Çarpık Irak siyaseti

Güncelleme:

Son yıllarda hemen her alanda olduğu gibi AKP’nin Irak siyaseti de bozuldu ve giderek ülke çıkarlarına zararlar vermeye başladı. Bu önemli komşuyla ilişkileri incelemeye, filmi biraz geri sararak, bir önceki iktidar döneminden başlamak istiyorum.

1999 seçimlerinden sonra DSP-ANAP-MHP koalisyonu (57. hükümet) kuruldu, DSP lideri Bülent Ecevit Başbakan oldu. ANAP lideri Mesut Yılmaz, Cumhurbaşkanı olmak istiyordu ve Ecevit’le arayı iyi tutmak peşindeydi. MHP 1980 sonrası dönemde ilk kez hükümet ortağı oluyordu, devlet deneyimi zayıftı ve partili kadrolar daha çok iktidar nimetlerinden faydalanma peşindeydi. Dışişleri Bakanlığı DSP’ye verilmişti. Bu şartlarda Ecevit dış politikayı dilediği gibi yürütüyordu.

Ecevit hükümetinin özellikle son döneminde Irak konusu sıcak gündem maddelerinden biriydi. Eylül 2001’de İkiz Kulelere saldırıdan sonra Amerika, Afganistan işgalini başlatmış, Irak Savaşı’na hazırlanıyor ve Ankara’nın desteğini arıyordu.

Hükümet adına konuşanlar, Kuzey Irak’tan savaş ve tehdit içeren bir dille söz etmeye başlamıştı. Dışişleri Bakanı, Musul’un Misak-i Milli sınırları içinde kaldığını hatırlatıyordu. Ecevit de benzer Misak-ı Milli vurgulamaları yapıyor, o toprakların Türkiye’ye katılabileceğini ima eden demeçler veriyordu. Belli ki iktidar çevrelerinde, Kuzey Irak’ın Türkiye’ye katılması ciddi bir seçenek olarak ele alınıyordu.

Mayıs 2001’de Hürriyet Gazetesi sürmanşetten, Başbakan Ecevit’in Genel Kurmay, MİT, MGK Genel Sekreterliği gibi kurumlara gönderdiği ‘gizli’ ve ‘acil’ kayıtlı yazıyı açıkladı.

Başbakan imzalı yazıda, Kuzey Irak’ta “bizim için hiçbir şekilde kabulü mümkün olmayan senaryo bağımsız bir Kürt devleti ilanıdır” deniliyor ve bu durumun “savaş nedeni” sayılacağı ilan ediliyordu.

Ancak muhtemel bir Federe Kürt Devleti’nin “savaş nedeni” görülüp görülmediği bilinçli şekide belirsiz bırakılmıştı.

 

 

Misak-ı Milli bugün sahip olduğumuz sınırlardır

Ecevit iktidarının yanlış Irak siyasetini o günlerde medyada eleştirmiş, “yeni bir Irak siyasetine” ihtiyaç olduğunu vurgulamış ve özetle aşağıdaki görüşleri ifade etmiştim. 

Misak-ı Milli, milli mücadele önderlerinin yüz yıl önce bir hedef olarak çizdiği sınırları ifade eder. O günün koşullarında bu, makul ve anlaşılabilir bir yaklaşımdı. O hedef çok büyük ölçüde gerçekleşti.

Ancak aradan geçen nice on yıllardan sonra artık bizim için Misak-ı Milli (Milli And), bugün sahip olduğumuz sınırlardır. 

Amerika’nın askeri harekâtı sonrasında şartlar elverişli görünse bile, yüz yıl önceki Misak-ı Milli’yi ileri sürerek Kuzey Irak’ı işgal ve ilhak gibi bir maceraya asla girişmemek gerekir. Başka ülkelerin toprağını kuvvet kullanarak yutan ülke durumuna düşeriz. Başta Arap dünyası, Amerika ve Rusya, hemen herkesi karşımıza alırız.

