Belli Başlı Psikolojik Sağlık Etkenleri

Güncelleme:

Emekli Öğretim Görevlisi Bilim Uzmanı Hasan Güneş yazdı:

            Erich Fromm’un “üretken yönelme” psikolojik sağlıkta önemli bir yeri vardır. Üretken yönelmenin üç boyutu vardır; çalışma, sevgi ve akıl. Üretken insanlar olumlu özgürlüğe ve kendi potansiyellerini gerçekleştirmeye yöneldikleri için tüm karakter tiplerinin en sağlıklısıdır. İnsanın temel varoluşsal ikilemi olan, bireyselliğini ve kendini özgürlüğünü yitirmeden diğerleri ve dünyayla bir olma çelişkisini çözebilmenin yegane yolu üretken etkinliktir. Çözüm üretici çalışma, sevgi ve düşün ile başarılabilir(İnanç ve Yerlikaya,2008).

            Sağlıklı kimseler, işlerini, kendini yaratıcı bir biçimde ifade etmenin bir aracı olarak görürler. Üretken yönelimdeki kişiler, diğerlerini sömürmek, kendilerini pazarlamak, diğerlerinden uzaklaşmak ya da gereksiz maddi şeyleri toplamak ve biriktirmek için çalışmazlar. Ne tembeldir ne de kampulsif bir biçimde hareketlidirler, çalışmayı yaşamın gerekliliklerini üretmenin bir aracı olarak ele alırlar(İnanç ve Yerlikaya,2008).

            Ruh sağlığı iyi olan bir kimse problemlerini gerçekçi bir gözle görüp, bunları toplumun isteklerini az çok göz önünde bulundurarak çözebilen kişidir. Böyle bir insan yaşamaktan ve çalışmaktan kıvanç duyar, geleceğe az çok umutla bakar(Baymur,1984).

              Kendi iç dünyasında çatışmaları çözebilen kişi; sağlıklı kişidir. Ayrıca, sağlıklı kişi, sosyal entelektüel becerilerini geliştiren kişidir.

            Sağlıklı kişide, ego gerçekçi düşünmeyi, akıl yürütmeyi, karar vermeyi, problem çözmeyi ve haz ertelemeyi içeren tarzlarına sahiptir(İnanç ve Yerlikaya,2008). Yine Karl Jospen ise sağlıklı kişinin yaşama anlamı katabilmenin yolu olarak, bir nedense ve bağlanmanın önemine vurgu yapmaktadır. Aynı zamanda Andre Gide kendilerini tek başına kalmış bulmaktan korkan insanların psikolojik sağlıkla ilgili problemleri olduklarını göstermektedir(Geçtan,1999).

            Sağlıklı insan, potansiyelini ortaya çıkaran kişidir. Kendine özgü anlamlı bir yaşam sürdüren kişidir(İnanç ve Yerlikaya,2008). Yine sağlıklı insan, kendine güveni ve çevresine uymayı sağlayacak sosyal becerilere sahiptir.

            Sağlıklı insan, başardıkları ve hayatı nasıl yaşadığında, bir doyum bütünlük duygusu içindedir(Plotnik,2007). Yine sağlıklı kişi sevgi dolu, anlamlı ilişkiler geliştiren kişidir.

            Rogers, psikolojik olarak sağlıklı insan potansiyelini tam kullanan kişi olarak tanımlamış ve kendini tam olarak ortaya koyan insanın niteliklerini şöyle sıralamıştır: Rogers’a göre, potansiyelini tam olarak kullanan kişi, yeni deneyimlere açık olduğu için kalıp davranışlar sergilemek yerine yaşamın her anını değerlendirmeye çalışır… Yine bir diğer niteliği duygularına güvenmeleri ve içlerinden geldiği gibi davranma eğilimleri vardır. Böyle bir kişi, başkalarının düşünceleri ya da mantığı yerine kendi içinden geldiği gibi davranma yeteneğine sahiptir. Rogers, bu duruma örnek olarak ressam Greco’yu, ünlü Fizikçi Albert Einstein’i göstermiştir. Bununla birlikte Rogers’a göre kendi içinden geldiği gibi davranmak ve kendine güvenmek yalnızca sanatçılar ve dahiler için geçerli bir durum değildir. Her birimiz hayatımızı kendi içsel değerlerimize göre yaşamış ve kendimizi benzersiz ve tatmin edici yollarla ifade etme potansiyeline sahibizdir. Potansiyelini tam olarak insanlar sosyal açıdan uyumlu olmakla birlikte toplumsal beklentilerce belirlenmiş rollere uymak konusunda diğer insanlara göre daha az isteklidirler. Bu yüzden de çevresindekilerin onaylanamayacağından korkarak yapmak istedikleri şeyleri yapmaktan vazgeçmezler. Meslek tercihi, yaşam biçimi gibi konularda önemli kararlar alırken kendi isteklerini, ilgilerini, ihtiyaçlarını ve değerlerini dikkate alırlar(İnanç ve Yerlikaya,2008):

            Potansiyelini tam kullanan birey, ayrıca kendisinin beğenilmeye, hoşlanılmaya, değer bulur ve onlarla ilgilenme konusundaki potansiyeline güvenir, olumlu saygı ihtiyaçlarını, insanlarda başarılı ilişkiler kurarak karşılaşır.

