Bir şehir efsanesi: Yapısal Reform

Güncelleme:

Ünlü Amerikan Başkanı Truman, ekonomi danışmanı arıyormuş. 

Kendisine muhtelif isimler tavsiye edilirken...

"Fakat..." diye söze girmiş, ve bir şartı olduğu belirterek şöyle demiş: "Bana tek kollu bir İktisatçı bulun" 

Etrafındakilerin şaşkın bakışları arasında, şu sözleri ekleme gereği duymuş: 

"Bıktım bu iktisatçıların kollarını açıp 'bir tarafdan böyle ama öteki taraftan şöyle' şeklinde konuşmalarından" 

İşte bu anekdot, iktisatçıların ruh halini özetlemek açısından çok yerinde bir örnektir. 

DÖVİZ KURU MUHABBET KAYNAĞI 

Son günlerde, dolar'daki ani yükseliş nedeniyle olsa gerek! 

Politika, futbol, sinema ve sanat gibi alanların tamamına vakıf olan(!) birileri bu uzmanlık alanlarına bir yenisini daha ekledi.

Evet, doğru tahmin ettiniz! 

Bugünlerde herkes kendine göre iktisatçı kesildi.

Ana akım ve sosyal medya yıkılıyor. Ne cevherler varmış. 

Bir de iktisatçı olarak ciddi analizler yapan, bu konuya kafa yoran değerli kalem adamları/kadınları var.

Öyle ki doğru rakamlar üzerinden çok tutarlı ve isabetli analizler yapıldığını söyleyebilirim.

Ancak, konu yapılması gerekenlere, yani atılacak adımlara gelince...

Bu yönde kalem oynatan ve fikir beyan edenlerin hemen hepsi koro halinde aynı teraneyi tekrarlıyor: ‘Yapısal reform’

KOPMA NOKTAM : YAPISAL REFORM

Yapısal reform kulağa hoş gelen bir deyim.

Yapısal reformun açılımını yapan iktisatçılar, tespitlerini şöyle sıralıyor:  

-Dolgu yapmayacaksın! Çürüğü kökünden tedavi edeceksin!

-İşin köküne ineceksin! Aspirin tedavisini bırakacaksın, kök hücre tedavisi yapacaksın!

Şimdi bu önerilerin hepsi iyi, hoş güzel de...

Gerçeklere baktığım zaman durum farklılaşıyor. 

Yani popüler deyimle söylemem gerekirse, ‘kırılma, kopma, kaynama’ noktama erişiyorum! 

Hatta bazen insanın içinden, ‘Yahu kardeşim ya sayı saymamışsın ya dayak yememişsin’ demek geliyor ama biz yine de efendiliği elimizden bırakmayalım diyoruz.

TABELAYA BAKALIM 

Bugün seçime giden hükümet, Cumhuriyetin 65. hükümeti.

Cumhuriyetin doğduğu günden bu yana ortalama iktidar yaşı 1 yıl 4 ay olmuş sizin anlayacağınız.

Hadi tek parti rejimini istikrarlı dönem sayalım, geriye dönüp baktığımız zaman 27 Mayıs var, 12 Mart var, 12 Eylül var, 28 Şubat var, E-Muhtıra var, 15 Temmuz var.

Bunlar kamuya yansımış üniformalı girişimler, çok partili dönemde darbelerin ortalama yaşı 9 yıl 8 ay olmuş.

Bir de kamuoyuna yansımamış askeri darbe girişimlerini eklersek, bahse konu ortalamayı daha da aşağı çekmek mümkün!

Bu arada unutmadan ekleyeyim, bir de yargının amonyak kokan koridorlarında tezgahlanmış  üniformasız darbe girişimleri var-ki şimdilik kaç adet olduğuna hiç girmeyelim-

Zira bir iktidarın kaç sene muktedir olduğu en kritik göstergedir.

Evet, iktidarların ömrü üzerinde duruyorum çünkü yapısal reform denen Zümrüt-ü Anka Kuşu sonuçta ulusal konsensüs gerektiren siyasi bir olgudur. 

Bu bağlamda, hadi gel de 1 yıl 4 ay içinde ulusal konsensüs üret bakalım.