Osmanlı’nın Musul Vilayeti; Kerkük, Musul ve Süleymaniye sancaklarından oluşuyordu. Milli mücadele önderleri, Doğu vilayetlerinde ‘Araplar hariç Müslümanların çoğunlukta olduğu topraklar Misak-ı Milli sınırları içinde kalsın’ ilkesinden hareket ederek bir hedef oluşturmuştu. Yüz yıl önce Musul Vilayetinde nüfusun çoğunluğunu Kürtler oluşturuyordu. Bugün de öyledir.

Musul’u ilhak edersek, Ortadoğu’daki Kürt nüfusun tamamına yakını Türkiye içinde kalmış olur. Uzak diyarlara prince giderken, evindeki bulguru yitiren köylü durumuna düşebiliriz.

Tabii Türkiye’nin, Kuzey Irak’ı kendisine dönük saldırılar için geri üs olarak kullanan PKK’ya karşı her türlü önlemi alma hakkı saklıdır. 

Ama Kuzey Irak Kürtleri tehdit değil işbirliği yapılacak bir ortak olarak görülmelidir. Türkiye sadece ekonomik açıdan değil, modernleşme ve demokratik değerler açısından da Kuzey Irak’ın dünyaya açılan kapısı olabilir. Hedef bu olmaldır.

 

2002 erken seçimi ülkeyi maceradan kurtardı

Durum endişe vericiydi. Ecevit iktidarı ülkeyi kötü yönetiyordu. Ekonomi dibe vurmuş, halk desteği iyice zayıflamıştı. Bu durumda iktidarın dışarda macera ve zafer arama ihtimali artıyordu.

Ayrıca Ecevit dış politika, özellikle Irak konusunda kendine çok güveniyordu. Ama gerçek o ki, sık sık vahim yanılgılara düşüyordu. 

Mesela 1991’de Irak’ın Kuveyt’i işgali üzerine başlayan Körfez Savaşı’ının hemen öncesinde, ABD’nin savaşı göze alamayacağını, Irak’a göz dağı vermek istediğini söylemişti. Ama 24 saat geçmeden ABD’nin Bağdat bombardımanı başladı. Savaş bitikten sonra Bağdat’a gitmiş, Saddam Hüseyin’le uzun mülakatlar yapmıştı. Ecevit’e göre Irak’ın Kuveyt’i işgali haklı gerekçelere dayanıyordu, çünkü Basra Körfezi sahilinde çok dar bir alana sıkışmıştı! Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Neyse ki, hemen her konuda başarısızlığa uğrayan Ecevit hükümeti erken seçime gitmek zorunda kaldı. Kasım 2002 seçimlerinde üç iktidar partisinden hiç biri meclise giremedi, AKP tek başına iktidara geldi.

İlk AKP hükümeti Abdullah Gül’ün Başbakanlığında kuruldu. Ortadoğu’yu en iyi bilen diplomatlarımızdan Yaşar Yakış Dışişleri Bakanı oldu. Gül-Yakış ikilisi, Irak konusunda aşağı yukarı benim o günlerde ifade ettiğim görüşler doğrultusunda yeni bir Irak siyasetini yürürlüğe koydu. 

Aklın yolu birdir diye düşündüğümü hatırlıyorum. Erken seçim, muhtemelen sonuçları ağır olacak, ülkeyi zor durumlara düşürecek maceracı ve ulusalcı/milliyetçi politikadan kurtarmıştı.

Esasen AKP iktidarının izlediği yeni Irak siyaseti, dış politikadaki en başarılı icraatlarından biridir. Ağır riskleri ortadan kaldırmış, Türkiye’yi rahatlatmış, elini güçlendirmiş ve hareket alanını genişletmişti. Irak’la sağlıklı ilişkilerin önü açılmıştı. Ama o günlerde kamuoyunda daha yoğun ilgi çeken Kıbrıs ve AB üyeliğine adaylık gibi konular nedeniyle, bu önemli değişim ne yazık ki yeterince takdir edilemedi.