Böylece, kendisi için olduğu kadar başkalarına da koşulsuz olumlu saygı gösterir. Sonuç olarak, böyle insanlar yaratıcı bir biçimde ve tam olarak yaşarlar. Hem olumlu hem de olumsuz duygularını diğer insanlara oranla çok daha gerçekçi bir şekilde daha derin ve yoğun yaşayarak daha zengin ve doyurucu deneyimlere sahip olurlar. Deneyimlere spontan bir şekilde karşılık verir, mutluluğu karmaşık bir ütopya değil de zamanla değişen bir yolculuk gibi görürler(İnanç ve Yerlikaya). Sağlıklı insan, daha amaca yönelik, sorumlu ve planlı hedeflerini geliştirmesi gerekir. Böylece güven duygusu gelişir. Ayrıca, sağlıklı insan, plan yapma, yeni şeyler başlatma konusunda isteklidir.

            Sağlıklı insan, kendini derinlemesine tanıyan, sahip olduğu duyguları ve düşünceleri fark eder ve bunları ifade edebilen kişi demektir. Bunu gerçekleştiren kişinin dış dünya ile uzlaşması kolaylaşacaktır. Diğer yandan, iç dünyasını tanımaktan korkmayan insandır.(Dökmen,2000).

            Sağlıklı kişilik özelliklerinden biri de yaratıcı düşünme, esnek düşünebilme ve anlayışın yenilikler, fikirleri ile yeni veya alışılmışın dışında çözümler üretecek şekilde yeniden organize edebilen bireydir. Sağlıklı insan, mantık yürütme(düşünme) kavramı oluşturmak, problem çözmek ve yaratıcı faaliyetlerde bulunmak için kullanılan zihinsel süreçlere sahiptir(Politnik,2007).

            Sağlıklı insan, yaşadığı dünyada akıl, içgörü ve imgelem yoluyla sorunlarını çözebilen kişidir. Ayrıca kurduğu ilişkilerde boyun eğme ve güce dayalı ilişki değil; sevgiye dayalı ilişkiler kurar(İnanç ve Yerlikaya,2008).

            Sağlıklı insanın bilinci donanmış kişidir. Bu durumdaki kişi her zaman, her koşulda etkili ve güçlü olacaktır. Anlamlı, güçlü ve coşkulu bir yaşam, ancak donanmış bir bilincin temelleri üstüne kurulur(Cüceloğlu,2002). Ayrıca, sağlıklı insan kendi görüşlerinde ısrar etmez. Bunun diğer anlamı, diğerini kendine benzetmeye çalışmaz. Sağlıklı birey yaşamlarının birbirlerinin olgularına önem vererek zenginleşmesine fırsat verir. Bunun diğer anlamı, birlikte olan bireyler kendi algılamasının dışına çıkıp, birbirinin gözüyle şekli görme ve bir diğerinin yaşamını zenginleştirmedir(Cüceloğlu,2002).

            Sağlıklı birey, kendi ve diğerlerinin yeteneklerinin ve potansiyellerinin farkındadır. Bunu açığa çıkarmak için çaba harcar. Yine dik yürüyen, güler yüzlü “Ben yapabilirim” diye düşünen ve risk alan, hatalarını, başarıya giden yolda başarmak olarak gören; geleceğe umut ve şevkle bakan kişidir(Cüceloğlu,2002).

            Psikolojik olarak sağlıklı kişiler, insanları, olayları, fikirleri ve gelecekle ilgili durumları daha doğru ve net bir şekilde değerlendirebilirler(Cüceloğlu,2002).

            Sağlıklı bireyler, davranışlarında daha içten ve doğaldırlar. Çünkü kendi güdülerini ve güçlerini, duygularını, yeteneklerini daha iyi algılamaya yakındırlar(İnanç ve Yerlikaya,2008).

            Yine, sağlıklı insan dünyayla ve onun içindeki insanlarla ya da insanların duygusuyla, sürtüşme halinde değildir(Dökmen,2000).

            Diğer yandan iç dünyasında neler olup bittiğini fark etmenin yollarını arar ve kendisiyle tanışmanın yollarını arar. Diğer yandan, bir gün öleceğini bilerek, mevcut günlerini daha iyi değerlendirmeye, hayatını zenginleştirmeye çaba gösterir(Dökmen,2002).

            Sağlıklı insan özelliklerinin en önemlilerinden biri de inançları tutarlı ve gerçekçidir(Geçtan, 2008)

            Davranışçı psikolojiye göre, ruh sağlığı şu şekilde ifade edilmektedir(Bakırcıoğlu,2008:193):İyi ve mantıklı öğrenim yaşantılarıyla toplumun onaylayacağı davranışları edinmiş olmaktadır. Kişi, çevre onu nasıl koşullandırıyorsa, öyle bir yaşam sürdürüyor.

            Kendini benimseme, onaylama, kendine saygı duyma, değer verme, özsaygı, ruh sağlığının temelini oluşturmaktadır. Örneğin, depresyonun yaygın belirtilerinden biri özsaygının yitirilmesi ve değersizlik duygularıdır(Bakırcıoğlu,2008:184).

            Bireysel psikolojiye göre ruh sağlığı şu şekilde belirtilmektedir(Bakırcıoğlu,2008:193):Bireyin ulaşılabilecek amaçlar belirleyip bunlara ulaşarak güçlü ve mutlu olmayı başarmasıdır. Birey, üstünlük çabasında ne denli başarılı olursa, o denli mutlu olmakta ve yaratıcı benliğinin gücü ile dost, yardımsever bir toplumsal varlık durumuna gelmektedir. Eksiklik karmaşası oluşturan birey ise, abartılı üstünlük çabalarına yönelmektedir. Bu da onun mutluluğu için ciddi bir engel oluşturmaktadır.

