Cezayir ve Bağımsızlık Savaşı
Cezayir…
Mağribin Fas ve Tunus’la beraber, istiridye kabuğu doğal gaz ve petrol dolu incisi…
Öncesindeki 3 asır Osmanlı’yla geçmiş, sonrasında,1830’dan 1960’a Fransızlar.
Kabileler üç kez gerilla savaşı denemişler. Sonuçlanmamış. Bağımsızlık süreci, 50’li yıllarda başlayıp neredeyse sekiz yıl sürmüş.
Şimdi Folk ve Pop karışımı olan Rai müziğiyle ağıt yakmalarının zamanı:
Bağımsızlık sürecinin önderi, Ahmed Bin Bella, yaşamını yitirdi.
Pakistan’da Cinnah… Hindistan’da Gandhi… Mısır’da Nasır… ne ise;
Tunus’ta Burgiba, Fas için Hattabi ve Cezayir’de Bella, aşağı yukarı, odur…
1962’de cumhurbaşkanı seçilen, 65’te Bumedyen tarafından ‘devrilen’, otuz dört yıl sürgün yaşayan Bella, emperyalizmin birinci elden tanığı:
50’li yıllarda, 10 milyonluk nüfusunun 1,5 milyonu yani yüzde on beşi Fransızlar tarafından katledildi Cezayir’in…
Buna karşılık, 2006 yılında verilen yanıt: “Tarihi tarihçilere bırakalım”
Oysa, aynı Fransa, “Ermeni meselesinde”, “arşivlere buyurun” diyen Türkiye için aynı ‘bonkörlükte’ değil...
Teknoloji kaldıracında ve bilgi çağında, Dünya’nın ‘çeri-başları, imparatorluk Roma’sındaki Taca oynarlarken,
bonus niyetine ve ‘Tahvil’ diye, kent devletleri oluşturup, bunları paylaşmaya teşneler;
Ve belli ki, insanlık için “ilerlemek” öyle kolay olmayacak…
Cezayir için de öyle... Dün de öyleydi, bugün de öyle…
Tarımda reform programı dış satıma pek katkı yapamamış, ağır sanayi hamlesi sınırlı kalmış, Fransa toprağından çıkmış ama hala Cezayir’e en fazla mal satan ülkelerden.
Demir, uranyum, çinko yatakları yabana atılır değil ama, “yatıyor”!
Modernleşme çabaları da kentlerle sınırlı kalmış. Şeriat dersleri orta okullara konmuş.
Ulusal kaynaklara dayalı bütüncül kalkınma olmaksızın, Berberi özgürlüğünden ulusal bağımsızlığa tam olarak ermek zor.
Tıpkı, “Arap Baharı”nın toplumları ancak laiklik kıvamları kadar bağımsızlaştırıp, özgürleştirebileceği gibi…
Evet, tarihiyle ve toplumsal verileriyle Cezayir, -on yedi yıl önce Yeni Yüzyıl gazetesinde yazığım gibi- “yabancımız” değil…
Türkiye, kendisinin NATO’ya ve Nasır’ın Orta Doğu’ya ‘yerleşmesinden, duyduğu kaygılarla, “ötelediği” Cezayir’in bağımsızlık serüvenini, 1962 yılında, -Feridun Cemal Erkin’in sözleriyle- TBMM kürsüsünden (selamlamış) tanımıştır.
İki ülkenin tarihi ve kültürel bağlarına karşın bu “gecikmenin” nedenini sorgulayan aydınlardan biri olarak, rahmetli Bülent Ecevit, 5 Ocak 1957’de Ulus gazetesinde -mealen- şunları yazmış:
“Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu siyasetinde batılı ülkelerden bağımsız siyaset izlediği yıllarda hiçbir kaybı olmamıştır, tersine, kazançlı çıktığımız birçok konu olmuştur”
Gerçekte, emperyalizme karşı bağımsızlığını kazanan ilk ülke olan Türkiye’nin, dış politikada durması gereken yeri saptamış: Mazlum ulusların, ulusal bağımsızlık ve ‘bütünlüğün’ yanında olmak!
Bu gün, Ibni Haldun’un Mukaddime’sini yazdığı topraklardan… Romancı Albert Camus, sosyolog Malik bin Nebi, -daha popüler olarak- modacı Yves Saint Laurent’in vatanından; Cezayir’den söz ettik…
Bir ulusal kahramanını, Ahmed bin Bella’yı yitirdiği günlerdi…