 

AKP şimdi Ecevit çizgisine döndü

2011 seçimlerinden sonra AKP, dış politika dahil hemen her konuda başlangıçta yaptıklarının tersini uygulamaya başladı, Türkiye düşüşe geçti. Irak siyaseti de bu kötü gidişten nasibini aldı. 

AKP sözcüleri şimdi yine Misak-ı Milli’yi hatırlatmaya başladı ve ilhak imalarında bulunuyor. Milliyetçi küçük ortak da tahrik edici bir dille bunu teşvik ediyor.

AKP’nin Irak siyaseti 57. Ecevit iktidarını hatırlatıyor. İçerde başarısız olduğu için, bunu dışarıda zaferle telafi etme hayali peşinde. Dış politikada kendine çok güveniyor, ama aslında çok yanlış yapıyor. 

Ecevit dönemi için Misak-ı Milli hakkında yukarıda özetlediğim görüşlerin hepsi bugün de geçerli, tekrara gerek yok. 

Ama Irak siyaseti açısından AKP’nin durumu, Ecevit iktidarından daha da kötü.

Sadece Kuzey Irak değil, Kuzey Suriye’de de AKP iktidarının niyetleri hakkında soru işaretleri var. Belli ki böyle bir soru işaretini zihninde taşıyan Rusya lideri Putin, AKP’li yetkililere defalarca ‘Suriye’nin toprak bütünlüğünün temel ilke’ olduğunu ifade ettiğini, bugüne kadar onlardan bir itiraz gelmediğini vurguladı.

Diplomaside dil ve üslup, en az içerik kadar önemli. Ecevit o dili başarıyla kullanırdı. AKP ise diplomasi dilini beceremiyor.

Kısa süre önce Irak Başbakanı’na Ankara’dan fırlatılan ifadeleri burada hatırlatmaktan bile üzüntü duyuyorum: ‘Sen kimsin, benim kalitemde değilsin, muhatabım değilsin’ vs.

Bir başka örnek, Kuzey Irak’taki referandum sırasında kullanılan yakışıksız tehdit dili: ‘Habur’u kapatırım, aç kalırsınız’.

 

AKP’nin Irak siyaseti: Yanlışlar zinciri

Ama en kötüsü, 2003’te başlayan ABD işgalinden sonra Irak’ta ortaya çıkan yeni durumu AKP doğru algılayamadı, yeni koşulların somut tahliline dayanan bir yaklaşım geliştiremedi. Onun yerine Sunni mezhepçilik temelinde bir siyaset izledi. 

Irak’ta nüfus çoğunluğunu Şia Araplar oluşturur. Yaklaşık nüfus oranları şöyle: %62 Şia Arap , %13 Sünni Arap, %17 Kürt, %3 Türkmen (1). 

Osmanlı döneminden beri yönetim hep Sünni Arapların elinde oldu. Amerikan işgali sonrasında ilk kez 2005’de Şia ağırlıklı bir hükümet kurulmasıyla, Irak’ta tarihi bir değişim yaşandı ve Şiiler yönetime ağırlığını koydu.

İran etkisi güçlü olduğu için bu gelişme ilk bakışta, Irak’ın Tahran güdümüne gireceği algısı yaratabilir. Ama gerçek durum hiç öyle değil.

İranlıların Şia’ya kitlesel geçişi, 16. yüzyılda Safavi devletnin kurulmasıyla gerçekleşti. Şia o zamandan beri İran’da devlet dini. 

Irak’ta halkın geniş şekilde Şia’ya katılması ise çok sonraları, 19. yüzyıl ortalarından itibaren göçebe Arapların yerleşik hayata geçmesiyle beraber gerçekleşti. O nedenle Irak’taki Şia Araplar arasında, Arap değerleri ve Arap geleneklerine bağlılık, özetle Arap kimliği, güçlüdür.