            Çözümsel psikolojiye göre ruh sağlığı şu şekilde belirtilmektedir(Bakırcıoğlu,2008:193):Kişinin, ırksal bilinçdışı istek ve eğitimlerini, toplumsal gerçeklerin engellenememesi, bastırmaya zorlamaması, kişiliğin dört temel işlevi olan düşünme, duygu, duyarlık ve sezgiyi uyumlu bir biçimde kullanabilmesi demektir. Başka bir deyişle bunun anlamı, ırksal bilinçdışı istekleriyle dış dünya gereksinmelerinin uzlaştırılmasıdır.

            Psikanalize göre ruh sağlığı şu şekilde ifade edilmektedir(Bakırcıoğlu,2008:193):İçgüdüsel istekleri, toplumla çatışmaya düşmeden doyurabilmektedir. Bu ilkel benlik, benlik ve üst benlik arasında gereksinmelerin olumlu yollarla duyurulması konusunda bir anlaşmaya varılması demektir. Başka bir deyişle; aklın ilkelerini izleyerek, haz ilkesine göre yaşamaktan uzaklaşıp gerçeklik ilkesine göre yaşama yoluyla mutlu olmak ve mutlu etmektir. Ruh sağlıklı kişi, yeterince güçlü bir benlik geliştirmiştir. Bu kişinin üst benliği baskı konusunda aşırı direnmeyen bir esnekliğe sahiptir.

            Erich Frommun kişilik kuramına göre ruh sağlığı şu şekilde belirtilmektedir(Bakırcıoğlu,2008:194):Toplumsal ve ekonomik güçlerin örgütlenmesi ile insanın, bu toplumun bir üyesi olarak, söz konusu güçlere egemen olması ve onlara köle olmaktan kurtulması sonucu, olumlu özgürlüğe ve tam anlamı ile gelişmiş bir benliğe kavuşmasıdır. İnsan, kendini mutsuzluğa sürükleyen etkenleri ancak, toplumda egemen olduğu; ekonomik örgütlenmesi insanın mutluluğunun amaçlarına uygun duruma getirdiği; toplumsal oluşumuna etkin olarak katıldığı zaman yenebilecektir. Beklenen bu sağlıklı kişilik, insan doğası toplum yapısına dinamik bir uyum sağladığında olacaktır. Bu da insancı toplumculuk anlayışını yaşatmak ve yaymak için çabalarını sürdüren özgürlükçü bir yaşama ancak, bu yolla kavuşabilecektir. Toplumsal ülkeler ve düşünceler, insancı ülkülerle ancak o zaman bağdaşacaktır.

            Bakırcıoğlu(2008:194) Erikson’un toplumsal ruhsal gelişim kuramına göre ruh sağlığını şu şekilde belirtmektedir: Pek çok, görevi yerine getirebilen bir benlik geliştirme olmayı dile getiriyor. Bu benlik, dış dünyadan bilgileri belli bir düzene sokabilen, algıları değerlendirebilen, uyum sağlayıcı davranışlarını yönetebilen, geleceğe yönelik tasarımlar oluşturabilen bir yapıdadır. Bu nitelikte bir benlik geliştiren kişi, istediğini geliştirebiliyor, istediği gibi olabiliyor. Sonuçta da kendini iyi görüyor. Kişi bu benlik kimliğini, sorunlarla baş etmesini sağlayan yaşam deneyimleriyle kazanıyor. Sağlıklı bir toplumsal-ruhsal gelişimin güvencesi olan bu kimliğini sırasıyla; temel güven, girişim, çalışma ve yapıcılık, kimlik, yakınlaşma duygularını, üretkenliğin gelişimini ve benlik bütünlüğünün oluşumunu gerçekleştirerek elde ediyor. Bu gelişimle kişi, umut, istenç, amaç, yeterlik, bağlılık(sadakat), sevgi, bakım verme ve bilgelik erdemlerinin de sahibi oluyor.

            Bütün insanlar, özellikle ebeveynleri gibi yaşamlarındaki önemli kişilerden saygı, kabul görme ve onlarla sıcak bir ilişki kurma gereksinmesi alıyor. Olumlu saygı gereksinmesi yaşam boyu devam eder. Ancak diğerleri ile belirli temaslardan bağımsızlaşarak ikincil, öğrenilmiş bir olumlu özsaygı gereksinmesinin oluşmasına da yol açabilir. Olumlu özsaygı gereksinmesini doyurmak için gösterilen çabalar, kendini gerçekleştirmenin en büyük engelidir(İnanç ve Yerlikaya,2008:297).

            Nurberg, kendini beğenmişlik, benmerkezcilik, başkalarının duygularına kayıtsızlık, kendi bedenini algılamada yetersizlik, kendisinin ve diğer varlıklarının sınırlarını belirleme güçlüğü, diğer varlıklarla sürekli bir bağ yaşayamama ve psikolojik dokunun olmayışı, psikolojik sağlığının olmadığına işarettir(Geçtan,1999:151).

