsa veya Kalkınma Senfonisi!