Günümüzde Irak Şiileri arasında İran yanlıları olmakla beraber, bunlar azınlıktadır. Büyük çoğunluk için milli kimlik, yani Iraklı ve Arap kimliği, Şia kimliğinin üstündedir. Irak Şiilerinin büyük çoğunluğu, İran hegemonyasına sert şekilde karşıdır ve bağımsız Irak yanlısıdır (2).

Bugün gelinen noktada Irak’ta din ve siyasete kısaca göz atarsak, bu gerçeği daha iyi görebiliriz.

Din adamları arasında en büyük ağırlık taşıyan lider, açık arayla Büyük Ayetullah Ali Sistani’dir. Kendisini özenle siyaset dışında tutar ama halk arasındaki desteği öylesine güçlüdür ki, Irak’ta hiçbir siyasi parti Sistani’nin görüşleriyle çatışmaya düşmek istemez. Sistani’nin en belirgin niteliği, Irak Şiasının İran’dan bağımsız ve özgün kimliğini temsil etmesidir. Demokrasiyi, hükümeti denetleyecek güçlü meclisi, kadın ve insan haklarını savunur. İran’daki Velayeti Fakih (teokrasi) rejiminin, Şia geleneğinden bir sapma olduğunu ileri sürer.

Mayıs 2018’de yapılan son seçimlerde, Şii lider Mukteda Sadr’ın partisi Sairun İttifakı, 329 sandalyenin 54’ünü kazanarak birinci oldu. Irak’ın güçlü ailelerinden gelen Sadr çizgisinin en belirgin özelliği, Irak’ta İran hegemonyasına şiddetle karşı çıkmasıdır.

İran yanlıları ise bugün ağırlıklı olarak iki parti içinde yer alıyor: Eski Başbakan Maliki’nin Dava Partisi ve Fetih İttifakı. Ancak Dava Partisi ikiye bölümüş durumda. Bir kısmı Maliki’yi desteklerken, bir kısmı ABD yanlısı. Fetih İttifakı, Halk Seferberlik Ordusu (Haşdi Şaabi) adı altında toplanan milis grupları arasında, İran yanlısı bazı hiziplerin desteğine sahip. 

Mecliste İran yanlısı vekillerin sayısı %20 civarında. Hayli karmaşık ve istikrarsız Irak siyaseti bugün, İran ve ABD yanlısı gruplar arasındaki gerginliği yaşıyor. Ama çoğunluk bağımsız Irak’tan yana.

Tarihten ve coğrafyadan gelen muazzam potansiyele rağmen Türkiye’nin siyasi ağırlığı, AKP iktidarının hemen hiç aksatmadan sürdürdüğü yanlışlar zinciri nedeniyle, dibe vurmuş durumda.

AKP, Irak siyasetini Sünni mezhepçilik üzerine kurdu. Üstelik Sünni kesim içinde en yıpranmış isimlerle işbirliği yaptı. Kaba bir dille sürdürülen bu çarpık mezhepçi yaklaşım sonunda, Şii Türkmenler bile Ankara’ya soğuk bakıyor.

AKP, küçük bir azınlık olan Sünni Araplar (%13) içinde itibarını yitirmiş bir iki aşiret reisine dayanarak Irak’ta hangi hedeflere varmak istedi, anlamak gerçekten kolay değildir. Zaten kayda değer bir hedefe ulaşamadı.

AKP iktidarı ayrıca, Irak’ın bağımsızlığına saygı duymayan, küçümseyici ve tepeden bakan bir tavır içine girdi.

Mesela 2014 yaz aylarında IŞİD militanları Musul’u işgal edince, AKP yönetimi, Bağdat’a hiç danışmadan, bölgeye asker gönderdi. Irak yetkilileri Ankara’dan askerlerini çekmesini isteyince, AKP’li üst düzey sözcüler, ben askerimi sana sormadan Irak’a sokarım, çünkü sen kendi vatanını korumaktan acizsin, Rusya ve İran baskı yapıyor, onun için bana çık diyorsun mealinde Bağdat hükümetini adam yerine koymayan ısrarlı açıklamalar yaptı. Kullanılan dil öylesine bozuktu.