            Adler, sosyal ilginin kişinin psikolojik sağlığını değerlendirmeye yarayan bir ölçüt olduğunu belirtmiştir. Bu yüzden, sağlıklı bir kişilik gelişimi için gerekli olan süper ego veya kolektif bilinçdışı değil sosyal ilgidir. Adler’e göre “bireyin sosyal ilgisinin gelişme derecesi, evrensel olarak geçerli olan insani değerlerin tek kriteridir. Bu nedenle, yaşamlarımız, ancak başkalarının yaşamlarına değer kattığımız ölçüde değerlidir. İyi uyum yapmış bir insan yaşamının ilk yıllarından itibaren bu kalıtsal potansiyeli geliştirmeyi öğrenecektir. Öte yandan, uyumsuz kişiliğe neden olan sosyal ilginin yadsıması olmaktadır. Normal ve sağlıklı kimseleri diğerleriyle içtenlikle ilgilenir ve onları önemserler. Bu kimselerin ilerleme hedefleri toplumsaldır ve diğer insanların refahını da içerir. Sosyal ilgisi gelişmiş sağlıklı kişiler bu dünyada bazı şeylerin yolunda gitmediğini bilmekle birlikte kendilerini, insan türünün gelişimine adamışlardır. Kısacası diğer insanların, hatta henüz doğmamış olanların bile yaşamlarına katkıda bulunmadıkça kendi yaşamlarının bir anlamı olmadığının farkındadır. Uyumsuz insanlar ise sosyal ilgiden yoksun olan kimselerdir. Benmerkezcidirler, kişisel üstünlük ya da diğer bir deyişle diğerleri karşısında üstünlük anlayışı içindedirler ve toplumsal hedefleri yoktur. Kişisel çıkarlarıyla ve kendileri için anlamı olan bir yaşam sürerler(İnanç ve Yerlikaya,2008:145)

            Adler, insanların diğerleriyle ilişki kurmak için doğuştan potansiyeli olduğunu savunmuştur ve bu algıya sosyal ilgi adını vermiştir. Doğal olarak Türkçeye tam olarak çevrilmesi mümkün olmamakla birlikte; toplumsal duygu, topluluk duygusu, dayanışma duygusu, insanlığın bir üyesi olduğunu söylemek mümkündür(İnanç ve Yerlikaya,2008:43).

            Adler’e göre insan olumlu sosyal dürtülerle motive olmaktadırlar. İnsanların bencil çıkarlarından(kişisel kazançlarından) toplum çıkarları uğruna vazgeçmelerine yol açan sosyal bir içgüdü tarafından güdülendiklerini gözleyen Adler, bu durumu sosyal ilgi kavramıyla açıklamaktadır. Bu bakış açısına göre insanlar, toplumsal bir çıkar uğruna kendi gereksinmelerini ikinci plana atabilmektedir. Sosyal ilgi esas olarak bütünüyle birmiş gibi hissetmek sonsuza kadar süreceği düşünülen bir toplum biçimi için çaba göstermektedir ( İnanç ve Yerlikaya, 2008,44).

            Adler bireylerin aşağılık duygusuna (yetersizlik) sahip olduğunu ve sürekli üstünlük çabası içerisine girdiğini belirtmektedir ( İnanç ve Yerlikaya, 2008,47).

            Fromm’a göre insanın varoluşsal bir gereksinimi olan ilişki gereksinmesi ancak gerçek sevgi ya da olgunlaşmış sevginin gelişmesi ile doyurabilir. İnsanlarla gerçekten ilgilenmek, verici olmak onları gerçek istek ve duygularını engellememek, tüm insanlığa karşı sorumluluk duygusu geliştirmek olgunlaşmış sevginin temel bileşenlerindendir. Sevgi sevdiğimiz şeyin yaşaması ve gelişmesi için gösterdiğimiz aktif ilgidir. Annenin çocuğuna bakması, bir insanın sevdiği çiçekleri yaşatmaya çalışması gerçek sevginin ayrılmaz bir bileşeni olan “ilgidir”. “Sorumluluk” ise diğer insanların açık ya da gizli olan gereksinmelerine verilen yanıttır. Sorumlu olmak demek sevdiğimiz kişi ya da şeyin gereksinmelerine yanıt vermeye istekli ve hazır olmak demektir. ”Saygı” sevilen kişiyi olduğu gibi görüp kabul etmek onu değiştirmeye çalışmaktan kaçınmaktır. Saygı aynı zamanda diğer kişinin kendine özgü gelişimine duyulan anlamındadır. Bir insanı tanımadan onun ihtiyaçlarını bilmek, gereksinmelerini karşılamaya istekli olmak ve onu olduğu gibi görüp kabul etmek mümkün olmadığı için gerçek sevginin dördüncü bileşeni “bilgi”dir. Diğerlerini tanımak onları kendi bakış açılarıyla görüp anlamak anlamına gelmektedir (İnanç ve Yerlikaya 2008,115).

            Birey merkezli yaklaşım, tüm psikolojik sorunların gerçekleştirme eğiliminin engellenmesinden kaynaklandığını ileri sürmektedir (İnanç ve Yerlikaya 2008,297).

            Psikolojik sağlıkla ilgili, diğer bir terim psikolojik algıdır. Sağlıklı birey kendi gördüklerini tek gerçek olduğuna inanmaz. Böyle düşünme ortamı olumsuz etkileri kalıplaşmış, “inatçı”, “dediğim dedik”, “öttürdüğüm düdük” tavırlı birbirine “sevgisiz” kişiler ilişkilerinde karşısındakinin farklı algılamasına izin vermez. Böyle kimselerin inat etmeleri ve birbirlerinden dolayı, hem kendilerini ve birbirlerini dinlememelerinden dolayı, hem kendileri hem ilişkileri gelişmez ( Cüceloğlu, 2002,29).