GÖZÜKTÜĞÜ KADAR BASİT DEĞİL

Buraya kadar okuma zahmetinde bulunanlar, "Eee AKP 16 yıldır iktidarda" diye geçirmişlerdir akıllarından. 

Şimdi...

En uzun iktidar dönemi Menderes’in 10, Özal’ında 8 senesi var, bir de Demirel’in traji-komik altı yedi git-geli. 

Konuyu biraz açalım.

Türkiye’de sağ iktidarlarda gözden kaçan gizli kalmış bir gerçek vardır.

Paylaşayım!..

Türkiye’de tüm sağ iktidarlar aslında adı telaffuz edilmemiş geniş birer koalisyondur. 

Türkiye'nin etnik yapısı, mezhep yapısı, bölgesel farklılıkları TBMM çatısı altında çoğunluğu sağlamak için iktidar partisini kendi içinde koalisyon kurmaya zorlar.

Bu nedenledir ki,  Demirel iktidar koltuğuna oturmadan önce "En önemli mesele Kürt meselesidir" derken, koltuğa oturunca 180 derece değişmiş, Özal "Bir tarafım Kürt kökenli" derken, Apo’yla röportaj yapan Birand’ın çizdiği aşırı insancıl portre üzerine Mehmet Ali’yi telefonda ‘şeyin şeyine’ sokup çıkartmış,  ve nihayetinde  AKP’nin 'Barış Süreci' diye başlattığı girişim de hüsranla sonuçlanmıştır.

Bir defa daha hatırlatmakta fayda var; yapısal reform son kertede bölgesel farklılıkları elimine etmeye yönelik bir girişimdir. 

BİR TRİLYON DOLAR BUHARLAŞTI

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu günden bu yana sürüncemede bırakılan Kürt boyutu meselesi nezdinde;  ‘yapısal reform’ fikrini çözüm olarak diline pelesenk etmiş iktisatçılara hatırlatmak isterim.

30 yıldır bu topraklarda düşük yoğunluklu bir savaş var. İnsani boyutuna hiç girmeyeceğim, ki ayrı yazı konusudur. 

Ama ekonomik boyutu üzerinde konuşmaya değer çünkü yapısal reformdan söz ediyoruz.

'1 trilyon dolar harcandı' diyorlar. Bu para sonuçta devletin bütçesinden çıkmış paradır.

Defalarca yazdım, kültürel nedenlerle, Osmanlı’dan bu yana tasarruf oranı düşük bir toplumuz.

Bu düşük oran da bizi dış kaynağa bağımlı kılmakta. İşte bu nedenle döviz kuru herkesin gözünün üstünde olduğu en hassas göstergedir.

Peki, 30 yıldır bu topraklarda etnik ve mezhep kaynaklı terör örgütleriyle süren savaş başarılı oldu mu? Sanmıyorum!

Ayrıca bırakın çözümü bir kenara, savaş artık ülke sınırlarının dışına taşmış durumda.

Konuya dikkat çekmekte fayda var. Bu düşük yoğunluklu uzun soluklu savaş sadece toplumsal dokuyu değiştirmedi. Türk sanayisinin yapısı da değişti. Kendi akranlarına göre bugün Türkiye ciddi bir savunma sanayisine sahip. (Ekonomik olarak faydalı boyutu da var, ayrı konu) 

Sonuç olarak Cumhuriyetin doğumdan bu yana gelen sorunlar; kaynak transferlerinin ve harcanan para noktasındaki önceliğin DNA'sını değiştirmiş durumdadır.

Yukarıda tarihsel gerçeklerin akışını kısaca toparlamaya çalıştım.

Sözü daha fazla uzatmaya gerek yok. 'Yapısal reform’ diyerek ahkam kesmek kolay ama uygulaması zordur.

'Yapısal reform’ klişesi üzerinden aktarmaya çalıştığım şehir efsanesini, yani konuyu özetlemek açısından... 

Sözlerimi zamanında Fatih Terim’in sosyal medyayı sallamış bir deyimiyle noktalamak istiyorum:  Konuşmadan önce: ‘Look at the Tabela’

 

Diğer Yazıları
Ne Seçimdi Ama…
Paris Olimpiyatları ve Tarihi Anılar