Halbuki Irak, Rusya’nın veya İran’ın baskısı nedeniyle değil, milli gurur ve bağımsızlık duygusu nedeniyle davetsiz gelen askerlerin çekilmesini istiyordu. Bunun en önemli kanıtı, Büyük Ayetullah Sistani’nin Türk askerlerinin Irak’ta bulunmasına karşı çıkan açıklamasıydı. 

Neticede AKP askerleri çekti, ama onu da doğru düzgün bir şekilde yapamadı. Zamanın Başbakanı Ahmet Davutoğlu öğlen saatlerinde ‘Musul kurtulana kadar oradayız’ derken, akşam kendisine bağlı Dışişleri Bakanlığı askerin çekileceğini açıkladı. Nedeni, ABD Başkan Yardımcısı Biden’den Davutoğlu’na gelen telefon idi. Davutoğlu önce, bana Irak’tan askerlerinizi çekin diye bir şey söylenmedi dedi, ama bunun üzerine Washington’dan gelen resmi yalanlama sineye çekildi.

Başka hemen her dış politika alanında olduğu gibi, AKP Irak’ta da üstünkörü, fevri ve ideolojik temelde alınan kararlarla hareket etti. 2003 ABD işgalinden sonra ortaya çıkan yeni koşulları okuyamadı, doğru tahlil edemedi. 

Aslında Irak’taki yeni durum, Türkiye için bir fırsat anlamına geliyordu. Ankara tamamen mezhepler üstü bir siyaset izlemeli, onu da güçlü bir şekilde Irak’ın bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı, iç işlerine karışmama ilkeleri üzerine oturtmalıydı. Bıkmadan ve usanmadan bu ilkeleri savunmalıydı. 

Öyle yapsaydı, eminim ki Türkiye bugün Irak’ta, İran’dan da, Amerika’dan da daha saygın ve etkili bir konumda olacaktı. Şia dahil hemen her kesimden ciddi destek alabilecekti. Esasen şimdi İran’ın Bağdat’ta sahip olduğu siyasi ağırlık, belli bir ölçüde, AKP’nin izlediği çarpık siyasetin Türkiye’nin etkisini kırması ve zaafa uğratması nedeniyledir.

AKP yapması gerekenlerin tersini yaptı. Sonuç ortada.

Çarpık Irak siyaseti nedeniyle Türkiye’nin uğradığı kayıplar sadece stratejik alanda değil, ekonomik sonuçları da var. Irak Türkiye’nin en önemli ihracat pazarlarından biri. Geçtiğimiz yaz aylarında Irak, Türkiye’den aldığı yumurta, meşrubat, meyva suyu, makarna dahil bir dizi gıda ürününe ithal yasağı getirdi.

Türkiye yumurta ihracatının %70’ini Irak’a yapıyordu. Şimdi gıda üreticilerinin zor durumda olduğu, bazılarının iflas ettiği haberleri var. Çarpık Irak siyasetinin ekonomik bedeli kaç milyar dolar, varsın iktisatçılar hesaplasın!

57. Ecevit hükümetinden yaklaşık 20 yıl sonra, bugün Türkiye’nin bir kez daha yeni bir Irak siyasetine ihtiyacı var.

Ancak Türkiye, yeni ve sağlıklı bir Irak (veya Suriye) siyaseti için, öncelikle içerde Kürt sorununun çözümüne dönük güçlü bir yol haritasına sahip olmalıdır.

Bunun nasıl olması gerektiğini bir sonraki yazımızda ele alacağız.

-----

(1)- http://worldpopulationreview.com/countries/iraq-population/

(2)- Meraklılar için, Yitzhak Nakash’ın “The Shi’is of Iraq” kitabını öneririm (1995). Irak Şia’sı hakkında benim bilebildiğim kadar bugüne dek yapılmış en başarılı çalışma olan bu kitap, “Irak’ta Pandora’nın Kutusu Şiiler” başlığı altında Türkçe’ye çevrildi.