            Lecky, iyi bir ruh sağlığı için benlik tasarımı ile özellikle ideal benlik (bireyin ne olması, nasıl davranması gerektiğine ilişkin kendisine mal ettiği değer yargıları) ile gerçek yaşantıları arasında iyi bir ahenk ve tutarlılık önemine dikkati çekmiştir. Bir insan ne kadar benlik tasarımına uygun davranabilirse, kendini o kadar rahat hisseder, ideal benliğine ne kadar ters düşen yaşantılarının etkisinde kalırsa, o karda huzuru kaçar ve kaygılanır. Kendi değer yargıları ve ideallerine uygun davranmak istenen kendine olan saygısını, güvenini ve mutluluğunu arttırır. Ruh sağlığı yerinde bir kimse kendi benlik tasarımına az çok uyarlı davranabilen kimsedir ( Baymur, 1994,266).

            Sullivan değer verdiğimiz kişilerle yaşadığımız ilişkilere dikkat çekmiştir. Zayıf toplumsal ilişkiler güvensizlik duygusuna ve kaygıya neden olur ( Burger 2006,177).

            Yetişkinlikte bir dereceye kadar narsis kalırız. Ancak, insanın temel amaçlarından biri de doğuştan gelen bu narsis eğiliminin üstesinden gelmek ve etkisini azaltmaktır. Bu gerçekleştirilmediğinde gerçek sevginin yaşanması da mümkün olmayacaktır ( İnanç ve Yerlikaya, 2008,116).

            Bazı kalıtsal bozukluklar dışında ( doğuştan geri zekâlılık gibi) insanın doğası son derece esnek ve uyumsaldır. Kişilik temel olarak sosyal güçler tarafından şekillenmektedir… Kişiler arası ilişkiler gereksinimi güçlü bir gereksinmedir. İnsanın kişiler arası ilişkilerden uzun süre kendini uzak tutmak kişiliği sağlıklı düzeyde korumak çok zordur, bu durumda kişilik bölünmesi olur ( İnanç ve Yerlikaya 2008,136).

            Sullivan’a göre, gerçek ya da hayal ürünü kişiler arası bir ilişki olmadan, kişilik var olamaz. Kişilik, insanın yaşadığı ve varlığını bulduğu karmaşık kişiler arası ilişkilerden soyutlanamaz. İnsanları anlamanın tek yolu, onların çeşitli kişiler arası durumlarda nasıl davrandıklarını gözlemektir. Sullivan’ın sistemine göre, “kendi” kavramı sadece diğer insanlarla olan ilişkilerde anlam kazanır ( Burger, 2006,177).

            Yaşam severlik psikolojik sağlık ile ilgisi vardır. Üretken sevgi daha önce sözünü ettiğimiz dört nitelikte (ilgi, sorumluluk, saygı ve bilgi) karakterizidir. Bu dört özelliğe ek olarak sağlıklı insan aynı zamanda yaşam sever niteliklere de sahiptir, yaşam sever kişiler, insanların, hayvanların, bitkilerin, fikirlerin ve kültürlerin yaşamını geliştirmeyi arzularlar. Bu kişiler hem kendilerinin hem de diğerlerinin gelişmesini ve büyümesini önemserler. İnsanları güç kullanmak değil, sevgiyle, akılla ve örnek olarak etkilemeye çalışırlar. Framm, kişinin kendisini ve diğerlerini sevmesinin birbirinden ayrılamaz olduğunu düşünür. Ancak, kişinin sevmesi önce gelmelidir. Her insan üretken sevgi kapasitesine sahiptir. Ancak, insanın birçoğu bunu başaramazlar. Çünkü kendilerini sevmezler. Üretken düşünmede üretici düşünce kişinin diğer insanlara ve nesnelere karşı içten ilgisi ile motive olur(İnanç ve Yerlikaya, 2008,128).

            İd, ego, süperego arasındaki uyum, psikolojik sağlık açısından önemlidir. Freud’a göre bu boyutlar zihnin içinde ayrı bölümler değil adeta bir resmin renkleri gibi, bölümlerin uyum içinde birlikte bulunduğu bir karışımdır(İnanç ve Yerlikaya 2008,210).

            Kendilik değeri, kendimizi ne kadar sevdiğimiz, kendi değerimizi, önemimizi, çekiciliğimizi ve sosyal uyumluluğumuzu ne kadar önemsediğimizdir(Plotnik 2007,402). Kendilik değerini psikolojik sağlıklı ilişkisi muhtemeldir. Yüksek bir kendilik değerine sahip olmak, neşeli ve mutlu olmak, sağlıklı sosyal ilişkilere sahip olmak ve kişisel uyumunun artması gibi olumlu sonuçlarla bağdaştırılırken düşük kendilik değerine sahip olacak; depresyon, kaygı, anti sosyal davranışlar ve zayıf kişisel uyum gibi olumsuz sonuçlarla bağdaştırılmaktadır. Sonuç olarak kendilik değeri kişinin birçok özelliğini etkilediği için önemlidir(Plotnik 2007,416).

            Alfred Adlerin“sosyal yetkin tip”in psikolojik sağlık konusunda ipucu vermektedir. Sosyal yetkin tip, gelişmiş, olgunlaşmış bireye örnek teşkil eder. 

Yüksek düzeyde sosyal ilgi ve etkinlik derecesine sahiptir. Diğer insanlara içten bir yakınlıkduyarlar ve onlara bütünlük duygusu içindedirler. Yaşam ödevlerini sosyal sorunlar olarak değerlendirirler. Bu sorunları çözmenin işbirliği kişisel cesaret ve başkalarının iyiliği için istekli olmayı gerektirdiğini belirler.(İnanç ve Yerlikaya 2008,58).

            Psikolojik sağlığının önemli etkenlerinden biri de yaşam ödevleridir. Adler’e göre yaşam ödevleri, iş, arkadaşlık, sevgi(aşk) her insanın yaşamda kaçınılmaz bir biçimde karşılaşacağı ödevlerdir. Adler aynı zamanda bu yaşam ödevlerinin birbirinden bağımsız olmadığını ve bunların çözümünün yaşam tarzımıza bağlı olduğunu dile getirmiştir(İnanç ve Yerlikaya 2008,57).

            Prof.Dr Üstün Dökmen’in Küçük Şeyler 1-2-3-4 adlı eserlerinin psikolojik sağlık etkenlerine önemli katkıları olacağına inanmaktayım. O nedenle aşağıda bu kitaplardan yararlanılmıştır.

            Bu kişisel davranışçı yaklaşıma göre, zihnimizin derinliklerinde “Ben yetersiz bir insanım” türünden katılaşmış bir düşünceler özgüven eksikliği adını verdiğimiz bu tabloyu ortaya çıkarır ve bizi mutsuz eden birtakım davranışlara, toplumsal yönelimlere yol açar. Bunlardan biri de köleliktir veya köleliğe eğilimdir(Dökmen 2011,102-103 d).

            Esir ve Köle, bir güçlü karşısında sahip olduğu insanca haklarının tümünü veya bir kısmını kaybetmiş kişiye esir veya köle denir(Dökmen 2011,16 d).

            Esirler evinde, bazıları daha güçlü despot görünebilir. Ama temelde yöneten ve yönetilen arasında karşılıklı bağımlılık bulunduğu için aslında esirler evinin tüm sakinlerini birbirine bağımlıdır, bu durum her iki tarafın da zayıf olduğu anlamına gelir. Karşılıklı bağımlılıktan kaynaklanan bu zayıflığa “kölesizlik sendromu” denir. Köle efendisine bağımlıdır. Bu yüzden kölesiz kalan efendiler sıkıntıya düşer(Dökmen 2011,27-31 d).

            Peki, eşitler evi nedir? Bu eşitler evine tüm bir görüntü sunar? Eşitler evinin niteliklerini şöyle sıralayabiliriz(Dökmen 2011,36-37):

  1. Kişilerin temel gereksinmeleri büyük ölçüde karşılanmaktadır.
  2. Temel gereksinmeleri karşılanan kişiler, kontrol gereksinmelerini, çevrelerine baskı yapmadan giderebilirler.
  3. Birbirlerini ekonomik ve duygusal yönden bağımlı değildirler; parayı ya da sevgiyi kısarak çevredekileri kontrol etmeye çalışmazlar.
  4. Demokratik anlayışı benimsemişlerdir, bağımlılık değil bağlılık vardır.
  5. Tüm insanların onurlarının eşit olduğu görüşünü benimsemişlerdir.
  6. Irk, cinsiyet farkı gibi önyargıları yoktur.
  7. Kişiler, birbirlerinin düşüncelerini ve davranışlarını eleştirebilir ancak duygularına saygılıdır.
  8. Kişilerin iletişim becerileri gelişmiştir, birçok iletişim ve empatik anlayış vardır.
  9. Kişilerin varoluş, uzlaşma ve gelişme becerileri gelişmiştir. Veri/bilgi toplama, bu verileri değerlendirerek fikir geliştirme özgürlük ve becerileri vardır.
  10. Bir eşitler evinin mensupları eşitler evinde yaşamayı bir yaşam tarzı olarak tercih ederler.

Eşitler evi, üyeleri arasında işlev(statü) farkı olabilir ama onurlar açısından fark yoktur(Dökmen 2011,52-53 d).

Kul, kabaca tanımlamak istediğimizde, sahip olduğu bazı hakları, seçim yapma özgürlüğünü belirli bir kişiye devrederek, onun emrine giren kişilere kul denir. Kullar, davranışlarının, giderek düşüncelerinin yönlendirilmesini yönetilmesini bağımlı olduğu kişiye bırakır. Kul kendi iradesiyle, kendi seçimiyle emir altına girmiş kişidir. Kul olmak çoğunlukla isteğe bağlıdır. Kul kavramının içinde sadakat da vardır. Bir köle sahibine sadakat göstermezse, ayıplanmaz, cezalandırılır. Ancak bir kul efendisine sadakat göstermezse ayıplanmaz, cezalandırılır. Ancak bir kul efendisine sadakat göstermezse, öncelikle ayıplanır, belki sonra cezalandırılır. Kula toplumsal, duygusal baskı söz konusudur. Köle ile kul arasındaki fark özetle şudur: Kölede bir bağımlılık, kullukta ise daha çok bir bağlılık söz konusudur. Bu bağlılık, bazen sosyal baskıyla ortaya çıkan zaman zaman duygusal boyutu ağırlık kazanan türdendir. Söz konusu: bağlılığın bağımlılıkta ciddi şekilde karşıması söz konusu olabilir(Dökmen 2011,71 d).

            Özgür ve kul arasındaki fark şöyle belirtilebilir(Dökmen 2011,81 d): Özgür insan, düşüncelerinden, davranışlarından ve tercihlerinden ötürü, birilerine sürekli olarak hesap vermek zorunda değildir. Aslında herkes toplum kurallarına uymaya zorlanır, özgür kişilerde de zaman zaman toplumsal baskıyı hissederler. Ancak özgür kişiler, seyahat etme, eşini, mesleğini seçme özgürlüğüne sahip kullar bu tür seçme özgürlüklerine sahiptir(Dökmen 2011,81 d).

            Kimin köle, kimin özgür olduğunu belirlemede temel ölçüt, saygı olmalıdır. İşlevleri, statüleri, rütbeleri farklı da olsa kişilerin onurlarının eşit olduğuna inanmak, doğal bir sonuç olarak saygılı olmayı gerektirir(Dökmen 2011,90 d).

            İnsanlar, zaman zaman( galiba sıklıkla) başkalarını kendileri gibi düşünmeye davranmaya zorlar. Bunun bazen fiziksel güç kullanarak, bazen medyayı kullanarak, propaganda yaparak gerçekleştirir. Yöntem ne olursa olsun birilerinin kendi istediğimiz doğrultuda düşünmeye ve davranmaya zorlamak, onu köleleştirmek, ortamı esirler evine çevirmek demektir. 6*6 her durumda 36 eder mi? Etmez. Sonsuz sayıda matematik sistemi vardır. Kıssadan hisse, ötekinin bakış tarzı sizinkinden farklıdır; gözleri farklı yerden bakar, gördüğünü algılayarak zihinsel şemaları(algı sistemi) sizinkinden farklıdır. Hangi düşüncenin doğru hangisinin yanlış olduğunu anlamak kolay değildir. Doğruluk ve yanlışlık büyük ölçüde görecelidir(Dökmen 2011,137-138 d).

            Çocuklarımızı bizim istediğimiz şekilde davranmaya zorlamanın ??? vardır(Dökmen 2011,38-39 d): 1- Biz her zaman doğruyu bilmeyiz(Hiç kimse, her zaman, her konuda doğruyu bilemeyiz. 2- Bizim istediğimiz davranış, aslında çok doğru olabilir, ancak sürekli olarak kendilerine gösterilen doğruları yapmaya alışmış derler, bir gün yol gösterenleri kalmadığında, kendilerini yalnız ve çaresiz hissedebilirler.

            Yetişkin yaştaki insanların sorumluluk alsınlar istiyoruz. Etkili yollardan biri, ilkokul yaşlardan resme, müziğe, beden-eğitimine ağırlık vermektedir. Kimi batı ülkelerinde beden eğitimi dersinde futbol, basketbol oynatıp ekip olmayı, müzik dersinde ortak ritim oluşturabilmeyi, resim dersinde ise algılara yeniden şekil vermeyi, görsel komposizyonlar oluşturmayı öğretiyorlar. Bütün bu etkinlikler, çocuklara seçme özgürlüğü tanıyarak karar verme becerilerini geliştirir, onları geleceğe hazırlar(Dökmen 2011,57-58 d).

            Çocuğumuza en uygun olacak mesleği düşünüp, “şu bölüme girsin iyi olur”, dediğimiz zaman yine suflörlük etmiş olursunuz. Çocuğumuzun yeteneğine ve ilgilerine ve hevesine uygun meslek seçmesine izin verirseniz suflörlük etmemiş olursunuz. Artık yirmi yaşını geçmiş olan çocuğunuzun ne zaman, kiminle evlenmesi gerektiğini, ne zaman, kaç çocuk yapması gerektiğini söylerseniz, yine suflörlük etmiş, onun kişisel tercihlerine saygılı davranmamış olursunuz(Dökmen 2011,19 ??? ).

            Çocuğunuzun meslek ve eş seçimine karıştığınız zaman,  onun hayatı keşfetmesine izin vermek yerine, onun adına onun hayatını keşfetmeye çalışıyoruz demektir. Ne yiyeceklerine, nasıl yiyeceklerine, ne öğreneceklerine, hangi mesleği icra edeceklerine, hayat boyu kiminle evli olacaklarına, kısacası nasıl yaşayacaklarına karar verilen insanlar, ilk ve son kez uğradıkları bu dünyada yeterince yaşamayacaklar, en azından kendi hayatlarını yaşayamayacaklardır demektir(Dökmen 2011,196).

            Suflör değil, rehber olmak gerekir. Suflörler rehber arasında iki temel fark vardır: Birincisi, suflör insanlara doğru yolu gösterir, çünkü kafasında tek bir doğru vardır. Rehberse insanlara yollar gösterir, seçmelerini sağlamak için uğraşır. İkinci farksa şudur: suflör, gönüllü olsunlar olmasınlar, insanlara kendi kafasındaki doğruyu empoze eder. Rehberse yalnızca gönüllü olarak kendisine başvuranları seçeneklerle tanıştırır(Dökmen 2011,296).

            Suflörlük, bir başkasının ne düşünmesi, nasıl davranması, hatta bazen ne hissetmesi gerektiğini söylemektedir (Dökmen 2011,17d).

            Sahnede suflör gerekli olabilir, ancak yaşamın her kesiminde, çocuklarımıza ve birbirimize yerli yersiz suflörlük ettiğimizde, kendi doğrularımızı kulaklarına fısıldadığımızda, yaşam tarzlarına karışmış oluruz(Dökmen 2011,17 b).

            Suflörlüğün sakıncaları vardır(Dökmen 2011,22-23 b):

  1. Suflör kullanmayı alışkanlık haline getirdiği zaman, uzun vadede bir rahatlama sağlayabilir. Ancak kişi suflör kullanmayı alışkanlık haline getirdiği zaman uzun kişisel yaşam senaryosunu başkasına kaptırabilir.
  2. Suflör doğru söylüyordur, siz yanlış anlayabilirsiniz.
  3. Suflör yanlış söylüyordur, bilgisiz birisinin ??? olursunuz.
  4. Suflöre bağımlı olabilirsiniz; zamanın onun kuklası haline gelip gönüllü köle olabilirsiniz.
  5. Pek çok yönden gerilirsiniz; suflör kullandığınız için kendi kişisel yaşam senaryonuzu bir başkası yazar ve zamanla kendi aklınızı ve iradenizi kullanma beceriniz geriler.

Bazen suflör kullanmak belki işe yarıyordur, ancak sürekli olarak bir suflörle yaşamak sizin kendi aklınızı kullanmanızı engeller(Dökmen 2011,23 b).

Karşısındakilerin dünyayı ve olayları algılama ve düşünme biçimlerinin yanlış olduğunu, bizim algılama ve düşünme biçimimizin ise tek doğru olduğunu düşünmek zihinsel benmerkezcidir. Benmerkezci kişi, kendi bakış tarzının, kendi düşüncelerinin tek doğru olduğunu, kendisi gibi düşünmeyenleri de bir bozukluk bulunduğunu düşünür. Bazen de kendisi gibi düşünmeyenleri değiştirmeye, kendine benzetmeye çabalar(Dökmen 2011,48-50 a).

Karşınızdakinin haklı olduğunu düşünebilirsiniz onun bakış tarzını kavrayabilirsiniz. Ama bir de onun neler hissettiğini anlamalısınız. Karşısındakinin duygularına kapalı kalıp yalnızca kendi duygularınızı fark ettiğinizde duygusal benmerkezcilik sergilemiş olursunuz(Dökmen 2011,51-52 a).

Rollerimizin büyüsüne kapılıp kendimizi benimizi geri plana ittirmek, rollerimiz olmadan kendimizi tanımlayamıyorsak rol tutsaklığından ???, kişinin rolleriyle övünmesi, kendisine ait rolleri farkında olmadan kendinden üstün tutmasıdır. Rollerinizi kendinizden üstün tuttuğunuz zaman, bir anlamda rollerimizin altında eziliriz, kendimizi bir kenara atmış oluruz. “Ben” dediğimiz şeyi oluşturan pek çok rol vardır. “Acıkan, yiyen, içen ben vardır”, “ konuşan, düşünen, algılayan ben” vardır; bunlar psikolojik rollerimizdir. Bir de sosyal rollerimiz vardır, mesleki rollerimiz var, evlat, anne, baba, öğrenci, öğretmen, avukat, müdür, alıcı, satıcı rollerini bürünürüz. Sosyal, toplumsal rollerimizi, o kadar benimseriz ki, giderek psikolojik rollerimizi küçümser, hatta unuturuz. Doktor, mühendis, müdür yanımıza çok önem veririz de, “yiyen içen uyuyan, konuşan düşünen ??? küçük bir şey olarak algılarız. Oysa psikolojik ve sosyal rollerimiz bir bütündür ve psikolojik rollerimiz “küçük şey” değildir(Dökmen 2011,56 a).

Bütün sosyal, mesleki rollerin yanı sıra, psikolojik rolleri de önemlidir. Yiyen, içen, uyuyan, konuşan, dinleyen, seyreden birey önemlidir. Psikolojik rollerimiz, sosyal rollerimizden önceliklidir. Sosyal rollerimiz olmadan da psikolojik rollerimizle yaşayabiliriz. Ama psikolojik rollerimiz olmadan yaşayamayız(Ben). İçimizdeki ben’e sahip çıktığımızda, o güne kadar tatmadığımız bir mutluluğu yakalayabiliriz(Dökmen 2011,59 a).

KAYNAKLAR

Bakırcıoğlu, Rasim (2006). Psikoloji Sözlüğü.Ankara: Anı Yayıncılık

Baymur, Feriha (1984). Genel Psikoloji. İstanbul: İnkilap Yayınları

Budak, Selçuk (2009). Psikoloji Sözlüğü. Ankara: Budak Yayınları

Burger, Jeerry M(2006).Kişilik(Çeviren: İnan Erguvan         Sarıoğlu).İstanbul:Kaknüs.

Cüceloğlu,Doğan(2002).İletişim Donanımları. İstanbul: Remzi Kitabevi

Dökmen,Üstün (2011).Küçük Şeyler a. İstanbul: Remzi Kitabevi

Dökmen, Üstün (2001.Küçük Şeyler b.İstanbul:Remzi Kitabeevi

Dökmen, Üstün(2011). Küçük Şeyler c.İstanbul: Remzi Kitabevi

Dökmen, Üstün (2011). Küçük Şeyler d.İstanbul:remzi :Kitabevi

Dökmen,Üstün(2011) VarolmakGelişmek Uzlaşmak. İstanbul:Sistem Yayıncılık

Erich Froom (1996). Özgürlükten Kaçış (Çeviren:Şeyma Yeğin). İstanbul:Payel

Geçtan, Engin(2005). Psikanaliz ve Sonrası. İstanbul:Metis Yayıncılık..

Geçtan, Engin (1999) Varoluş ve Psikiyatri. İstanbul:Metis Yayıncılık

İnanç Banu Yazgan ve Esef Ercüment Yerlikaya(2008) .Kişilik.Ankara:Pegem Yayıncılık

Plotkin,Rod(2007).Psikolojiye Giriş.(Türkçesi:Tamaer Geniş).İstanbul:Kknüs

Diğer Yazıları
Özsaygı düşüklüğü ve yalnızlaşma
Analitik beceri ve yöneticiler
Öğrencide akademik özgüven
Adalet sever insan yetiştirme üzerine
Kendini gerçekleştirme